TÜRKİYE BİR TİYATRO SAHNESİ

“HAYIR”LARA VESİLE OLAMASI DİLEĞİYLE;

REFERANDUNA DOĞRU…- 5

 

TÜRKİYE BİR TİYATRO SAHNESİ

 

            Aslında halim selim kendi halinde bir insanımdır. Ne kadar tahrik edilirsem edileyim kolay kolay kızmam. Kızsam bile kızgınlığımı çok fazla belli etmem. Meseleler karşısında soğukkanlılığımı korur kendimce vakur davranırım. Eski Türk filmlerinden fırlayıp gelmiş bir jön değilsem bile kendimce doğrularım vardır. Kısaca silik sıradan bir hayatı “macera dolu Amerika”ya tercih ederim. Ne yapabilirim? ben böyleyim.

            Aslında yaşadığımız sıradan ya da sıra dışı hayatların her biri bir roman ya da film senaryosu gibidir. Ya da farklı bir deyişle hepimizin hayatı ayrı bir roman ayrı bir filmdir aslında. Yani kısaca yetmiş iki milyon Türk insanın hayatı da ayrı bir roman ayrı bir filmdir. Herkes kendine biçilen zor ya da kolay rolünü oynamaya çalışır.

            Sahne şöyle; Türkiye Cumhuriyeti'nin başbakanı aynı zamanda AKP'nin başı sayın Recep Tayip Erdoğan Türkiye Büyük Millet Meclisi AKP grup salonunda bir mektup okuyor. Mektup; 12 Eylül ihtilalinden sonra idam edilen bir ülkücü gencin sevdiğine yazdığı son mektup. (12 Eylül ihtilalini gerçekleştiren generaller; bu ihtilalin gerekçesi olarak ülkücü ve devrimci gençleri görmüşlerdi. Çok zekice bir sonuca varmışlar; bir devrimciye bir ülkücü dengesini koruyarak gençleri sırayla idam etmişlerdi. Türkiye ve idam edilen gençler için çok şansız günler ve çok şansız bir dönemdi o dönem.) Genç adam son mektubunda özetle; üzgün olduğunu, sonuçta inandığı Tanrı'sına kavuşacağını ama inandığı ülkü ve ülkücülükten asla pişman olmadığını, kendisinin ve inandığı değerlerin kutsallığının mutlaka bir gün anlaşılacağını  yazıyordu o mektubunda. Bir veda mektubuydu o mektup. Ve pek çok duygusal  cümle de vardı o mektupta.

            İşte bizim sayın başbakanımız o mektubun tamamını okumak yerine özellikle duygusal bölümlerinden seçmeler yaparak okuyor; yetmiş iki milyon Türk halkının önünde bugüne kadar eşine rastlanmayacak bir biçimde bir tiyatro sergiliyordu. Bir başbakan hiç sıkılmadan hiç utanmadan sırf MHP ve ülkücü kesimin bir kısmı kendisine referandumda “evet” oyu versin diye salya sümük ağlıyordu.

            İşte bu durum; halim selim kendi halinde Mehmet Korkmaz'ı yani beni bile çileden çıkarmaya yetti. Bu ülkenin sıradan bir yurttaşı olarak sayın başbakana soracağım sorular var; “İhtilal 12 Eylül 1980 de oldu. Sayın başbakanım Recep Tayip Erdoğan siz ise 2002 den itibaren başbakanlık görevini yürütüyorsunuz. Tamam başbakansınız maşbakansınız anladık da sekiz yıldan beri neredeydiniz sayın başbakanım? Döktüğünüz bu gözyaşları için geç kalmadınız mı? Bugüne kadar 12 Eylül'le ilgili konularda kılınızı bile kıpırdatmazken birden bire ne oldu da salya sümük ağlayacak kadar değiştiniz? Okuduğunuz mektup otuz yıl önce yazılmış kendine özgü mahremliği olan bir mektuptu. O mahremliği sırf referandum oylamasında birkaç 'evet' oyu fazla çıksın diye böylesine istismar etmek bir başbakana yakıştı mı?”

            Elbette ki yukarıda sorulan soruların cevabı belli; sayın başbakanın referandumda “evet” oylarını arttırma konusunda girmeyeceği kılık istismar etmeyeceği konu yok sanki. Referandumda “evet” çıkarabilmek için şeytanla iş birliği yap deseler yapar. Rol gerekiyorsa rol, istismar gerekiyorsa istismar; rolün istismarın lafı mı olur.

            Sayın başbakan yetmiş iki milyonluk Türk yurdunda Tanrı size başbakanlık rolünü uygun görmüş. Tanrı neden böyle bir hata yapmış; Abdullah Gül'e cumhurbaşkanlığı, size de başbakanlık rolünü vererek  Türk insanına neden böyle bir cezayı uygun görmüş… oralarını tam bilemiyorum. Ama bildiğim bir şey var ki; ben ve benim gibi düşünen, adam gibi düşünen milyonlar sizleri hiç sevemedik ve galiba bu bizleri aptal yerine koyan bu tuhaf rollerinizden vazgeçmezseniz sizleri asla sevemeyeceğiz. Tamam, anladık Türkiye'yi bir tiyatro sahnesi bizleri de oynadığınız oyunun zorunlu izleyicileri gibi görüyor olabilirsiniz. Ama bu oyunda artık bizlerde rol almak istiyoruz.

            İşin tuhafı 12 Eylül ihtilalinden doğrudan olmasa bile dolaylı olarak nemalanan kesim şu anki iktidarda olan dinci kesimdi. Yani mevcut cumhurbaşkanından meclis başkanına, bakanlardan milletvekillerine kadar şu anki dinci kesimin tamamı 12 Eylülün yarattığı atmosferde palazlanıp büyüdüler ve geliştiler. Yani şu anki imtiyazlarının tamamını 12 Eylül ihtilaline borçlular. 12 Eylülcüler dinci kesime, 12 Eylülün nimetlerinden faydalanma rolünü uygun görmüşlerdi. Şu an yaptıkları iş de o zaten; 12 Eylülcülerin kendileirne biçtiği rolü oynuyorlar.

            Bu yazı vesilesiyle 12 Eylül ihtilalinden zarar gören tüm ülkücü ve devrimci arkadaşlara ve ailelerine selam olsun.

           

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Arşivi

KARANLIK SULARDA – 8

08 Aralık 2010 Çarşamba 14:56

KARANLIK SULARDA – 9

08 Aralık 2010 Çarşamba 14:54

C.H.P.- 3

08 Aralık 2010 Çarşamba 14:53

C.H.P.- 2

08 Aralık 2010 Çarşamba 14:53

C.H.P.-1

08 Aralık 2010 Çarşamba 14:52

KARANLIK SULARDA – 8

05 Kasım 2010 Cuma 14:44

KARANLIK SULARDA – 7

01 Kasım 2010 Pazartesi 14:11

KARANLIK SULARDA – 6

01 Kasım 2010 Pazartesi 12:40

KARANLIK SULARDA – 5

25 Ekim 2010 Pazartesi 14:18

KARANLIK SULARDA – 4

22 Ekim 2010 Cuma 12:52