Halil CANDA
NEYSE HALİM ÇIKSIN FALİM
Dokuz Eylül Üniversitesinin Buca'daki eğitim fakültesi ülkenin en şirin kampüslerinden biriydi o zamanlar. Bahçesi tıpkı bir botanik parkını andırır,bin bir türlü çiçeği bitkiyi hatta uzak doğudan gelen geniş yapraklı gösterişli ağaçları bile barındırırdı.
İzmir'in kızları zaten güzeldi. Ama eğitim fakültesinin kızları onlardan da güzeldi. İnsanın bu kampüste derslerine yoğunlaşması nerdeyse imkansızdı.Kafeteryalarda öğrenciler ,çimenlerin üzerine yayılmış gitar çalıp kızlara kur yapan delikanlılar,hatta kuytu köşelerde oynaşan çiftler .Burası şehrin içinde adeta bir huzur kalesiydi.
Ama biraz yukarıda Dokuz Çeşmeler denilen bölgede fabrika binasını andıran beton bir kütleye eğitim fakültesinin tam tersi bir kasvet ve ciddiyet hakimdi.Burayı dışardan gören ilahiyat fakültesi sanırdı. Ama ellerinde koca koca ciltli kitaplar, pek çoğunda kola şişesinin dibi gibi kalın gözlükler ve o gözlüklerin altında stres yaşadığı her halinden belli olan uykusuz ve yorgun gözlerle hukuk fakültesi öğrencileri öğrenim görüyordu
Kahramanımız Semih Hukuk Fakültesi 3.sınıf öğrencisiydi. O da tıpkı sınıf arkadaşları gibi sınavla yatar sınavla kalkardı.İzmir'in İnciraltı sahilinde deniz kıyısındaki öğrenci yurdunda kalır.Günde bir buçuk saatlik otobüs yolculuğuna katlanarak derslere girerdi.Ama İnciraltı bu mesafeye katlanacak kadar güzeldi.Tek dezavantajı İzmir'in balık halinin de burda olmasıydı.Yer gök çürümüş balık kokardı.Hatta balık kokuları ayakkabılara bile sinerdi.Bu koku İnciraltı'nın sakinlerine gittikleri her yerde eşlik ederdi sanki.Buna rağmen balık hali İnciraltı'na has bir hava katıyordu.İnciraltı'nın tek sakinleri öğrenciler değildi.Bu kadar balığın olduğu yerde tabiki sayıları binleri bulan bir martı kolonisi yaşıyordu.O kadar arsız ve kalabalıklardı ki İnciraltı'ında yürüyüşe çıktığınızda üzerinizi pisletmemeleri için şanslı bir gününüzde olmanız gerekir.Yurdun deniz kenarındaki futbol sahasında tüneyerek uyurlardı sabahları .Bu toprak saha onlar uykudayken sanki kar yağmış gibi bembeyaz görünürdü.Bir karış bile açıklık bırakmayarak doldururlardı martılar sahayı.Semih'in en sevdiği şey çalışarak sabahladığı zamanlarda yurdun az ilerisindeki karafırına gidip sıcak ekmek almaktı.Soğuk kış sabahlarında bu sıcacık ekmeği ceketinin içine koyarak ısınmak ne güzeldi.
Semih ineğin biriydi. Yurtta ana kafeteryanın en üst katındaki çatıdan bozma,penceresiz gün ortasında bile ampüllerle aydınlatılan havasız salonda çalışırdı.Öğrenciler kasvetli ortamından olsa gerek buraya morg derdi.Burda en çok vakit geçiren tıp ve hukuk öğrencileriydi.Sınav zamanlarında Semih çoğu zaman burda sabahlardı.
Sene sonu finalleri gelip çattı. Semih hırsla kalın hukuk kitaplarını okuyor,önemli yerlerin altını kırmızı kalemle çiziyor hatta aynı yerin üstünden birkaç kez geçtiği oluyordu.Başarılı bir öğrenci sayılırdı.Ama her insanın olduğu gibi onun da yıldızının bir türlü barışmadığı konular vardı.İdare Hukuku onun yıldızının barışma ihtimali en zayıf olan konuydu.
Ertesi sabah İdare Hukuku final sınavı vardı.Ceza Hukuku Medeni Hukuk ona çekici gelirdi.İnsanların işlediği suçları gözünde tıpkı bir film karesi gibi canlandırırdı.Ama İdare Hukuku son derece monoton,heyecansız bir dersti.Bu yüzden ne kadar çalışırsa çalışsın kafasına bu dersle ilgili hiçbir bilgi girmiyordu.Üçüncü sınıfa geçerken ikinci sınıftan İdare Hukuku dersini borçlanarak geçmişti.Yani üçüncü sınıftaki tüm derslerin finallerini 100 puanla verse bile İdare Hukukunu alttan aldığı için geçebileceği bir notla vermezse sınıfta kalacaktı.Bu yüzden strese giriyor,çalışırken tırnaklarını kemiriyordu.
