• BIST 10891.42
  • Altın 2529.106
  • Dolar 32.8951
  • Euro 35.7068
  • Muğla 22 °C
  • İzmir 26 °C
  • Aydın 20 °C
  • İstanbul 23 °C
  • Ankara 17 °C

SÜRMELİ ÇUKURU’NDA ÜÇ SICAK GÜN-2

Zeki SARIHAN

IĞDIR BELEDİYESİNDE

6 Haziran günü, sıcak basmadan doğrudan Belediyeye gittim. Başkan M. Nuri Güneş’le görüşmek istediğimi söyledim. Az sonra gelecek dediler. Nitekim birkaç dakika sonra asansöre onunla birlikte binerek bir emrivaki yaptım. Odasına buyur etti. Ben daha söze başlamadan ellerinde imzalanacak evrakla sekreterleri odasına girip çıkmaya başladılar. Bir ara bulup kendimi tanıttım. Hakkâri Belediye Başkanının görevden alınıp tutuklanmasını hatırlatarak kendisini güvende hissedip hissetmediğini sordum. “Hazırlıklıyız” dedi. Ismarladığı kahveyi içerken bana ayıracak 15 dakikasının bulunup bulunmadığını sordum. 10 dakika sonra toplantıya girmek zorunda olduğunu söyledi. Birlikte bir fotoğraf aldırma isteğimi geri çevirmedi. Bir kartını istedim. Henüz bastırmaya vakit bulamamış! Belediyede Iğdır’ı tanıtan bir kitapçık da yokmuş! Güneş, 2009’da da başkan seçilmiş ancak bu başkanlığı bir yıl sürebilmiş. Partisinin genel merkezinde çalışmış. Hapis yatma “vazifesi”ni de yerine getirmiş! HEP, DEP, ÖZDEP, HADEP, DEHAP gibi birçok (!) partide görev almış Güneş, DTP’nin de kurucularından.

GÜLTEN AKIN VE FERİYE TEYRAN

Iğdır’da aydınlar arasında bir kopukluk var. Sora soruştura Iğdır’da Eğitim-Sen’in Parlar Caddesindeki adresine ulaştım. Gittiğimde saat 18’e geliyordu. Çalışma saati bitiğinden olacak sendika kapalıydı. Bir not ve telefon numaramı kapıya bıraktım. Tanıdığın tanıdığı biriyle başkanının telefonuna ulaştık. Ayhan Alpaslan akşam beni kaldığım Uygulama Oteli’nde ziyaret edeceğini söyledi. Geldi, Caddenin öbür tarafındaki Komşu Çayevinin önünde oturduk. Kendisi bir ay önce başkanlığı bırakmış. Yeni başkana telefon etti. O ve bir arkadaşı çok geçmeden geldiler. Çaylar birbirini izlerken Iğdır’daki siyasi ve sosyal hayat hakkında görüşmeye başladık. Eğitim-Sen burada eğitim çalışanları sendikası içinde üçüncü sıradaymış. Birinci “Hükümet Sendikası” olarak bilinen Eğitim Bir-Sen, İkinciye ise Türk Eğitim-Sen geliyormuş. Arkadaşlarımın üçü de Kürt. Tartışmamızın ana konusu, Tük-Kürt sorunu. Ben ülkeyi kurtaracak olanın sosyalizm olduğunu ve Türk ve Kürt emekçilerinin bunun için güçlerini birleştirmeleri gerektiğini anlatmaya çalışıyorum, Kürt meslektaşlarım Kürtlerin geçmişte ve hâlen haklarının nasıl yok sayıldığını anlatıyorlar. Devrimci Türklere de güvenmiyorlar. Kurtuluş Savaşı yıllarında Kürtlere verilen sözlerin nasıl tutulmadığını bildiğim için kendilerini anlayışla karşılıyorum. İçlerinden biri “Bir baba, evlatları arasında ayırım yaparsa sonucu ne olur?” sorusuna bilinen yanıtı veriyorum: “Evden kaçar!” Selahattin Demirtaş’ın görüşlerine değer verdiğimi anlatıyorum.

Sohbet sırasında Gülten Akın’ın adı geçtiğinde hiçbirinin bu adı duymamış olmasını yadırgıyorum. Bunu söylediğimde “Sen Ahmedi Hani adını duydun mu?” sorusuyla karşılaşıyorum. “Mem u Zin Leyla ile Mecnun’a kaynaklık etmiştir.” Ahmedi Hani’yi ve onun ünlü yapı8tı Memu Zin’i duyduğumu söylüyorum. Nitekim çarşıda gezerken küçük bir anıt görmüştüm. Dört tarafının her birinin üzerine bir Kürt edebiyatçısının adı ve bunların eserlerinden bir cümle kazınmıştı. Bunlar Ahmedi Hani, Musa Anter, Fegiye Teyran (Bu adla ilk orda karşılaştım), Mehmet Uzun idiler. “Sen Fegiye Teyran’ı duydun mu?” deselerdi, bu konuda bilgisizliğim ortaya çıkacaktı. Onlara şunu da eklemeden edemedim: “Toplumun en ezilen kesimin temsilcileri, en çok araştıran, bilen insanları da olmak zorundadır. 68 Kuşağının elinden bu nedenle kitap düşmezdi.” Bu tartışma azınlık milliyetlerinin çoğunluğu oluşturan milletin tarihi, dili ve sanatını tanımadan dişe dokunur bir politika üğretip üretemeyeceği konusuyla da ilgili sayılır. Çarlık Rusya’sının azınlık milliyetindeki aydınlar herhalde Puşkin’i, Tolstoy’u tanımadan bir Azerî, Gürcü veya Kazan Türk edebiyatı oluşturamazlardı. Gene de onlara karşı anlayışlı olmalıydım. Lenin’in öğüdüne uyarak hâkim milletin aydınları öncelikle kendi milliyetçilerini eleştirmeliydiler.

