Allah (c.c.) onun ömür çizgisini diğerlerinden daha kısa yazmıştı yazgı defterine. O Antakya’da doğdu. Türkiye’nin Hatay ili dışında varlıkları pek bilinmeyen Arap Alevi bir ailenin çocuğuydu. Karşı evde doğsaydı bir Sünni Türk ailesinin, yan taraftaki evde doğsaydı. Mesihi (Hıristiyan) bir ailenin çocuğu olarak doğacaktı. Bunu kendisi seçmedi.
Ülkede kendi inancı dışındaki insanları Müslüman saymayan çoğunluğa göre dinsizdi. Hatta o çoğunluk aslında Abdullah’ın Sünni olan hemşerilerine bile şüpheyle bakıyordu.
Onlar hiçbir zaman ülkelerine ihanet etmediler. Anadilimi bana öğretin demediler. Beni dışladınız demediler. Silahlanıp dağa çıkmadılar.
Hataylı Arap Alevi insanlarımız ne zaman dışlandıklarını hissettiler ?
Strateji dehası dışişleri bakanı dünyanın farklı coğrafyalarından eli kanlı adamları bu barış diyarına soktu. Onlara para verdiler, silah verdiler. Suriye devletine karşı savaşması için. Bu insanlar Antakya sokaklarında dayı dayı yürüdüler. Restorantlara oturup yiyip içtiler. Para isteyen esnafa ‘’Biz Erdoğan’ın misafirleriyiz’’ dediler. O güne kadar Hatay’da hiç olmayan cümleler kurdular. Mesela hastaneye gittiklerinde ‘’bana Alevi doktor bakamaz’’ dediler. Yolda izde gezerken bazı insanlara eliyle boynundan kesecek gibi göstererek ‘’sıra size de gelecek ‘’ dediler.
Reyhanlı’da yine bu şanssız diyarın insanları can verdiler. Bombayı patlatanlar kenara çekilmişler izliyorlardı. Şimdi bunlar Alevi, Sünni Türk, Arap diye kavga edecekler diye bekliyorlardı ama olmadı. Çünkü onlar dini, kökeni ne olursa olsun birbirlerine asla zarar vermeyeceklerini biliyorlardı. Onların doğasında, töresinde yoktu bu.
Ülke şimdilerde gerildi ama onun memleketi zaten ülkeyi yönetenler tarafından yeterince gerilmişti.
Son olaylarda da sadece anayasal hakkını kullanırken öldürüldü. İktidar yanlış yapıyordu. Muhalefet iktidarın çanağını yalıyordu. Kendini ifade edebilmek için sokağa çıktı, dağa değil ve yaşam çizgisi orda bitti.
Hala özünde biraz insanlık olanlar onun için üzüldüler. Ama insanlığını kaybedip hayatını sadece menfaat üzerine kuranlar, hayatı sadece mantık ve fayda üzerine kuranlar dediler ki ‘’o saatte orda ne işi varmış’’. Hatta alay ettiler helvasını biz yaptıralım diyerek.
Oysa inandıkları dinin emirlerini hiç anlamadıkları belli oluyordu. Onların ölümün acısının ne olduğunu anlayabilmeleri için illaki sevdikleri insanların ölmesi gerekir. Başka türlü anlayamazlar.
Abdullah Antakya’da değil de Konya’da doğabilirdi, ya da Diyarbakır’da ya da Edirne’de, ya da Sivas’ta ya da herhangi bir yerde. Ve siz de doğabilirdiniz dışlandığınız bir yerde. Siz de ölebilirdiniz en temel haklarınızı talep ederken. Yetti canıma derken. Türk olmak, Arap olmak, Musevi olmak ya da başka bir şey kimin elinde.
İşte empati yapmak bu kadar kolaydır. Kendi acısından başka bir acıyı hissedemeyenler insan olmayı anlayamazlar. Sadece yaşarlar ve ölürler.