Yoğun bir hafta geride kalmıştı. Eylül’ün ilk günleri olmasına rağmen sıcak hâlâ yazdan kalma bir inatla sürüyordu. Kaskımı taktım. Motoruma atladım. Yalancı Boğaz’ın azgın dalgalarıyla aynı ritimde ilerledim.

Yolun kıvrımları denizle yarışır gibiydi. Bir yanda mavi, bir yanda yeşil. Rüzgâr yüzümü kesiyor ama içimde bir huzur bırakıyordu. Her virajda biraz daha özgür hissediyordum. Dalgalara çarpan güneş ışıkları gözlerimi kamaştırıyor, ama daha çok ruhumu aydınlatıyordu.
Motosiklet sadece bir ulaşım aracı değil. Kimi zaman terapi, kimi zaman kaçış. Yalancı Boğaz’ın kenarında ilerlerken düşündüm: İnsan bazen kalabalıklardan değil, kendinden kaçar. Yol, işte o kaçışın en sadık yoldaşıdır. Motorun sesi, kalbimin ritmiyle karışıyor.
Motoru kenara çektim. Denizin kıyısına yaklaştım ve denizin ılık suyuyla vücudum buluştu. Suyun hafifliği, dalgaların ritmiyle birleşince bedenim ve ruhum aynı anda rahatladı. Her bir dalga sanki tüm yorgunluğumu alıp götürdü.
Dalgaların sesi motorun gürültüsüyle karışıyor, şehirden kalan tüm sıkıntılar geride kalıyordu. Zamanın nasıl geçtiğini anlamıyordum. Sadece bir an vardı; motor, yol, deniz ve ben. Rüzgâr saçlarımı savuruyor, güneş omuzlarımı ısıtıyordu.
Bir pazar gününün basitliği, insanın ruhunu nasıl hafifletebileceğini gösteriyor. Küçük bir kaçamak, kısa bir yol, yeterince uzun bir sessizlik… Hayat bazen sadece böyle küçük ritüellerle dengeleniyor.
Ve bir kez daha fark ettim ki, bazen hızlanmak sadece ileri gitmek değil. Kendini bulmak demek.
Allah’a emanet olunuz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.