Zaten bütün finalleri iyi geçmişti. En sona İdare Hukuku kalmıştı. Bunu veremezse bir yılı heba olacaktı.
İşte böyle bir ruh haliyle okula gitti. Sınav saatine kadar notlarını tekrar tekrar okudu. Ezberlemesi gereken süreler vardı.Bunları tek tek kontrol etti.Sınavın yapılacağı sınıfa girdi.Önceden belirlenen sırasına oturdu.Soru kağıtları dağıtıldı.Semih soru kağıdına boşboş bakıyordu.Stresten okumayı yazmayı bile unutmuştu sanki.Hiç beklemediği yerden sorular gelmişti.Hoca öğrencileri ters köşe yatırmıştı.
Semih o an alnında bir sızı hissetti Sızı gittikçe artıyordu. Parmağıyla alnını yokladı. Alnında sıkıntıdan sivilce çıkmıştı. Sivilceyi sıktı. Sallayabildiği kadar sallamıştı cevap kağıdına.Çok kötü geçmişti sınav.
Diğer derslerin hepsini verse bile sırf İdare Hukuku yüzünden sınıfta kalacaktı. Morali çok bozulmuştu.Kendini kafeteryaya attı.Kimileri soruların ne kadar basit olduğunu söylüyor,kimisi 70-80 almaktan bahsediyordu.Semih bunları duydukça çileden çıkıyordu.
Can sıkıntısıyla okuldan ayrıldı.Yurda dönmek de istemiyordu.Önüne gelen ilk Halk otobüsüne atladı.Buca-Karşıyaka otobüsüydü.Boş bulduğu ilk yere oturdu.Semih'i gören onun iflasını ilan etmiş bir tüccar olduğunu sanırdı.Yüz ifadesi,mimikleri o kadar ağlamaklıydı ki ızdırap çektiği her halinden belli oluyordu.
45- 50 dakikalık ağır aksak bir yolculuktan sonra Karşıyaka'nın hareketli çarşı caddesindeki durakta indi. Soluğu ilk gördüğü pizzacıda aldı. Kendisine kocaman karışık bir pizza söyledi. Böyle zamanlarda kimi insan ağzına bir lokma bile atamazken kimi insan da hiçbir lezzet alamadığı halde her bulduğu yiyeceği öfkeli ısırıklarla mideye indirirdi. Semih de bu ikinci guruptaki insanlardandı.
Cebinde az buçuk bir parası vardı ve bu parayı tüketmeye kararlıydı. Pizzacıdan çıktı hemen 20 metre ilerdeki hamburgerciye gitti.Kendine yağlı bir hamburger söyledi.Birkaç dakika içinde bunu da bitirdi.Sonra doymak bilmeyen ateşi odunla besler gibi yan taraftaki tatlıcıya girdi.Kendine çikolatalı tatlılar ısmarladı.Patlayacak hale gelmişti.Ama O ,sanki bir yemek yarışmasındaymış gibi iddialı bir şekilde abur cubura devam ediyordu.Onun ki yemek değil midesiyle savaşmaktı adeta.
Tatlıcıdan da çıktıktan sonra artık midesinde hiçbir şeye yer kalmadığının farkına varmıştı. Hazmettirmesi için kendisine bir kutu kola aldı. Ordan da vapur iskelesinin üstündeki kitabevine uğradı. Rafları tek tek dolaştı. Cebindeki para bitene kadar kaset ve kitap satın aldı. En son kendisine vapurla karşıya yani Konak Meydanına geçmek için jeton parası ayırdı.250 tl. ona iki hafta yetecek parayken o sadece bir jeton alacak kadar para ayırıp hepsini bir günde yemişti. Zaten babasının işleri de yolunda gitmediği için fazla para gönderemiyordu. Semih düşünmeden 2 haftalık harçlığını bir iki saat içinde harcamıştı.Şimdi de kara kara bu iki haftayı parasız pulsuz nasıl geçireceğini düşünüp dertleniyordu.
Bu kadar yiyip içmesine, fütursuzca alışveriş yapmasına rağmen hala rahatlayamamıştı. Karşıyaka sahilinde biraz yürüdü. Sonra da yüzünü denize dönerek duvarın üzerine oturdu. Karadeniz'de gemileri batmıştı. Gözleri ağlamaklı.Sanki kanser olup 3 ay ömrü kalmış bir hasta izlenimi uyandırıyordu insanda.Dalgalar kıyıya vurdukça Semih'in derdi sanki katlanarak büyüyordu.
Az sonra sırtına bir el dokundu. Başını kaldırdığında basma fistanı, renkli yazması ,kapkara kaşları ve gözleriyle genç bir roman kızı görmüştü.Sahilde oturanlara musallat olup laf kalabalığı ve pişkinlik yaparak insanların nerdeyse zorla ellerini tutuyor fal bakıp hayatını kazanıyordu.
-Abe uzat elini de bakayim bir falina
Semih istifini bozmadan sağol istemez dedi.Zaten fala inanmazdı.
Ama kız kolay kolay vazgeçecek değildi.
