• BIST 9061.94
  • Altın 2300.267
  • Dolar 32.3186
  • Euro 35.0764
  • Muğla 20 °C
  • İzmir 25 °C
  • Aydın 24 °C
  • İstanbul 19 °C
  • Ankara 22 °C

TARİH BİZE FISILDIYOR

Zeki SARIHAN
Saray’a doğrudan bağlı bir medyamız var. Onun hangi olay karşısında ne yazacağı, ne söyleyeceği önceden belli.
Bir de sözüm ona iktidara muhalif basınımız, oralarda kalem oynatan yazarlarımız bulunuyor. Hem de bunların kalemleri son derece keskindir. Çünkü ülkemizde iktidara karşı oldukça geniş bir çevre eksik değil. Bunlar tarafından sevilmek, okunmak gerekir değil mi? İşte bu kalemi keskin muhalif yazarlar, gerekmediği zamanlarda bile iktidara atıp tutarlar. Komplo teorilerine bile başvururlar.
Fakat iki kavram vardır ki, onlar söz konusu olduğunda bunların yüzlerindeki boya dökülür ve yüzlerine geçirdikleri çıkarıp atmak zorunda kalırlar.
Bu iki kavramdan biri milliyetçiliktir. Milliyetçilik derken yurtseverlik anlamında bir vatan sevgisini ve onu korumayı kast etmiyorum. Bunların milliyetçiliği basbayağı ırkçıdır. Başka ulusları da ilgilendiren sorunlara bir futbol fanatiği gibi yaklaşırlar. Hep “biz” haklıyızdır. “Biz” dedikleri iktidardır. Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur! Niçin yoktur? Çünkü onların hepsi düşmandır da ondan! Ayrıca “kahpe”dirler de. Milletlerin, halkların hak eşitliği gibi bir kavram sözlüklerinde bulunmaz. Başka hiçbir ülkede itibarları olmasa da iktidarın ve heyecana getirmeye çalıştıkları içerideki kamuoyunun onlara biçtikleri değerle tatmin olular.
Böyle davranmalarının nedeni, burjuva-feodal iktidarının onların önüne de maddi ve prestij olarak bir parça bir şey atma beklentisidir. Burjuvazi geçici olarak onlardan güç alıyorsa da onları bölüşüm dışında bırakıp kazancın hepsini kendi hanesine yazabilir. “Sana bu işten kemik düşmez!” diye en etkili ağızdan daha geçenlerde söylenmişti…
Bu takımın asıl tavrını göreceğimiz ikinci yol ayrımı, bir emekçi iktidarının gündeme geldiği günlerdir. Bütün iktidarın ve bütün servetlerin emekçilerin eline geçmesi, onlar için büyük bir tehlikedir! Böyle bir durum gerçekleşirse, haksız servetlerini kaybedecekleri gibi, üzerine oturup ahkâm kestikleri ideolojileri de at oynatacakları meydan bulamaz. 1917’nin beyaz Rusları gibi yükte hafif pahada ağır neleri varsa toplayıp ülkeden kaçarlar. Bu bizde henüz gerçekleşmedi ama Kurtuluş Savaşı sonunda ülkeyi terk eden Padişah ve işbirlikçilerinin kaçması gibi benzerlerini de yaşadık.
Yakın zamanda gelişen olaylar karşısında televizyonları izlerken, gazeteleri okurken gördüğüm şey şudur: Ülkemizde iki sınıfın sözü geçmektedir. Bunlardan biri feodal-burjuva sınıfların karmasından oluşan İslamcı odak, diğeri Batıcı-laik burjuva sınıfı. Hem Türkiye halkını, hem başka milletleri Türkiye hâkim sınıflarının çıkarlarına ram etmek için söylem birliği halindedirler.
Emekçilerin sesi ise ya çıkmamakta ya da sağda solda çıkan haklı ama cılız sesler hemen boğulmaktadır. Kentin küçük bir alanında veya bir kurumun kapısı önünde yapılacak bir basın açıklaması coplarla ve tazyikli sularla bastırılmaktadır.
İktidar sözcülerinin saatler alan beyin yıkama faaliyetinin ve sözüm ona muhalefetin dar görüşlü, teslim bayrağını çekmiş demeçlerinin, televizyonlarda izlediğimiz konuşma ve gazetelerde okuduğumuz yazıların ise gerçekte halkta bir karşılığı yoktur. Herkes işinde gücündedir. Halk bu kavgayı uzaktan izlemekle yetinmektedir. Halkın bir kısmı kavgayı izlemeye değer bile görmüyor. Çünkü bu iktidar çevrelerinin ve onun söylemlerine teslim olmuş çevrelerin bu kavgası, halkın ekmeğini büyütmeyecek, hatta onu küçültecektir.
Oysa bu günler geçecek ve ileride “demek bunlar da olmuş!” denecektir. Geçmişte çok örneği vardır: Bir dilin çarşıda konuşulmasının yasaklanması, köy yakmalar, Atatürk’ün Selanik’teki evine bomba attırılması tertibi, İstanbul’da 6-7 Eylül 1955’te Rumların mallarının yağmalanması, 1945’te Tan Matbaası’nın tahrip edilmesi, yıl sektirmeden sosyalistlerin grup halinde tutuklanması ve Nazım Hikmet gibi bazılarının ağır hapisliklere çarptırılması, Sabahattin Ali’nin bir MİT elemanına öldürtülmesi… DP’nin “Vatan Cephesi”, “Meclis’te Tahkikat Komisyonu” kurması, Körfez Harekâtında “Bir koyup üç alma” açgözlülüğü… Hangi birini sayalım. Evet, bunlar da olmuştu!
Milattan Önce 1274'te Mısırlılarla Hititliler arasındaki Kadeş Savaşı kime ne kazandırmıştır ki, aynı topraklarda bugünkü bir savaş kazandırsın? İki tarafın kralları, askerlerine ve halklarına ne vaat ediyorlardı, ellerine ne geçti?
Aklımdan şöyle bir şey geçiyor: Şu günlerde politikacı, gazeteci gibi kişilerin nasıl bir tutum aldığının listesini yapmak ve gelecekte önlerine koymak!
Bu gelecek, ne zaman gelir bilmem. Ama mutlaka geleceğini tarih bize fısıldıyor.
 
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2003 | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 0252 412 2141