“Bana göre bu anayasa 12 Eylül Anayasasından daha geri bir Anayasadır”

“Bana göre bu anayasa 12 Eylül Anayasasından daha geri bir Anayasadır”
Referanduma Doğru Yazı dizimizin son konuğu Cumhuriyet Halk Partisi Armutalan Belde Örgütü Başkanı Mustafa Sokullu.

Referanduma Doğru Yazı dizimizin son konuğu Cumhuriyet Halk Partisi Armutalan Belde Örgütü Başkanı Mustafa Sokullu. “Anayasa değişikliğine neden “Hayır” diyorsunuz?” sorumuzu geniş kapsamlı anlatımla yanıtlayan Sokullu, İktidar tarafından hazırlanan Anayasa metninin 1982 Anayasasından daha geri bir Anayasa olduğunu savundu ve “12 Eylül Anayasası üzerinden 30 yıl geçti, zaman aşımına uğradı. Hiç kimsenin cezalandırılması ve yargılanması olanağı yok. Bu Anayasa yalnızca sembolik bir anlam taşıyor. Üstelik referandum yolunda “Evet, Hayır” konusundaki uygulamalara bakarsanız toplum ve toplumdaki kanaat önderi kurum ve kişiler, “Evet” konusunda büyük bir baskı altına alınmıştır” dedi.


“Bana göre bu anayasa 12 Eylül Anayasasından daha geri bir Anayasadır”

Anayasa değişikliğine neden “Hayır” dememiz gerekiyor? “Hayır” diyecek olmamızın iki ana nedeni var.
Biri; bu anayasa metninin teknik yapısıdır. İkinci ve daha önemli olan ana unsur; Anayasayı yapan, yazan TBMM'de iç tüzük hükümlerine aykırı bir biçimde milletvekillerinin zarflarını kontrol ederek geçiren AKP yönetim anlayışı. Anayasa Mahkemesi bu durumu hiç göz önüne almamıştır.
Şu anda referanduma sunulacak Anayasa metnine baktığınızda, neye Hayır diyeceğiz? AKP iktidarı “Bu Anayasa metni 12 Eylül Anayasasını sona erdiren, 12 Eylül Anayasasına karşı, demokrat bir metindir” diyor.

Bana göre bu anayasa 12 Eylül Anayasasından daha geri bir Anayasadır.Neden?
1-12 Eylül Askeri Rejiminin getirdiği
2-YÖK düzeni aynen devam ediyor, hiçbir şey değişmedi.
3-Dokunulmazlıklar sistemi devam ediyor, hiçbir şey değişmedi.
4-12 Eylül Askeri Rejiminin getirdiği yüzde 10 barajı aynen devam ediyor. Ki bu baraj yüzünden seçmenlerin nerdeyse yüzde 40'ının oyları heba oluyor.
Bu koşullar altında bu değişikliklere demokratik değişiklikler demek imkansız.
12 Eylül Anayasası üzerinden 30 yıl geçti, zaman aşımına uğradı. Hiç kimsenin cezalandırılması ve yargılanması olanağı yok. Yalnızca sembolik bir anlam taşıyor.

Geçtiğimiz kış Armutalan ve Marmaris Belediyeleri Kenan Evren Bulvarı'nın adını değiştirdiler. İki belediye meclisi de aynı gün toplanıp değişikliği oyladılar. Çok uzun tartışmalar yapıldı ve öneriye AKP'li Meclis Üyeleri şiddetle muhalefet ettiler. Bu işin üzerinden yıllar geçmedi, aylar geçti. AKP birkaç ay içinde mi demokrat oldu? AKP yönetimi gerçekten 12 Eylül faşist yönetimine karşı idiyse, daha o günlerde Evren adının değişmesine de olumlu oy kullanırdı.

Şunu söyleyeyim, AKP 12 Eylül'e karşı olduğunu savunuyor. Geçtiğimiz kış Armutalan ve Marmaris Belediyeleri Kenan Evren Bulvarı'nın adını değiştirdiler. İki belediye meclisi de aynı gün toplanıp değişikliği oyladılar. O gün, yönetimdeki arkadaşlar ve Mahalle Komitelerinin üyeleri ile birlikte o meclis toplantısında ben de bulundum. Çok uzun tartışmalar yapıldı ve öneriye AKP'li Meclis Üyeleri şiddetle muhalefet ettiler.
Bu işin üzerinden yıllar geçmedi, aylar geçti. AKP birkaç ay içinde mi demokrat oldu? Biz bunu Armutalan ve Marmaris özelinde yaşadık.
