Bazı insanlarla tanıştığımızda, “Bu adam, bu kadın roman kahramanı gibi” deriz. Bazı karakterlerle karşılaştığımızda ise, “Sanki bir yerden tanıyorum” hissine kapılırız. Peki neden? Çünkü hayatla kurgu arasındaki çizgi, düşündüğümüzden çok daha incedir. Roman yazarları karakterlerini oluştururken, yalnızca hayal güçlerini değil, gözlemlerine, tanıklıklarına ve kendi yaşanmışlıklarına da başvurur. Belki de bu yüzden, romanlardaki bir bakış, bir cümle ya da bir isyan, bir anda bize dokunur. Çünkü daha önce onu yaşamışızdır ya da yaşadığımızı izlemişizdir.
Peki, romanlardaki karakterleri biz yazarlar hikâyemizin gidişatına göre şekillendirirken neden gerçek hayattaki bazı insanlar “Karaktersiz” gibi davranıyorlar, hiç düşündünüz mü? Sanırım sizlerde defalarca düşünmüşsünüzdür. İnsan karakterini güçlendirmeli. Özellikle ahlaki ve duygusal özelliklerini net bir şekilde belirlemeli. Paraya, mal ve mülke, şan ve şöhrete göre karakter geçişlerine girmemeli, net bir karakter sahibi olmalı.
Bazen keşke diyorum, keşke şu insanları hiç tanımamış olsaydım, görmemiş, bilmemiş olsaydım diyorum fakat keşkelerle yaşanmıyor. Ama biz yazarlar için bir malzeme çıkıyor işte, bu insanları gördüğümüzde kafamızda oluşturduğumuz hikâyelerimize dâhil ederek onların nasıl insanlar olduklarını yüzlerine vurmaya çalışıyoruz fakat anlıyorlar mı bilmiyorum.
“Turan Han Kralların Kanı” adlı fantastik bir roman yazıyorum. Yakında tamamlanmış ve yayımlanmaya hazırlanmış olacak. Bu romanımda hem iyi karakterler var, hem de elbette kötüler. Umarım bir gün biri okur da “Yahu ben neymişim, dur biraz kendimi toparlayayım” der. Gerçi pek sanmıyorum… Ama neyse.
Son bir söz söyleyerek, yazımı bitirmek istiyorum. “Kime ve ya neye özeniyor ya da benziyorsunuz bilmiyorum ama karakterinizi geliştirin, dışarıdan gülünç duruyorsunuz.” Vesselam.