-Okuyayim sana ,bilesin ne zaman ne olacak .Hem bana buralarda Şaşkoloz Naciye derler baktığım fallar ep çıkar
Semih sinirlenmişti.
-Türkçen yok mu senin istemiyorum git işine
Kız sülük gibi yapışmıştı.Defolmak bilmiyordu.
-Abe hemen ne kızarsın be
Diye cevap yetiştirirken Semih de inatla kaşlarını kaldırıyor,dudak büküyordu.
-Param da kalmadı zaten diyerek kızı uyarıyordu.
Semih parasının kalmadığını söylese de kız elini inatla yakalamıştı. Semih elini kurtarmaya çalışıyor ama Şaşkoloz Naciye sıska ama kuvvetli elleriyle çekmeye devam ediyordu.
-Abe senden para isteyen mi var be
Semih elini kurtaramayacağını anladı ve
-Tamam bak ama bir kuruş param yok, istersen havanı alırsın ''diyerek kıza teslim oldu.
Kız ,Semih'in avuç içine dikkatlice baktı,
-Abe sen hiç tarlada çalışmamışsın baksana beyzade gibi ellerin yumuşacık deyip Semih'in avuç içine bir takım taşlar koydu.Hayali şekiller çizdi.Sonra da anlatmaya koyuldu
-Neyse halin çıksın falin
Abe sen çok sıkılmışsın, dertlerini içine ata ata karabulutlar gibi kapanmışsın.Sevdiğine hasret kalmışsın sen ondan böyle üzülürsün.Bak şu avuç içindeki küçük çizgiyi görüyor musun? Bu senin kader çizgindir. Ha bu kalın ve uzun olanı da ömür çizgindir. Senin güzel bir ikbalin olacak, sevdiğin kız da seni çok özlemiş sevdiğinle birbirinize kavuşacaksınız ama üç vakte kadar mı desem ,şu an sen aşk acısı çekersin''
Deyip yarıda kesti. Söyledikleriyle hedefi 12 den vurduğunu sanıyordu. Ama Semih'in o an aklına gelecek en son şey aşk acısıydı. Onu sınavı ve sonrasındaki hesapsız harcamaları nedeniyle tükettiği haftalığı düşündürüyordu.
Kız yarıda kestiği fala devam etmek için avcunu açtı.
''abe devamını istersen atasın birkaç sipali''
Semih kadının iki yüzlülüğüne kızmıştı.
''Ben sana demedim mi param yok anlatma istemez''
Kız, Semih'e inanmıyordu.Tekrar pazarlık yapmaya başladı.
''Abe fazla değil at birkaç kuruş''
Semih falın devamını dinlemek için değil sırf kızı başından savmak için elini cebine attı
-Konak'a vapurla geçmek için cebime bir jeton alacak para ayırmıştım bari onu al ben buradan yürüyerek giderim artık yurda'' diye söylenince
Kız gözlerini Semih'e dikerek baktı.
-Abe senin paran yok mu gerçekten'' diyerek elini koynundan içeri attı ,çıkın halindeki bir mendilden dikkatlice seçerek Semih'e 250 tl.lik bir banknot verdi.
-Senin canın sağolsun abe'' deyip parayı Semih'in avcuna bıraktı ve hızlı adımlarla uzaklaştı.
Semih şaşkınlıktan küçük dilini yutacaktı. Görülmüş bir şey miydi bir çingenenin para vermesi. Kızın arkasından gidip parayı iade etmeyi düşündü ama kız çoktan uzaklaşmıştı.
Elindeki para tam iki haftalık harçlığına denk geliyordu. Yani sınavdan sonra harcadığı paraya.
O ana kadar yüzünden düşen bin parça olan kahramanımızın yüzü gülüyordu bu defa. Bu olsa olsa kaderin bir güzelliğiydi.
Canının bütün sıkıntısı gitmişti. Yine de yürümek istedi. Karşıyaka'nın sahilinden İnciraltı sahiline kadar kah oyalanarak, kah durarak kah koşarak yürüyordu.Sanki o an dünyanın en mutlu insanıydı.
Sabaha karşı yurda vardı.Tanyeri ağırmak üzereydi. Balıkçılar dönüyordu. Pancar motorların pat pat sesi birbirine karışıyordu. Kara fırından sıcak bir ekmek aldı. Ceketinin içine sardı. İçi ısınmıştı. Sonra odaya girmek yerine güneşin doğuşunu izlemeye koyuldu. Hemen yan taraftaki futbol sahasının sakinleri martılar saha da hiç boş bir yer bırakmayarak tünemiş uyuyorlardı. O an aklına bir hinlik geldi.Oturduğu banktan usulca kalktı. Olabileceği kadar sessiz bir halde sahaya yaklaştı. En yaklaştığı yerde sahaya doğru hızla koştu. O an belki binlerce martı uykusundan uyanarak ne olduğunu anlamadan havalandı.Semih mutluydu.Mutluluktan kabına sığmıyordu.Hayat her şeyiyle yaşamaya değerdi. Her zaman olduğu gibi.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.