Halil CANDA
Mısır
Yasemin devriminin doğduğu topraklara, magrip diyarlarına gidelim sizlerle.Önünde uçsuz bucaksız maviliklerle Akdeniz,arkasında sonu gelmez altın sarısı kumlarıyla sahra.
Devrik lider Ben Ali'nin hükmünün sürdüğü zamanlarda Kartaca Harabelerinde geziyoruz. Bulunduğumuz yerden diktatör Ben Ali'nin görkemli başkanlık sarayının fotoğraflarını da çekiyorum. Çok geçmeden güvenlik güçleri geliyor benden fotoğraf makinemi istiyorlar.Güç bela onları fotoğrafları sildiğime ikna edip makinemi kurtarıyorum.Galiba benim fotoğraf makinesinin de ahı tutmuş olmalı ki Ben Ali birkaç yıl sonra sarayını ve ülkesini terk etmek zorunda kaldı.
Bu güzel ülkenin Akdeniz kıyısındaki küçük ama şirin balıkçı kasabasına gidiyoruz. Sidi Bu Sait ya da Seyyid Ebu Sait deniyor burda. Akdeniz'in en güzel, en tipik kasabalarından biri burası.
Beyaz badanalı evlerin hiçbiri diğerinin manzarasını kesmiyor. Dar sokaklardan yürüyoruz. Muhteşem Akdeniz mavisini seyrederek. Maviye boyanmış pancurlar ve kapılar.
Akdeniz çevresindeki çoğu şehirde pancurlar ve kapılar maviye boyalıdır. Dünyanın en zehirli akreplerinin yaşadığı bu sıcak ülkelerde akrepler maviyi görüp deniz sansınlar evin içine girmesinler diye yüzyıllardır pencereleri ve kapıları maviye boyamışlar.
Burda kapılar ve kapı tokmakları evin sahibinin statüsü,maddi gücü hakkında bilgi veriyor insanlara.
Bazı evlerin kapıları son derece sıradan. Ama bazıları ince işçilikleri, göz kamaştıran desenleriyle, birbirinden ilginç kapı tokmaklarıyla varlıklı sahipleri olduğunu gözünüze batırıyorlar.
Cafe Deliceus isimli kafeye oturuyoruz. Nargileler geliyor. Burda nargile içmeyen insan yok. Hayatın bir parçası. Kadınıyla erkeğiyle, genciyle yaşlısıyla herkes nargile içiyor. Galiba insanlar nargilenin tütününü çektikçe rahatlıyorlar. Kavga gürültü azalıyor. Her nefeste stres uzaklaşıyor dünyanızdan.
Burdan Sousse şehrine gidiyoruz.Akdeniz'in kenarında güzel bir şehir. Medina'sıyla ünlü. Medina Arapçada şehir demek. Eski zamanlarda şehir merkezi, şehri saran surların içindeki bölümdür. Bugünse şehirlerin en turistik yerleri buralardır. Burda eski bir camiyi geziyoruz. Basit bir mimarisi var ama bizim camilerimizden farklı geliyor. İlk önce camiye almak istemiyorlar bizi.Türkiye'den geldiğimizi söyleyince itiraz etmeden alıyorlar.
Çarşıyı dolaşıyoruz. Suk diyorlar çarşıya.
Tunus'a gittiğinizde rastlayabileceğiniz en otantik eşya kuş kafesidir. En küçüğünden en büyüğüne her biri birer sanat eseridir. Bazı kuş kafesleri o kadar büyüktür ki içine devekuşu bile koyabilirsiniz.Keşke taşıyacak takatimiz olsa. Deve derisinden minderler, cüzdanlar, çantalar satıyorlar.
Küçük çerçeveler içinde yılan ve akrepler var. Kimisi eline almaktan bile sakınırken kimisi evinin en güzel köşesine asmak için, hediye etmek için birer ikişer alıyor. Burda her köşede taze portakal suyu sıkıyorlar. O kadar bol ve güzel.
Tatlıcıya uğruyoruz.Tunusluların hurma ve bademle karıştırarak yaptıkları meşhur ''Makruz''tatlısından alıyoruz.Hurmanın çekirdeğini çıkarmışlar bademle birlikte ezmişler ve lokum dilimleri gibi kesmişler.
Bu şehirde deniz kenarında kafes şeklindeki faytonlarıyla turistleri gezdirir faytoncular. Güzel de bir marinası var. Port el Qantui. Birbirinden şık restorantlar, cafeler, hediyelikçiler. Sanki Avrupa'dan bir yer gibi. Fransızlar buraya hafta sonu tatiline geliyorlar. En yaşlısından en gencine herkes anadili gibi Fransızca konuşuyor.
Osmanlı nerdeyse dört yüz yıl kalmış. Ama Osmanlıyı hatırlatan bir eser yok sayılır. Ama sadece elli yıl kalan Fransız kokuyor.
Tunus halkı Arap halkları içinde belki de en gelişmiş olanı. Demokrasi ile kendi kendini yönetmeyi çoktan hak eden bir halk. Belki de yasemin devrimi bu sebepten bu topraklarda başladı.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.