AKP yönetimi gerçekten 12 Eylül faşist yönetimine karşı idiyse, daha o günlerde Evren adının değişmesine de olumlu oy kullanırdı. Başbakanın o günlerde Evren Paşanın “Asmayalım da besleyelim mi?” sloganıyla idam edilen geçlerimiz için döktükleri gözyaşları, sadece büyük bir samimiyetsizlik göstergesidir. Halk değişiyle “artistik “gösterisidir. Şu günlerdeki “Evet, Hayır” konusundaki uygulamalara bakarsanız toplum ve toplumdaki kanaat önderi kurum ve kişiler, “Evet” konusunda büyük bir baskı altına alınmıştır. Medya yayın organları, sivil toplum örgütleri, köşe yazarları, dernekler ve muhalefet partileri Başbakan tarafından her gün yaylım ateşine tutulmaktadır. Başbakan, TÜSİAD'a referandumda “Evet” oyu vermesi için kamuoyu önünde baskı yapmaktadır. TÜSİAD için söylediği “Bitaraf olan, bertaraf olur” sözü, çok açık bir tehdittir. Bu tehdit TÜSİAD'a değil, demokrasiye yönelik bir tehdittir.
AKP iktidarını destekleyen tek sesli basının koro halindeki yayınları tamamen antidemokratiktir. TV yayınları arasında iktidarın siyasi ve ekonomik etkinliklerini eleştiren yayınlar programlardan kaldırılmıştır.
Ruhat Mengi'nin son derece geniş ufuklu tartışma programı “Her Açıdan” yayından kaldırılmıştır.
Yapılan araştırmalarda Türkiye'nin en güvenilir haber programı Uğur Dündar'ın programıdır. Bu da yok oldu ekranlardan. Ben bu programların yayından kalkmasının, “Yaz programı” gerekçesiyle olduğunu düşünemiyorum. Türkiye'de siyasal duyarlılığın çok yükseldiği referandum döneminde, bu programların yaz tatili gerekçesiyle de olsa yayından kaldırılması bana anlamlı gelmektedir.
Geçen akşamlarda Haber Türk kanalında yayınlanan Yiğit Bulut'un Başbakanla yaptığı röportaj, yıllar önce Kanal 6'da Mete Akyol'un Zeynep Özal'la yaptığı röportajı hatırlattı. O röportaj Mete Akyol'un gazeteciliğinin sonu olmuştu. Gayet “ çanak sorularla” dolu, çok kalitesiz bir programdı. Bakıyorum Yiğit Bulut'un bu program ile yiğitliği gitmiş, bulutu kalmış.Onun da bir rüzgarlık ömrü var.
Bir de bu ortamda AKP iktidarının yürütmekte olduğu Ergenekon davalarına bakmamız gerekiyor. Ergenekon davalarının süreci ve uygulamaları AKP iktidarının yargı gücünü egemenliği altına almak istediğinin, nasıl bir yargı gücü hedeflediğinin tipik bir göstergesidir. Hiç gerilere, bir iki yıl öncesine gitmeyelim, aybaşında yapılan YAŞ toplantılarına bakalım. AKP iktidarı yani yürütmenin temsilcileri, terfi etmesini istemedikleri komutanların terfilerini engellemek için resmen tüm toplumun gözleri önünde özel savcıları ve yargıçları sonuna kadar kullanmışlardır. Subaylar hakkında yakalama kararları çıkarılmış, 5 ay sonra başlayacak davalar için tutuklamalar istenmiş, sonra nasıl olduysa bir gecede serbest bırakılmıştır, tam bir tiyatro.
İşin özü şudur;
AKP iktidarı demokrasiye inanmamaktadır. AKP çoğunluk oylarının, görüşlerinin yürütülmesinin demokrasi olduğunu düşünmektedir. “Bu kadar oyum varsa, ben her şeyi yaparım” diye düşünmektedir. Oysa demokrasi; yasama, yürütme, yargı güçlerinin arasındaki dengenin sağlandığı düzendir. Tüm güçler birbirini dengelemekte ve sınırlamaktadır.
Mutlakıyeti sınırlayan İlk yazılı sözleşme olan Magna Karta (anlam olarak büyük sözleşme, büyük ferman anlamlarına gelir ) 1215 yılında imzalanmış bir İngiliz belgesidir. Günümüzdeki Anayasal düzene ulaşana kadar yaşanılan tarihi sürecin en önemli basamaklarından birisidir. Magna Karta; Kralın bazı yetkilerinden feragat etmesini, kanunlara uygun davranmasını ve hukukun kralın arzu ve isteklerinden daha üstün olduğunu kabul etmesini zorunlu kılan, egemenliğin ve mutlakıyetin sınırlanmasının en saf belgesidir. Öğrenciliğimizde bunu bize Mümtaz Soysal uzun uzun anlatmıştı.
