Sıcak ve yoğun olayların yaşandığı zor günler

Sıcak ve yoğun olayların yaşandığı zor günler
'Ben Azrail, biraz sonra canınızı almaya geliyorum'

'Ben Azrail, biraz sonra canınızı almaya geliyorum'

*Sıcak ve yoğun olayların yaşandığı zor günler
Osman Erdoğan, 1972 Trabzon doğumlu… 24 Yıldır Marmaris'te yaşıyor… Bar işletmecisi… 1991 yılında Manisa Kırkağaç'ta acemi birliğinde başlayan askerlik yolculuğu önce Kars-Sarıkamış'a, oradan Siirt-Kurtalan'a uzanıyor…

Osman'ın askerliği, Tansu Çiller'in Başbakan olduğu yıllara denk geliyor… Kuzey Irak sınırına operasyonların düzenlendiği, sıcak ve yoğun olayların yaşandığı zor günler… Bir akşam vakti söyleşiyoruz Osman Erdoğan'la… Tavşan kanı çaylarımız masamızda… Karadenizlilerin kendine has coşkusu içinde Osman…

Bense, Alnımda Kar-Başımda Duman yazı dizisinin ruhuma kattığı heyecan içindeyim yine… Bu öykünün tüm kahramanlarının anılarını dinledikçe; karlı dağların soğuğunda üşüyüp, dağların heybetinden etkileniyorum… Büyüyor yüreğim korkusuzluklarıyla… Onlarla batıp çıkıyorum karlarda… Sırtlarındaki yükü sırtımda duyumsuyorum… Tenimi yakıyor, dağ rüzgarları…

*Ağlarsa anam ağlar
Çaylarımızı yudumluyoruz bir taraftan… Bir taraftan anlatıyor Osman:
“Dağıtımda Kars-Sarıkamış'a gittim önce… Kuzey Irak sınırında düzenlenen operasyonlardan dolayı, olayların en sıcak yaşandığı dönemlerden biriydi. Görevli olarak 80 asker gönderilecekti, Siirt'e… Gönüllü oldum ben de… Şimdi merak edersin abla, anam ne yaptı duyunca oralara gittiğimi diye. Ne yapsın? Hani derler ya –Ağlarsa anam ağlar, gerisi yalan ağlar- diye. Ağladı, durdu ne yapsın… Ben askerden dönene kadar dinmedi gözyaşı”. İç geçiriyor Osman anası aklına gelince… Çayından bir yudum alıp devam ediyor anlatmaya:

*Doğu'da asker için hayat gece başlar
“Siirt Kurtalan'a trenle gittik. Trenimiz sıkça taciz ateşine tutuldu ve taşlandı…
Gideceğimiz yere sağ salim vardık sonunda… 11 ay, gündüzleri tütün fabrikasında uyuduk. Öyle yatak falan görmedik anlayacağın. Düşün bundan 18 yıl önce… O zaman şimdiki şartlara göre daha zordu bizim askerliğimiz. Hem terör yoğun yaşanıyordu, hem de teknik imkanlarımız daha kısıtlıydı… Doğuda asker için hayat gece başlar. Akşam gün batımında yani… Ancak, şafak söktü mü dinlenmeye geçilir, sırası gelen nöbetini tutar, diğerleri uyur…
Bir gece dağda, pusu nöbetindeyim… Gece görüşüyle kontrol ediyoruz ortalığı… En ön mevzideyim, uç noktada yani… Nasıl da uykusuzum, hani gözlerim kapanıyor desem yeri. Bir baktım aşağıdaki vadide birkaç karaltı. Ortalığı ayağa kaldırdım. Bir de baktık ki koyun sürüsüyle çoban geçiyormuş… Tabii sonra nöbette olmayan da, sabahı etti.

*'Ben Azrail, biraz sonra canınızı almaya geliyorum'
Geceler çok farklı doğuda askerliğini yapanlar için. Psikolojik bir savaş alanı geceler… Teröristler telsizlerimizi dinlerdi… Bir gece 02.30 da pusudayız… Telsiz anonsu geldi: 'Ben Azrail, biraz sonra canınızı almaya geliyorum' diye… Tim komutanımız üsteğmen altta kalır mı 'Gelin geleceğiniz varsa, göreceğiniz var' diyerek haykırdı. Karşıdakilerin sesleri, solukları kesildi ardından”…
Güneydoğu'nun öyküsü, sessiz bir savaşın öyküsüydü gerçekten… Anadolu topraklarındaki, son yüzyılın en uzun süren savaşının… Baba Ocağından kopup, asker ocağında filizlenen Mehmetçik'in öyküsü, öyle çetin ki, benzemiyor hiçbir öyküye…

*Şehit olursam tabuttan göreyim isterdim: “En çok kim ağlıyor”
Kendi mekanında, konuşuyoruz Osman'la. Geceki program için harıl harıl hazırlanıyor ortalık… Boş fincanlarımızı alıp kalkıyor, kendisi tazeliyor çaylarımızı…

