Olmak ya da Olmamak

Kadının başını eğmek isteyen erkek egemenlerin karşısında, başını dik tutan kadınların sayısı artmadıkça bu yangın sönmez. Sağcı, solcu, dinci tüm partiler, meclis koltuklarında kendileri oturup, seçim mitinglerinde ya da gösterilerde kadınları vitrinlere konulan mal gibi ön saflara dizerek, bayrak, flama, pankart sallatarak, sözde kadın-erkek eşitliğinden yanaymış gibi görüntü vermeleriyle bu yangın sönmez. 143 yıl önce emekçi kadınları yakarak başlayan yangın hala söndürülemedi. Bir 143 yıl daha geçse erkeklerin bu yangını söndürmeye niyetleri yok. Kadının bu var olma savaşı daha ne kadar sürer bilmiyorum. Şu kadar ki, kadın-erkek ayırımcılığı sonlana, yasalarda cinsiyetleri ile değil, “insan / birey” olarak yer alıncaya kadar, bu mücadele devam edecektir. Çünkü bu, kadınların doğuştan var olan haklarını elinden almaya kalkanlara, onları yok sayanlara karşı verdikleri savaştır.

Peşinen söyleyeyim: Feminist falan değilim. Kadın ve erkeğin birlikteliğinin, hayatı daha bir anlamlı kılacağı ve daha bir yaşanabilir dünya yaratacağı görüşündeyim.

Ta ki, birbirinin önünde ya da arkasında olmaları için dayatmasınlar ve eşit haklarla yan-yana olmayı kabullenebilsinler.  Ne yazık ki, 21. Yüzyılın 2010'cu senesini yaşadığımız günümüzde, dünya ülkelerinde olduğu gibi ülkemizde de bunu başarabilen kadın/erkek %'si çok düşüktür.

Çünkü:

*yasaları erkek egemenler yapıyor.

*Kuralları belirleyip yasaları yapan erkeklerin arasında  “Her şey benim hakkım” diyen bencil erkekler çoğunlukta.

*Global dünyada kadının doğuştan var olan hakları bile hala yok sayılmakta.

*Özellikle ülkemizde gelenek, görenek, töre gibi yazılı olmayan, ama, kanun kuvvetinde ve de erkeklerin şiddet kullanarak uyguladıkları sözlü yasalar var.

*İslam ülkelerinin çoğunda cinselliği yaşamayı kendine “Hak”, kadına “Haram/günah” sayan erkekler çoğunlukta.

*Erkeklerin çoğunluğu, özgür yaşamanın, siyasi, sosyal ve kültürel uğraşların kendilerine “Hak”,  kadınlara “Haram/günah” olduğu yönünde baskı yapıyorlar.

*Global dünyada, insanca ve insan onuruna yakışır şekilde yaşamayı kadına yasaklayan özgürlük sünnetçisi, haz sünnetçisi erkekler çoğunlukta.

Sonuçta kendi çıkarlarına göre kural koyan, yasa çıkaran erkekler yüzünden;

*Bölgesi, kültürü, eğitimi ve dini ne olursa olsun, kadınlara ev içi şiddet uygulanmakta.

*En az üç kadından biri dövülmekte, cinsel ilişkiye zorlanmaktadır.

*Dünyadaki çatışmalarda, tecavüz terör silahı olarak kullanılmaktadır.

*Bir yılda fuhuşa zorlanan ve fuhuş için satılan kadınların sayısı neredeyse 4 milyonu bulmaktadır.

*Günümüzde hala kültür veya din maskesi altında kadınların ve kız çocuklarının klitorisini keserek cinsel haz almalarına mani olunuyor. Kızlara insanlık dışı bu uygulamayı yapanlar, kızın bekaretini kendilerine saklamalarını isteyen, haz sünnetçisi erkeklerden başkası değil.

*UNICEF tarafından yayınlanan rapora göre, Mısır, Etiyopya, Nijerya, Sudan, Somali ve Kenya gibi çoğu Müslüman Afrika ve Ortadoğu'daki 28 ülkede 128 milyon kadının sünnet edildiği belirtilmektedir. Aynı raporda, her yıl sünnet edilen 2 milyondan fazla kız çocuğunun genital organına hasar verildiği de yazılıdır.

*Ülkemizde sünnet uygulaması yapılmıyor olsa da, din baskısı ve töre geleneği ile kadını aşağılayan insanlık dışı uygulamalar hala devam etmektedir.  2010 yılı Türkiye'sinde hala kadını en ağır işlerde çalıştıran ve bir eşya gibi alıp satan erkek egemenler var. Erkeklerle omuz-omuza bağımsızlık mücadelesi veren kadınlar, ne acıdır ki günümüzde baskılarla, bağnaz düşüncelerle çağdaş yaşamın, çalışma dünyasının dışına itilmek istenmektedir.

Bilindiği gibi 1979 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda “Kadına karşı her türlü ayırımcılığın önlenmesi sözleşmesi”(CEDAW) kabul edildi. Türkiye'nin başta Medeni Kanun olmak üzere, diğer kanunları,  CEDAW'daki kadının hak ve özgürlüklerini içermiyordu.  Bu nedenle Türkiye, “yasalarımızla sözleşmedeki çelişen hükümleri iç hukukta gerekli düzenlemeler yapılıp aykırılıklar giderilene kadar olmak kaydıyla” diye çekince koyarak 1985 yılında imzalamıştı.

