Milli Eğitim(sizlik)

İlköğretimi sekiz yıla çıkardık, ne sevindik ne sevindik. Liseler dört yıl oldu bir o kadar sevindik. Memlekette üniversitesi olmayan il neredeyse kalmadı. Bu büyük bir başarıdır. İlkokulda üniversite ismini bile bilmezdik. Bu bizim cahilliğimizden miydi, yoksa yaşadığımız şehirde üniversite olmayışından mıydı bilmiyorum.

                Ben ilkokul mezunuyum. Öğretmenlere 'Örtmen' dediğimiz, Anne- Babamızın 'eti senin, kemiği benim' diyerek teslim edildiğimiz yıllardı. Öğretmenlerimiz bize ikinci anne-baba olurlar, her şeyimizle ilgilenirdi. Şikâyet ederler miydi hallerinden pek bilmeyiz. Her öğretmen her öğrenciyi sever, hatta bazen severken döver, bazen de döverken severdi. Eğitim ve öğretimin ikisi bir arada idi. İşte o zamanlar Eğitim Öğretim deniliyordu, sadece biri telaffuz edilemiyordu.

                Adı eğitim öğretim kurumu olmasına rağmen her ikisine bırakın bir arada rastlamayı bazen sadece birini bile bulamadığımız bu kurumlar arttıkça, öğretmeni olmayan köy kalmadıkça, kitabın, defterin ve bilumum alet edevatın bollaştıkça daha iyiye gitmesini beklediğimiz bu kurumlara yardımcı olarak dershane adı altında yeni kurumlar da türemeye başladı. Yaşadığım şehir Marmaris, Muğla'nın en güzide ilçelerinden birisi. Yapılan araştırmalarda Muğla genel olarak eğitim bakımından ülkemizin en önde olduğu şehirlerinden biri. İnsanın gurur duyması gerekiyor ama ben maalesef üzülüyorum. Çünkü eğitimde en iyilerden birisi olarak gösterilen bir şehrin, güvenlikte en sondan ikinci sırada olması, aslında eğitimin gerçek manada olmadığını anlatıyor bana.

                Eğitim neden yok sorusuna gelince çok sebep geliyor aklıma. Birincisi yozlaşan kültürlerimiz diye düşünüyorum. Aile terbiyesi en önde gelen eğitimlerdendir, her bireyin ait olduğu birincil topluluk olan ailenin kültürü ne kadar sağlıklı ise, çocuğun kültürel etkinliği o kadar güvenilir olur kanaatindeyim. İkincil önemli mevzuu ise değişen, değiştirilen sınav sistemleri sonucu, 'yarış atı' benzetmesi yapılan öğrencilik sistemi. İlkokul üçüncü sınıflara kadar aşağılara inen dershanecilik sistemi ilk bakışta başarı gibi görünse de (dershanelerin ticari faaliyet alanı olarak), bu bizim eğitim sistemimizin başarısızlığının göstergesidir.

                1984 yılında başlayan dershanecilik özel sektörü, doksanlı yılların ortalarına kadar sadece lise son sınıf öğrencilerin, üniversiteye hazırlığı amacı ile hizmet vermiş olsa da ağırlıklı olarak, sonrasındaki yıllarda değindiğim gibi ilkokullara hatta ilkokul üçlere kadar hizmet vermeye başlamış durumda maalesef. Maalesef diyorum çünkü amacı, öğrencilerin bir üst okula geçiş için girecekleri sınavlara hazırlık olan bu kurumlar, çıtayı ilkokula kadar çekmişler ise yazımın girişinde bahsetmiş olduğum başarı bir ironiden öteye geçemez demek oluyor. Yardım amaçlı bir kuruluş, ana kuruluştan öteye geçmiş, mecburi olan ana kuruluş devlet bütçesinden pay almasına rağmen, özel sermaye ile kurulan ve test çözüp sınava hazırlayan bir özel kuruluşa bel bağlamaya başlamıştır öğrenciler.

                Eğitim öğretimin amacı sınav kazanmak ve diploma almak olmuş, memleketin diplomasız ferdi neredeyse kalmamış ancak okuduklarından anlamayan, yorum yapamayan ve haliyle mevcut bilgileri ile hayata ancak yirmi üç, yirmi dört yaşlarında ilk adımlarını atmaya başlayabilecek olan bir cahil genç nesil oluşturmayı başarmış, sözüm ona başarılı bir eğitim öğretim sistemimiz oluşmuş ne mutlu bize!