AKP bu referandumda iki önemli hedef koyuyor kendisine; Birincisi; Anayasa Mahkemesi ile Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun yapısını değiştirmek. Bu değişiklikle yargı gücünü yürütmenin egemenliği altına almayı amaçlamaktadır ve bunun demokrasiyle uzaktan yakından hiçbir ilgisi yoktur.
YAŞ toplantıları sürecindeki yargılama oyunları Dünya adalet tarihinde, olumsuz örnekler olarak yer alacaktır. YAŞ sürecinde, AKP iktidarı bir taşla iki kuş vurmuştur; hem Yüksek Mahkemenin ve Yüksek Kurulun yapısını değiştirmiştir, hem de YAŞ'ın Askeri kanadının hazırladığı kararnameleri değiştirerek otoritelerini zedelemiştir.
Bunların da demokrasiyle ilgisi yoktur.
Bu aşamalarda şu sorulabilir: Türkiye'de Askerler sütten çıkmış ak kaşık mıdırlar? 27 Mayıs, 12 Mart, 28 Şubat, 12 Eylül darbelerini yapan Silahlı Kuvvetlerinin sütten çıkmış ak kaşık olmayacağı çok açıktır. 27 Mayıs dışındaki tüm darbeler, emir komuta zinciri altında yapılmıştır. Bu nedenle, her kademedeki darbeci subay, üstleri ve astları ile birlikte yargılanmalıdır. Yargılanacaksa böyle yargılanmalıdır. Senin adamın, benim adamım seçimi yoktur. Genel Kurmay Başkanını yargılamadan, komutanlarını yargılamanın anlamı yoktur.
Hilmi Özkök'ü yargılamadan, Kuvvet Komutanlarını, onun astlarını yargılamanın hukuki bir anlamı yoktur. İnternette e-muhtıra veren Genel Kurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt hakkında hiçbir işlem yapılmadan, diğer astlar hakkında işlem yapılması hakkaniyete uygun değildir. Adalet;yaş ve kuruyu bir arada yakmamaktır. 12 Eylül'de çok canlar yandı, hepimizin canı yandı. Ama bu gelinen nokta, adalet duygusunu yaralamaktadır. Özünde AKP 28 Şubat'ın kökten dinciler üzerinde yarattığı etkinin intikamı böyle alınmaktadır.
Gelelim ikincisine; Sekiz yıllık AKP iktidarı döneminde Türkiye iki ana siyasal ve sosyal fay hattına sahip olmuştur.
Biri; kökten dinci X laik ekseni. Yani inanç düzleminde ikiye ayrılmış bir yapı.
Diğeri; Türk X Kürt ayrımı. Etnik köken anlamında ikiye ayrılmış bir Türkiye. Bunların altında da her iki gurupta da Alevi-Sünni mezheplerine göre ayrılmalar yatmaktadır.
AKP iktidarı kökten dinci ve laik ayrımını kuvvetlendirmek için sürekli TSK'ni yıpratmaktadır. Geçmişte askeri darbelerden zarar gören liberaller, dönekler, aydınlar AKP'nin yaktığı bu ateşe odun taşımaktadırlar. Bunu da demokrasi adına yapmaktadırlar. AKP de laik toplum düzeninin kalesi olarak gördüğü TSK'ni yıpratmak için elindeki yandaş medya gücünü sınırsız bir biçimde kullanmaktadır. Eğer AKP gerçekten demokrasiye inansaydı bu anayasa değişikliklerini her koşulda, parlamentodaki siyasi partileri toplar, uzlaşma sağlardı. %10 barajı düşerdi, dokunulmazlıklar kalkardı, YÖK kalkardı, eski DGM'lerin devamı olan özel yetkili savcılar ve mahkemeler kalkardı. Anayasa değişiklikleri ancak böyle yapılırsa toplum tarafından kabul görebilirler. Yoksa bu değişiklikler toplumun değil, AKP'nin anayasası olacaktır.
Demokrat bir iktidar, asla sadece “Evet” propagandası yapmaz ve buna fırsat vermez.