CEDAW, kadınlara karşı yapılan her türlü ayırımcılığın ortadan kaldırılmasını içeren beyannamedir.  Bu beyannamede devletlerin kesinlikle uygulamak zorunda olduğu yükümlülükler ile, kadınların hakları yazılıdır. Nitekim Türkiye Medeni Kanununda kadın-erkek eşitliğini sağlayan maddelerde değişiklik yaptıktan sonra, sözleşme 2002 yılında yürürlüğe girmiştir. Hala yasalarımızda, özellikle de Ceza Yasası'nda çok büyük eşitsizlikler var.  Ama, Medeni Kanun'da yapılan değişiklikler yasal konulardaki eşitsizlik hükümlerinin kaldırılması adına atılan büyük bir adım olmuştur.

İş ki kadınlar yasaların kendilerine verdiği HAKLARI bilsinler.  Her kadının bu haklarını bilmesi ve yaşamında aksine davranışlara izin vermemesi gerekir.  Özellikle şiddetten korunmak için ve şiddetle karşılaştıklarında neleri yapmaya hakları olduğun öğrenmeleri şarttır.  Sabah programlarında 7 kocadan ayrılmış dikiş tutturamayan bir kadından akıl alacaklarına, sanatçı geçinen her devrin adamı yalakaları dinleyeceklerine kendi haklarını öğrenmeye zaman ayırmalıdır kadınlar.

Mesela;

“Bu Evde:

*Hiç kimsenin bana dayak atmaya, bir cisimle vurmaya, tartaklamaya veya evden kovmaya,

*Hakaret etmeye, küfür etmeye, küçümseyici söz ve davranışlarda bulunmaya,

*Evden çıkmama, ailemle, arkadaşlarımla veya yakınlarımla görüşmemi engellemeye,

*Öldürürüm, döverim, asarım, keserim gibi sözlerle tehdit edip korkutmaya,

*Çocukları kaçırırım; yüzlerini göstermem diye tehdit ve baskıda bulunmaya,

*Kişisel parama el koymaya veya ihtiyaçlar için para vermemeye,

*İsteğim dışında cinsel ilişkiye zorlamaya hakkı yoktur” şeklindeki uyarıları ve benzeri haklarını gösteren yazıları, kadınlar, sıkça kullanılan tuvalet aynasının, buz dolaplarının üzerine yapıştırarak ilk adımı atabilirler.  Buzdolaplarının üzerine yemek / kek tarifi yapıştırmak yerine, bu tür uyarıları yapıştırmayı seçen kadınların sayısının artması, kadının var olma mücadelesi için fiilen çalışan kişi, kurum ve kuruluşlara büyük katkı sağlayacaktır.

1.5 asırdır çeşitli isimler altında kutlanan Kadınlar gününde ağıtlar yakılıyor.  Her türlü ayrımcılığa son vermeden ve kadın-erkek eşitliği sağlanmadan, Dünya Kadınlar Günü'nün bayram coşkusuyla kutlanması mümkün değil. Dikkat edilirse Dünya Kadınlar Gününü içine alan hafta boyunca başta sivil toplum örgütleri olmak üzere, üiversiteler, vakıflar, dernekler sürekli konferanslar düzenleyerek, paneller yaparak kadınları aydınlatmaya, haklarını öğretmeye çalışıyorlar.  Demem o ki, Dünya Kadınlar günü ne bayramdır ne de şölen. Olsa olsa gaflet uykusundan uyanma günü olabilir.  Artık Türk kadınının da, sofradaki yerinin öküzden sonra gelmediğini bilmesi ve aksini düşünen erkeklere de bunu  kabul ettirmesi şarttır.  En azından Mustafa Kemal Atatürk'ün ilke ve devrimleriyle kazanılmış haklarına dokunulmaması için, Türk kadınları hayatın içinde, mücadelenin içinde olmak zorundadır.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Arşivi

Kadınların Kararı Yazgıları Olacaktır

30 Ağustos 2010 Pazartesi 11:59

Kanun Kaçaklarının Sığınma Evi

09 Ağustos 2010 Pazartesi 11:59

Teşekkürler Hayat

05 Temmuz 2010 Pazartesi 11:59

PİRİNÇTEKİ BEYAZ TAŞLAR

16 Haziran 2010 Çarşamba 18:55

BEN BİLMEM, BAYKAL BİLİR

28 Mayıs 2010 Cuma 11:51

VATANA BORÇLARINI ÖDEDİLER

24 Mayıs 2010 Pazartesi 16:42

Zamanı Tersine Yaşamak

11 Mayıs 2010 Salı 20:13

HUKUK ZAFERİNİZ KUTLU OLSUN

11 Nisan 2010 Pazar 16:33

Yaşlılara Saygı! Haftası

18 Mart 2010 Perşembe 13:08

Kadınlar günü (1)

14 Mart 2010 Pazar 21:03