                Bir Arkadaşımın anısı;  “Üniversitede bir dersten kaldım. Af sınavında hocamız bize dört soru sordu ve ikisini cevaplasam geçeceğim. Hocamın sorduğu dört sorudan hiç birini bilmiyorum, fakat ben bir değişiklik yapıp o dört soru yerine benim o derste öğrendiğim beş cevap verdim. Hal böyle olunca formalite gereği, doğru cevapları verememekten o dersten kaldım. İkinci sınavda hoca aynı soruları sormaz diyerek başka konulara çalıştım ama yine aynı sorular gelince ben yine bildiğim beş ayrı konudan cevaplar yazdım. Yine olmadı ve yine dersten kaldım. Üçüncü ve son hakkımda da aynısını yaptım ve sorular aynı sorulardı, çalışmama rağmen o sorulara cevap veremiyordum. Fakat son seferde cevap kağıdımın altına bir not iliştirdim ve dedim ki; “Hocam, ben bu sorduğunuz sorulara cevap veremiyor ve bunları öğrenemiyorum, benim bildiklerim bu kadardır. Benim hayatta başarılı olmama engel olacak ise sorduğunuz soruların cevabını bilememem gereğine razıyım, yok engel değilse, diplomamı alıp hayata bir an önce atılabilmem için yeterliyse verdiğim cevaplar takdir sizindir. Şimdi bir mühendisim, o dört şeyi de öğrendim.”

                Miş'li geçmiş zamanı sevmediğim için arkadaşımın ağzından aktardığım bu kıssadan özetle şunu öğrenmek istiyorum, amacımız bir şeyler öğrenmek için okumak mıdır, yoksa sadece diploma sahibi olup hiçbir şey öğrenmeden tahsil sahibi olmak mıdır. Öğrencilerinize, geleceği teslim edeceğiniz gençlerinize bir şeyler öğretmek midir amacınız, yoksa içi boş fakat belgeli bireyler yetiştirmek midir?

                Bir devlet okulundan bir diğer devlet okuluna kayıt yaptırabilmek için niçin ikinci bir öğretmene ihtiyaç duyduğumuzu bana biri açıklayabilir mi? Kamu personeli seçme sınavı diye bir sınav çıkardınız tamam, güzel. En iyisini seçmek istiyorsunuz kendi yetiştirdiğiniz öğrencilerin. Peki neye dayanarak bu sınava tabii tutuyorsunuz öğrencilerinizi? Zaten siz eğitim vermiş değil misiniz? Kendi yetiştirdiklerinize mi güvenmiyorsunuz. Yoksa başka bir ülkeden mi ithal ediyorsunuz öğretmenlerimizi, doktorlarımızı, savcılarımızı, mühendislerimizi ve daha bir çok meslek erbabını?

                Kendi eksiklerinizi, milyonlarca Lira harcatarak eğittiklerinize (?) mi mal ediyorsunuz. Öyle ise ben size bir teklif sunuyorum. Bu günden tezi yok bir kanun daha hazırlayın. Adına yeterlilik sınavı deyin. Mevcut görevdekileri sınava tabii görün. Bir coğrafya öğretmenine sorun bakalım on yedi yaşında öğrencilerinize sorduklarınızı. Aynı sınava onları da tabii edin her yıl. Önce öğretmenler sınav versin, Her soruyu cevaplayamayan öğretmeni uzaklaştırın görevden, her soruyu cevaplayabilene kadar kimseye bir şey öğretmeme cezası verin. Siz sanıyorsunuz ki her şey tek bir giriş sınavıyla çözülüyor. Milli Eğitim Müdürlerinizi bir test edin, bakanlarınızı bir test edin, onlar bilmiyorlarsa öğrenciyi sınav etseniz ne olur, etmeseniz ne olur. Bilmeyen ne öğretir?

                Sözüm hepinize ey eğitimci olduğunu düşünenler, iğneyi kendinize batırın. Son sözüm size ey öğrenciler, dershaneye gitmek yerine, öğretmeninizi sorgulayın, en iyi sınavı öğrenci yapar unutmayın. Hakkınızı siz arayın, yorun öğretmeninizi, sıradaki konuya çalışın, öğretmeninizi iki ders üst üste mahcup edin. Görün o zaman neler oluyor, nasıl da ihtiyacınız kalmıyor okuldan başka bir yere öğrenmek için. Görün o zaman nasıl kendilerini geliştiriyor öğretmenleriniz.

                Sevgi ve bilgiyle kalın!

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
34 Yorum
Arşivi

Canımız Öğretmenlerimiz...

23 Kasım 2010 Salı 13:16

Gitmek mi Kalmak mı?

12 Kasım 2010 Cuma 12:52

Bir ağlayabilsem

11 Kasım 2010 Perşembe 12:42

Türk’ün Türk’ten başka………!

08 Kasım 2010 Pazartesi 13:24

Devamsızlık bir sorun mudur?

03 Kasım 2010 Çarşamba 11:49

Düş kırıklıkları

27 Ekim 2010 Çarşamba 13:47

Yetişkinler Yasaklansın!

14 Ekim 2010 Perşembe 10:52

İstanbul'da ulaşım (1)

12 Ekim 2010 Salı 14:20

Keşke!..

11 Ekim 2010 Pazartesi 11:32

Ben bir aspirinim

08 Ekim 2010 Cuma 10:16