Eğer toplumun özgür iradesiyle bir anayasa oylaması yapılacaksa, iktidar sadece “Evet” oyu için propaganda yapmaz. Biz bunu geçmiş yıllarda 12 Eylül askeri rejimindeki Anayasa oylamasında da yaşamıştık. Mavi oyların tespit edilebilmesi için incecik beyaz zarflar kullanılmıştı. Sandık başlarında sivil polisler dolaşıyorlardı ve mavi oyları saptıyorlardı. Cumhuriyet Gazetesinde yayınlanan Behiç Ak'ın “Atatürk'ün gözleri mavi, sevgilimin gözleri mavi” karikatürleri yasaklanmış ve Cumhuriyet Gazetesi yayını durdurulmuştu. Başbakanın bugün TÜSİAD'ne, TOBB'ne, YARSAV'a yönelttiği baskılar, bize 12 Eylül dönemini ve Hitler dönemini anımsatıyor. Başbakan YARSAV'la uğraşıyor. Ama onun gibi yargıçlar derneği olan Demokrat Yargı Derneğine hiç sesini çıkarmıyor. Çünkü o dernek AKP yanlısı bir dernek. Bu bana 12 Eylül öncesinde Türkiye'nin yaşadığı acı bölünmüşlüğü anımsatıyor. Bu bölünmüşlüğün acılarını yaşayan Türkiye'nin hiç ders almadan daha derin bölünmüşlüklere koşar adım gitmesi bana acı veriyor. “Akıl nerede kaldı?” diye soruyorum.
AKP iktidarının getirdiği çifte standart sistemi, “Benim adamım sistemi”, Türkiye'yi bambaşka bir bataklığa götürüyor. Bakıyorsunuz “Benim adamım” dediği RTÜK eski Başkanı Zahit Akman, hakkında elde edilmiş tüm kanıtlara rağmen yargılanamıyor, görevine son verilmiyor, hatta RTÜK Başkanlığı görevinden sonra da, kurul üyeliği devam ediyor.
Deniz Feneri davası uluslar arası bir yargı rezaleti halinde. Almanya'da suçlu bulunuyor, yargılanıyor, hapse atılıyorlar. Dosyalar Türkiye'ye geliyor, suçlular hakkında hiçbir şey yapılamıyor, kayda değer bir ilerleme sağlanmıyor.
Avrupa'da, Almanya'da terörist örgüt olarak tespit edilen İHH'nın Mavi Marmara eylemi Türkiye'yi uluslar arası platformda son derece zor durumda bırakacak bir etkinliğe dönüşüyor. Bu etkinliğin arkasında eyleme katılan AKP milletvekillerini feribottan indirenin hükümet olmadığını düşünmek olanaksız.
Ne oldu? Türkiye ne kazandı? Bana göre Türkiye Ortadoğu'daki bir savaşın içine hızla giriyor. Bir şeye dikkatinizi çekmek istiyorum; bakın Filistin davası eskiden sol kökenli bir davaydı. Türkiye'deki devrimci militanlar FKÖ kamplarına gönderilip eğitim görüyordu. FKÖ laik bir örgüttü, hala da öyledir. Ama Şii kökenli Hamas örgütü kekten dinci bir örgüttür ve laikliği reddetmektedir. Filistin'in sadece, Gazze kentindeki seçimleri kazanan Hamas orada dini esaslara dayalı ayrı bir Filistin Devleti oluşturmaya çalışmaktadır. AKP iktidarı Filistin devleti ile değil de hamas ile açık ilişki kurmaktadır. Bu oyunun sonu nereye varacak? Bakın geçmişte PKK sol bir örgüttü. Kurulma aşamasında kendisini Marksist, Leninist bir örgüt olarak tanınıyordu. Şimdi nasıl bir dönüşüme uğradı? Kürtler de kendi aralarında Alevi ve Sünni Kürtler diye ayrılmaya başladılar. PKK'nın solculuğu yok oldu. Etnik kökenler üzerinde yükselen, sol siyasetten kopmuş, feodal bir yapıya dönüştü. Kürt sorunun feodal yapıyla ilgili yanını Türkiye hiç görmüyor. Bütün bunları Anayasa oylamasına gitmeden önce ve “Evet” “Hayır” sayfalarının üzerine mührü vurmadan önce uzun uzun düşünmemiz gerekiyor.
Düşünmemiz gereken bir de açılım politikaları var.
Ermeni açılımına ne oldu? Sonuç yok. Kürt açılımı dendi, kardeşlik dendi. Adını bile koyamadıkları bir açılım. Habur kapısında Kürt açılımı sona erdi. Adalet ayaklar altına alındı. Açılımla yurda dönenler, illegal yollardan yurtdışına döndüler.
Kıbrıs ne oldu? Var mı yanıtını bilen?
İran'la ilgili yapılan anlaşmalar ne oldu? Türkiye'nin bir etkinliği mi oldu? İran 19 Ağustos itibariyle Nükleer tesisine Rusya'nın katkılarıyla yakıt yüklemeye başladı.