“Bir operasyonda, arkadaşlarımızdan biri şehit oldu… O nasıl bir duygu anlatmam mümkün değil… İçime bir ateş düştüğünü hissettim, çok üzülmüştük… Operasyonlara giderken hep ölümü düşünürdüm. Korktuğumdan değil. İlginçtir, hiç korkmadım ölümden, karşılaşabileceklerimizden de… Neyi düşünür, merak ederdim biliyor musun? Eğer ki şehit olursam arkamdan en çok kim ağlayacak… İsterdim ki tabuttan göreyim… Tabii anamın dışında… Söyledim ya, anamın gözleri hiç kurumadı ben askerdeyken… Garip bir duyguydu biliyorum, ama bu soru hep benimleydi işte…
Bir gece köyde teröristler var diye ihbar geldi. Sabaha karşı gidip köyü çevirdik. Aradık durduk, ama ne var ki adamlar toz olmuşlar. Muhtarla konuştu komutanımız. Teröristlerin köyden sızıp kaçtığını öğrendik”.
Operasyonlar, nöbetler, dağlar, mevziler, pusular zorlu şartlar… Osman'ın da askerliği böyle geçmiş. Gündüzler ayrı, geceler ayrı zormuş birbirinden… Sonunda terhis zamanı gelip çatmış:

* “Askerliğim hiç bitmemiş gibi”
“Terhis olurken de öyle hadi bitti askerliğin bitti, güle güle olmuyor. Bekliyorsun… Bekliyorsun ki eskort eşliğinde toplu olarak gidesin, koruma altında… Havaalanı olan ile kadar, her ilin sınırında, başka eskort teslim alıyor… Ve askeri uçakla getirildik Ankara'ya… Tabii asker elbisesi üzerimden çıktı diye, kendimi sivil olarak görmedim. Kendini tuhaf hissediyor insan. Bir süre alışamadım, sanki her an geri dönecekmişim gibi geliyordu bana. Hala da aynı duygular içindeyim. Askerliğim hiç bitmemiş gibi. Bugün yine görev verilse yine giderim. Anamı nasıl mı buldum? Ben askere giderken gözü yaşlıydı, geldim yine gözü yaşlı. Tek farkı vardı o günkü gözyaşlarının. Bu seferkiler sevinç gözyaşlarıydı”.
Sustu Osman… Dalmıştı gözleri. Dağların karında, korkunun korkusuzluğunda, vatan sevgisinin gözü karalığında, anasının gözyaşlarındaydı belki de…
Bu yazı dizisine başlarken yazdığım şu satırları tekrarlamak istiyorum: “Bu öykü, korkarken korkmamanın, heyecanın, cesaretin, gözü karalığın, vatan sevgisinin, sessizliğin, savaşın, kanın, mayının, pusunun, uykusuzluğun, nöbetlerin, dağın, karın, şehitlerin, gazilerin öyküsüdür. Bu bir MEHMETÇİK öyküsü… Bu öykü, karlı dağlardaki menzillerin, sınır karakollarının, ölümün soğuk nefesinin öyküsüdür. Bu öykü anaların, bacıların gözyaşıdır”…

* “Hakkari'den Edirne'ye bu vatan hepimizin”
Osman yeniden yaşıyor gibi anlattığı anılarına noktayı koymadan önce: “Ama abla, bak bir şey söyleyeceğim… Bunları yazmadan geçme sakın” diye tembihliyor beni. “Yazarım merak etme, söz” diyorum… Not alıp, almadığımı kontrol ediyor yine de, yazdıklarımı da okuyor bir taraftan:
“Orada yaşayanların çok zor durumda olduğunu söylemek istiyorum. Aynı bayrağı, aynı vatanı paylaşıyoruz kürt kardeşlerimizle… Aynı havayı soluyup, aynı suyu içtiğimiz, birlikte savaştığımız insanlar. Bayrağımızın altında, Hakkari'den Edirne'ye bu vatan hepimizin… Bizi dış güçlerin birbirimize düşürdüğüne inanıyorum… Terör örgütünün baskısı altında eziliyorlar... Doğrusunu söylemek gerekirse, Doğu'yu politik bir oyun için kullanılıyorlar”.
Yazdım işte Osman, söz verdiğim gibi. Birlikte yaşamış, aynı havayı solumuş, ekmeğini suyunu bölüşmüş, cepheye beraber gitmiş, kanı birbirine karışmış, cumhuriyeti birlikte kurmuş, mecliste omuz omuza oturmuş, aynı masaya yumruk vurmuş insanların destansı hikayesi değil miydi Güneydoğu?
Yazdım işte…
“Güneydoğu, açılımın açmazlığında yitenlerin öyküsüdür”…(devam edecek)

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum