• BIST 9909.34
  • Altın 2435.681
  • Dolar 32.5203
  • Euro 34.8906
  • Muğla 22 °C
  • İzmir 25 °C
  • Aydın 25 °C
  • İstanbul 18 °C
  • Ankara 27 °C

HAYIRLISI

Güven KARABENLİ

Anadolu’da bir laf vardır. “Soğuk Sarıkamış’ta doğar, Erzurum’a gelin gider, Sivas’a yerleşir” diye doğrudur.

Çocukluğumda, Sivas’ta müthiş kışlar yaşadık. Bilhassa mahallemizin soğuğu meşhurdu. Evimizde otururken soğuktan titreye titreye yürüyen bıyıkları, kaşları bembeyaz buz tutmuş insanları seyreder halimize şükrederdik. En çok üşüyenlerse, Türkiye’nin sıcak yörelerinden eğitime gelen askerlerdi. Keplerini kaşlarının üstüne yıkar, yakalarını kaldırır, ellerini ceplerine sokar, donmuş kaş ve kirpikleriyle kuzeye yani daha soğuğa kışlalarına giderlerdi. Her kış aşırı soğuktan birkaç asker donarak hayatını kaybederdi.

Her şeye rağmen kışlar güzeldi. Üşürdük ama çok eğlenirdik. O zamanlar ulaşım faytonlarla sağlanırdı. O kadar çok kar yağardı ki faytoncular faytonlarını bırakır burunlarından buharlar çıkan, boyunlarından çıngıraklar sarkan atlarının arkasına kızaklarını bağlarlardı. Sibirya gibi olurdu Sivas. O yıllarda Rus klasiklerini okuduğum için, ne hayaller, ne hayaller kurardım. Faytoncular veya kızakçılar sanki hep çok iri insanlardı veya üzerlerine soğuktan korunmak için giydikleri kürkler ve kalın paltolar onları öyle gösterirdi. Yıllar sonra Kanada’nın Quebec şehrinde kışın kızak ve fayton süren Fransızları görünce Sivas’taki sürücüleri hatırlamıştım. O yıllarda Sivas’ta henüz çok katlı çirkin apartman furyası başlamadığı için evler tek katlı, iki katlı veya en fazla üç katlıydı. Çatılardan sakan buzlar Banyan ağaçlarının dalları gibi kaldırımlara caddelere kadar inerdi.

İşte böyle kış günlerinde Kabakyazısı, Öğretmen evlerindeki iki katlı sıvasız, babamın o küçücük öğretmen maaşıyla mucizeler yaratarak, ipotek korkusuyla sabahlara kadar uyuyamadan inşa etmeyi başardığı evimizde yılbaşımızı kutlardık. O günlerde hormon ve sera cumhuriyeti henüz ilan edilmediği için kış mevsiminde ne yenirse onu yerdik. Mevsimine göre yemek yapılırdı. (Mesela ben hayatımda ilk muzu İstanbul’da Üniversiteye gittiğimde yemiştim.) Yılbaşlarının gelmesini iple çeker çok heyecanlanırdım. Çünkü yılbaşı benim için mandalina, portakal demekti.. Sivas’a yılbaşı yaklaşırken Ege’den ve Antalya yöresinden gelirdi mandalinalar ve portakallar. Böyle meyveler biz Sivaslılar için lükstü. Bilhassa çok kolay soyulduğu için mandalina yemeye bayılırdım. Noel ağacı, Noel Baba falan bilmezdik. Kimse kimseyi yılbaşını kutladığı veya kutlamadığı için ayıplamazdı o günlerde. Yeni yılda bir çift ayakkabının, belki yeni bir kazağın, bir futbol topunun veya alınmayacağını bile bile bir bisikletin hayalini kurardık. Tombala oynardık, at yarışı oynardık. Gürül gürül yanan sobanın karşısında kendimizi emniyette hisseder, anne babamıza sarılır şükrederdik.

İstanbul’da yaşadığım sadece bir yılbaşını hatırlıyorum. Çarşamba’da bir mucizeye imza atmış, müthiş bir mimarın 20 metre kareye sığdırdığı bir yatak odası, küçük bir salon, mutfak ve tuvaletten oluşan apartman dairesinde üç arkadaş kalıyorduk üniversite günlerinde. Oda arkadaşım Muhittin ile Beyoğlu’nda berbat bir binanın zeminine inşa edilmiş, tamamı erkek ve tek kaşlı müşterilerin arasında sigara dumanından neredeyse boğularak bir yılbaşı gecesi yaşamıştık. ( niyeyse) Sonra sabaha karşı Lale işkembecisine gitmiş, çok sarhoş ama çok iyi giyimli elli yaşlarında bir beyle aynı masayı paylaşmıştık. Adamcağız o kadar sarhoştu ki önüne konan işkembe çorbasını kaşığıyla bir türlü bulamıyor, epeyce bir uğraştıktan sonra kaşığı çorbaya sokuyor, bu defa da ağzını bulamıyor, yağlı çorbayı üstüne başına, gömleğine kravatına döküyordu. İçimden elinden kaşığı alıp adama yedirmek gelmiş, kader arkadaşım Muhittin ile zavallı adamcağızı yağlar içerisinde daha fazla seyretmeye dayanamamış, acele acele çorbamızı içip kalkmıştık.

Ya işte benim sevgili “F” vitaminlerim sonra nasip oldu Kanada’ya gittim ve tam 20 yıl önce Noel’in, sonra yılbaşının zevkini yaşadım. Bilhassa ilk yıl gördüklerime inanamadım. Bir aydan uzun bir zaman devam eden kutlamalar esnasında; İtinayla süslenmiş ışıklandırılmış ağaçlara, ilahiler okuyan guruplara, birbirine en güzel hediyeyi almak için koşuşturan telaşlı ama güler yüzlü insanlara, çeşit çeşit pırıl pırıl hediye paketlerine ışıklara, daha fazla ışıklara nereye bakacağımı şaşırdım. Kanada’da, dünyanın dört bir yanından gelmiş, her ırktan, her dinden insanın yaşadığı bu medeni ülkede kimse kimsenin inancına karışmıyor, kimse kimsenin ağacını taşlamıyor veya yolmuyor, kimse kimseye saldırmıyor, kimse kimseyi kınamıyordu.

Birkaç gün sonra yine bir yılbaşı kutlayacağız. 2017 yılında bütün istediğim, bombalar patlamasın, masum insanlar ölmesin, terör sona ersin, artık şehit haberleri duymayalım, kimsenin yüreği yanmasın, beğensek de beğenmesek de de Allah başımızda oturanlara akıl, fikir, sağduyu ihsan eylesin, milletin toprağından, batağından çıkıp yerimize yurdumuza geri dönelim.

Sizin başka hayalleriniz var mı? İnşallah vardır.

Ama benim rüyalarımı bitirdiler, artık hayal kuramıyorum. Elimden sadece “Hayırlısı” demek geliyor. “Hayırlısı”

Hayatımın hiçbir döneminde böyle hissetmemiştim.

Üzülmek mi, utanmak mı lazım bilmiyorum ki…

 

Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2003 | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 0252 412 2141