Yorucu bir gün geçirdik. Sabah otelden alınarak yağmurlu bir havada 200 km. ötede “Uluslar arası Dostluk Serisi” dedikleri hatıra müzesine götürüldük. Koreliler konuklarına burayı göstermekten özel bir gurur duyuyorlar. Buraya 2001’de de getirilmiştim.
Buradaki iki ayrı sarayda devrimin lideri Kim İl Sung’un ve oğlu, ikinci devlet başkanı Kim Jong İl’e gönderilen veya getirilen hediyeler sergileniyor. İlki 50.999 metrekare, ikincisi 20.000 metrekare alana inşa edilmiş.
Kim İl Sung’a ait olanın 18 tonluk kapısından girince genel salonda en değerli armağanlar sergilenmiş. Bunlar devlet başkanları ve bazı ülkelerin partileri veya dostluk grupları tarafından gönderilmiş. İçlerinde gerçek bir sanat eseri olan ve değeri çok yüksek olanlar var. Kim İl Sung’a 180 ülkeden gönderilen hediyelerin toplamı 222.522 imiş. Her hediyeye bir dakika göz atılsa tamamını görmek için bir yıl sekiz ay gerekiyor. Pavyonlar ülke ülke ayrılmış. Türkiye’den Sosyalist Parti, İşçi Partisi ve bazı kişilere ait sekiz armağan yer alıyor.
Kim Jong İl’e 165 ülkeden gönderilenlerin sayısı ise 56.477. Burada Türkiye’ye ayrılan bölümde 12 hediye sergileniyor. Bunların çoğu İP’ten. Türkiye-Kore Dostluk Derneğinin de neler gelişinde birkaç parça armağanla geldiği anlaşıyor. Her hediyenin kim tarafından gönderildiği ve geliş tarihi Korece ve İngilizce olarak yazılmış.
Bizi müzede gezdiren kız, Kim İl Sung Üniversitesinde tarih okumuş. Bana Türkiye hakkında bazı sorular sordu. Koreliler genellikle soru sormadıkları, yalnızca sorulara yanıt verdikleri için bu kız farklı ve akıllı biri idi. Bunu kendisinse de söyledim.
Ben bu binaları Firavun mezarlarına benzetiyorum. Labirent gibi uzun koridorlar, yüksek tavanlar ve soğuk mermer…
Kim Jong İl “Tapınağı”nda oturup çay kahve içtik. Fotoğraf çektirdik. Önümüze uzatılan deftere ikimiz adına izlenimlerimizi yazdım, imzaladım. Tercümanımız Kim, bunların Korecelerini de yazdı.
Karşıda yemyeşil bir orman yükseliyor.
Gene hafif yağmur altında “İnternational Friendship Exhibition”dan ayrıldık. Dönüş yolunda kayalıklar ve onun içinde bir küçük çağlayanın aktığı piknik yerine saparak kumanyalarımızı yedik. Om ve Kim, burada bir Kore rakısı açtılar. Başkentte bulamadığım çakmağı buradaki satış büfesinde buldum. Kim’in bendeki emanet çakmağını geri vermek istediysem de almadı. Bizden başka kimsenin ortalıkta görünmediği büfede üç kadın görevliydi. Satışlarını ne durumda olduğunu sordum. Normalmiş!
BUDİZM MÜZESİNDE
Dönüş yolu üzerinde, Miyohang Tarih Müzesine uğradık. Burası 15. Yüzyıl’dan kalan bir Budizm merkezi. 20 kadar yapının bir kısmı 1950-1953 savaşında bombalayarak yıkmışlar. Budist kılığına girmiş bir adam, camlı kutuya attığımız 20 Von karşılığında bize bir ibadet gösterisi sundu. Buda heykeline karşı dualar okudu. Biz de yere oturarak onu izledik. Buda tanrıları hakkında bilgiler aldık.
Az ileride benzer bir yapı içinde bir Budist “hoca”sı vardı. Artık omum ibadet gösterisini izlememiz gereksizdi. Türkiye hakkında az çok bilgisi olan tercümanımız, bunun Budizm içinde Alevilik gibi bir mezhep olduğunu söyledi. Burada da ziyaret defterine izlenimlerimi şu cümlelerle yazdım: “1950’deki gibi Amerika’nın gönderdiği askerler olarak değil, dostluk için geldik. Kahraman Kore halkına bağımsızlık, özgürlük ve refah içinde yaşamasını dileriz.” Kim, bunun Korecesini yazının altına ekledi.
Dönüş yolumuzda yağmur sonunda evlerine yaya olarak veya bisikletle dönen insanlar görülüyordu. İki yanda sebze, meyve ağaçları ve mısır tarlaları vardı.
Otelde akşam yemeğinin yarısını yemiştik ki, UNİCEF’te çalışmakta olan Murat ve eşi Nilgün geldiler. Bizi dışarıda yemeğe götürmek istiyorlardı. Götürdükleri ilk lokanta bana çok lüks geldi. Oldum olası böyle yerlerden hoşlanmadığım için, listede çorba olmadığını bahane ederek başka bir yere gitmemizi önerdim. Bu kez, daha çok Rusların gittiği “Diplomatik Clup”a götürüldük. Burası daha da lüks görülüyordu ama artık “ev sahipleri”ne teslim olmaktan başka çare yoktu. Fakat sundukları çorbayı sevdim. Bizim “Çoban Salatası”nın adı burada “Arap Salatası” imiş.
Muratlarla Kore üzerinde konuşuyor, bu ilke hakkında bir Türk gözünden bilgi almak istiyordum. Korelilerin ülkenin altını tünellerle birbirine bağladıkları, bazı Japonları kendilerine Japonca öğretmesi için denizden kaçırdıkları ilginç bilgiler arasındaydı. Yabancılar taşrada kalamıyormuş çünkü oralarda lokanta yokmuş.
Nilgün Hanım'ın Birleşmiş Milletlerin onlara sağladığı internet hattından yararlanıp basarak getirdiği gazete kupürlerini otelde geç vakte kadar okuduk. Bunlar, dünkü Ergenekon göz altılarını anlatıyordu. Türkiye ile ilgili kaygılarımız arttı. Acaba bu gözaltılar kimlere kadar uzanacaktı?... Her türlü sürprize hazır olmak gerekti…