Yeni başkan, Iğdır’ı tanıyabilmem için bir yakını olan Aşiret Boran Şen’in hazırlayıp 2012’de İl Kültür Müdürlüğü tarafından basılan “Geçmişten Günümüze Iğdır Halk Kültürü” kitabını verdi. Ayhan, ertesi gün dersi bittikten ve çocuklarını okuldan aldıktan sonra 13.30’da arabasıyla gelip beni alacağını ve Iğdır’ı tanımak için bir program yapacağımızı söyledi. (Ama ertesi gün , telefonla özür diledi, başka bir işi çıkmış.)

TUZLUCA’DA

Iğdır’a vardığım gün, eşimin parti çalışmalarından tanıdığı ve “iyi bir insan” olarak tanıttığı CHP eski il başkanı İlhan Zor’u aradım. Adını verdiği pastanede buluştuk. İkramda bulundu. Akşam yemeğine davet ettiyse de kabul etmedim. Burada, kimseyi masrafa sokmamaya kararlıydım. Ona bir kitabımı imzaladım. “Memleket meseleleri”ni görüştük. Ertesi gün de Nuh Nebi Camii’nin avlusundaki açık çayhanede buluştuk.

CHP il Merkezine gittim, kapalıydı! Meğer başkanı geçici bir süre çıkmış. Bıraktığım not üzerine aradılar. Yeniden gittiğimde merkezde üç kişi oturuyordu. Merkez İlçe başkanlığını ziyaretimde ise Tuzluca’yı görme isteğim söz konusu olunca başkan Asker Bostancı, Tuzluca ilçe başkanına telefon etti ve orada beklendiğim söyledi. Minibüsler, 40 km.lik asfalt yolu yarım saatte alıyor. Beni CHP ilçe merkezinde ilçe başkanı Süleyman Ulutaş bekliyordu.

Tuzluca denilince eski devrimcilerin aklına Kaymakam Mehmet Can’ın gelmemesi mümkün değil. Yaşar Kemal’in Teneke romanındaki kahraman kaymakam Çukurova ağalarını kızdırınca Tuzluca’ya sürülür. Cevat Fehmi Başkut da “Buzlar Çözülmeden” oyununda bu deli kaymakamın başına gelenleri anlatır. Süleyman Bey, babasından Mehmet Can’ı duymuş.

Önce bir taksiyle 1.5 km. ötedeki tuz mağarasına gidiyorum. Çankırı’da da böyle bir mağara gezmiştim. Buradaki mağaralar ışıklandırılmış, terapi merkezi haline getirilmiş. Galerilerin sonunda bir toplantı salonu bile yapılmış. Görevli genç, aynı zamanda jeoloji okuyormuş. Buranın 40 milyon yıl önce büyük bir yer hareketiyle oluştuğunu anlattı. Göl kurumuş, tuz kalmış, üzerine yeni çökeltiler ve sular birikmiş. Bunlar da kurumu ve tuz bırakmış, böylece tuz ve taşlaşmış çamurlardan üst üste tabakalar oluşmuş. Ben oradan çıktığımda Süleyman’la üniversitenin aşçılık bölümünü yeni bitirmiş oğlu Ulaş arabayla geldiler. Ulaş yurt dışında iş bulmaya kararlı. Biraz aşağıda halen tuz çıkarılmakta olan galeriye arabayla girdik. İş makinalarını uzaktan ışığı görülüyor ve gürültüsü duyuluyor. Hititlilerin buradan tuz çıkardığı biliniyormuş. Şimdi çıkarılan tuzlar, karayolları tarafından yolların tuzlanmasında kullanılıyormuş. Tuzluca’nın tuzları Türkiye’nin tuz ihtiyacını yüz yıl karşılayabilecek durumda olduğunu internet söylüyor.

Seyir Tepesi’ne çıkarak Tuzluca’nın fotoğrafını aldık. Eski adı Kulp olan Tuzluca’nın merkez nüfusu on bin kadar ve yerleşimi çok dağınık. Aşağı kısımları eskiden Ermenilerin oturduğu yermiş. Yukarı kısımlarında modern evler var. Kasaba içinde otomobille şöyle bir tur attık. Önünde bir ineğin bağlı olduğu bir tezek yığının fotoğrafını aldım.

Fotoğraflar: 1. Iğdır Belediye Başkanı M. Nuri Güneş’le, 2.Tuzluca Seyir Tepesi’nde Süleyman Ulutaş’la, 3. Tuz mağarasında, 4. Iğdır Kürt edebiyatı anıtı. (11 Haziran 2024)

(Devam edecek)

zekisdarihan.com.

 

 

 

 

 

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2003 | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 0252 412 2141