Okumak mı, oyun oynamak mı ?
İlkokul yıllarımı hatırladım birden. Okuldan gelir gelmez, daha önlüğümü bile çıkarmadan ödev başına otururdum. Annem hep derdi oğlum, önce bir önlüğünü çıkarsan diye ama dinlemez bir an önce ödevlerimi yapardım. Acelem vardı, çünkü sokağa bir an önce çıkmak isterdim oyun oynamak için. Yaz aylarında şanslısınız, güneş geç batıyor ama kış aylarında önlüğü bile çıkarmak için vaktiniz olmayabiliyor ve hatta bazen önlükle bile oynamak zorunda kalıyordum. Zira oyun oynamayı da okumak kadar seviyordum.
Akşam haberlerini izleyemeden uyur kalır, sabahın ilk ışıklarında uyanırdım. Herkes uyuyor olduğundan daha ikinci sınıfta altı defa okuduğum ve hatim etmek üzere olduğum romanımı elime alır, annem uyanıncaya kadar okurdum. Kitap yoktu bizim zamanımızda, elimizdeki her kitabı sömürürcesine okuduğumu bilirim. Ders kitaplarım dâhil etrafımda okumadığım kitap kalmamıştı ama oyun oynamayı da seviyordum. Bunun için bir an önce ödevlerimi bitirmeliydim.
Beşinci sınıfta bilgi yarışması takımdaydım, ilkokulu üç ayrı okulda bitirmiş olduğum ve bir şehir okulundan gelmiş olduğumdan sınıfın genel kültür bakımından en iyilerindendim. Harçlığımla kitap almaya bayılır, doğum günlerimde kitap hediye edilmesinden çok hoşlanırdım. Ortaokulu yatılı okudum, daha çok kitap vardı okuyacak ve günün üç ayrı zamanında üç ayrı etüt. Daha çok okumaya başladım. Yazma yeteneğimi gören Türkçe Öğretmenim her ay okuduğum bir kitabın özetini çıkarmamı istemiş, kompozisyon defterimi atmamı öğüt etmişti. Okumaya da yazmaya da meraklıydım.
Liseye başladığımda ise yine başka bir Türkçe Öğretmeni yüzünden nefret etmeye başlamıştım okumaktan, neredeyse ders kitaplarımı dahi okumamaya başlamıştım. Çünkü okuduğunu anlamayan, anladığını anlatamayan, pedagojik eğitimini tamamlayamamış bir öğretmenim vardı. Beni Türkçeden nefret ettirmekle kalmadı, bütün derslerden soğutmayı başardı. Bir öğrenci düşününki, İngilizce dersinden aldığı not, Türkçe dersinden aldığının iki katı olsun. Geri kalan öğrencilik hayatında Türkçe derslerinde daha önceden öğrendiği dilbilgisi ve kompozisyon soruları haricinde sorulara cevap veremesin.
Okumaktan ve yazmaktan vazgeçince doğal olarak daha çok oyun oynamaya, boş vakitlerimi okumak yerine atari salonlarında geçirmeye başladım. Biraz daha büyüyünce artık okey salonları, kahvehaneler almaya başladı yerini. Daha da ileri gidip dersten kaçıp oyun oynamaya başladık hayatımızda okuduğumuzu en kolay anlayabileceğimiz yıllarda. Şimdi bir taraftan acıyorum o yıllarıma ve bir taraftan özlüyorum. Keşke diyorum daha önceki yazımda da belirttiğim gibi, beni soğutmak yerine üstüne bir şeyler koymamı sağlayabilecek bir öğretmenim olsaydı. Kendi eğitimini tamamlamış, kendini geliştirebilen, hesap verebilen bir öğretmen.
Şimdiki nesil de benim kaybettiğim yıllardan farklı değil. Onlar bazı yönlerden daha şanslı, sigara içilen ve bizim de sigaraya alıştığımız ortamlar yerine, teknoloji sayesinde, evlerinde bacaklarını uzata uzata oyun oynuyorlar. Hem sadece yeni nesil değil, teknolojiyi kıyısından köşesinden yakalayabilen elli yaş üstü oyuncular bile var internet köşelerinde. Hayatlarında ders kitabı harici kitap görmemiş nice öğrenciyi, internet oyunlarında profesör ünvanı ile görmek çok mümkün. İngilizce bilmeyenlerin bile, İngilizce talimatlarla yönetilen oyunlarda ne kadar başarılı olduklarını görmek sevindirici midir üzücü müdür bilinmez ama okumadıkları her kitap için ayrı ayrı üzülmek gerekir. Hele okumadıkları kitaplar yüzünden yitip giden Türkçelerine.
Tüm bu yazdıklarımı bir vesileyle yazdım. En çok kafama takmış olduğum bir oyun vesilesi ile. Hayatlarında ellerine kazma kürek almamış insanları, hatta kazma ve küreğin ne olduğunu bilmeyen, görmeyen, bu ikisini sadece hakaret anlamında kullanıldıklarını sanan kişilerin, sanal ortamda işlettikleri çiftlikler vesile oldu. Bir dosta bir merhabayı çok gören, ancak gerçek hayatlarındaki kapı komşularını tanımayan, selam vermeyen insanların, sanal ortamdaki komşu arama ve onlarla iyi geçinme gayretleridir beni hayrete düşüren.
Selam verdiğiniz arkadaşınızın çiftliğine bakma gayretinden selamınızı almaması, sizi refuze etmesi ne kadar üzücü bilmem ama beni çok üzüyor. Şehir hayatının vermiş olduğu stres, yorgunluğu bir şekilde bu oyunlarla atmayı biraz olsun anlamaya çalışıyorum. Ama karşı komşum iki yaşındaki Yağmur ile oynamak, berber Savaş ile, kahveci Çetin ile Yılmaz amca ile sohbet etmek, kapı komşularım ile sohbet etmek benim stresimi daha çok götürüyor. Benim babam da bir köylü ve gerçek anlamda bir çiftliği olmasa da, tarla eker, hayvan besler. Şimdi ben ona desem ki baba benim çiftliğim var internette ona bakıyorum sana yardım edemem her halde bana içinden söylemeyeceği küfür kalmaz. Ama ben ailelerin sofra kurmasını bilmeyen kız çocuklarını, soba yakmasını bilmeyen erkek çocuklarını görüp, onların çiftliklerine bakınca utanıyor ve de üzülüyorum ve bu konularda aileleri yeni nesile çamur atmadan önce anne babaların bu konuya hassasiyet göstermelerini bekliyorum.
Saygılarımla, sevgi ve esenliklerle kalın.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.