AB Projesi ile ilgili kaç dosya açıldı, hatırlayan var mı? O bir uygarlık projesiydi. O projeden kalan son şey ne oldu? Herhalde Başbakanın birlik üyesi devletlerin Büyükelçileriyle yediği yemekler kaldı. Bir de AB'den sorumlu Devlet Bakanımız Egemen Bağış'ın “Hayır” oyu verecekleri akılsızlıkla suçladığı anlamsız ama baskı dolu demeci kaldı. Bunlar çok acı gerçekler.
Alevi açılımına bakalım. Ne oldu? Bir arpa boyu ilerlemedik. İlgili bakanların demeçleri havada duruyor.
Bir de Roman açılımı yaptılar. Ne oldu? Renkli bir salon etkinliği olarak kaldı. Ama Sulukule yok edildi ve Romanlar İstanbul dışına sürüldü. AKP iktidarı bizlerle dalga geçiyor.
Bütün bunlara baktığımız zaman demokrasi adına, açılım adına elimize AKP politikalarından ne kalıyor?
İşsizlik düştü diyorlar. Zaten işsizlik bu aylarda düşüyor. Çünkü insanlar tarım alanlarında, turizm sektöründe çalışmaya başlıyor. Hükümetin bunda bir rolü yok. Üretim artıyor mu? İhracat artıyor mu? Kriz öncesi değerleri yakalayabildik mi? Üniversiteye giriş sınavlarındaki soru rezaletini unutmayalım. ÖSYM başkanı istifaya davet edilmedi. YÖK Başkanı “bu insani bir hatalardır” dedi çıktı işin içinden. Gelecekte bu işten yoğun pis kokular gelecektir. Türkiye bu sınavın peşini bırakmamalıdır.
Geçtiğimiz haftalarda Türkiye Kandil dağından gelen bir açıklamayla sarsıldı. Devletin Abdullah Öcalan'la anlaştığını ve dolayısıyla BDP'nin boykottan vazgeçerek, referandumda “Evet” oyu kullanacağını açıkladı. BDP “Evet” demelerinin koşullarını tek tek saydı. Başbakan referandumda “Evet”in kazanabilmesi için bu uzlaşmayı bile yapabiliyor diyorum. Çünkü Karayılan'ın bu açıklaması Devlet tarafından reddedilmedi, hala bir açıklama bekliyoruz. AKP ret ediyor ama devlet ret etmiyor. Bu uzlaşma doğru ise Türkiye referandumdan sonra fiilen ikiye ayrılacaktır.
Bakın,bir süre önce Hatay- Dörtyol ve Bursa- İnegöl'deki olayları yaşadık. Bir küçük kıvılcım, büyük yangınlar çıkarabilir, en büyük korkum; bir şehit cenazesinde “Kahrolsun PKK” yerine, “Kahrolsun Kürtler” denmeye başlanmasıdır. Türk halkı yıllardır yaşadığı tüm acılara rağmen, bu ince ayrımı her zaman yaptı. Hiçbir şehit cenazesinden sonra Kürt kökenli vatandaşlara zarar verecek bir hamle yapılmadı. Bu bize, insanlarımızdaki köklü sağduyuyu ve halkın etnik ayrım gözetmediğini anlatmaktadır.
Tüm samimiyetimle söylüyorum ki artık korkuyorum, Çünkü Türk kökenli yazarlar artık “Biz Kürtlerle beraber yaşamak istiyor muyuz?” şeklinde yazılar yazarak, tartışmaya başladılar. Biz de geçmişteki Hindistan, Pakistan ayrışmasını mı yaşayacağız? Siz Gandi filmini izlediniz mi? Hindistan'ın parçalanmasında yaşananları görmek için lütfen o filmin CD sini bulup izleyin. Ben o günler yaşamak istemiyorum, kan dökülsün istemiyorum. Ben bu ülkede gencecik insanların ölmesini istemiyorum. Ben ülkemin barış içinde yaşamasını, akıllıca yönetilmesini, demokrat bir ülke olmasını, kalkınmasını ve zenginliğin bir avuç insan tarafından yutulmasını değil, eşitçe hakça dağıtılmasını istiyorum. Dört çeker cipe binmiş türbanlı kadınla, dört çeker cipe binmiş burjuva kadın arasında hiçbir sınıf farkı yoktur. Her ikisi de sonuçta temsil ettikleri burjuva sınıfının varlığını devam ettirmek için gerekli olan davranışları sürdürürler.
Yürütülen Evet ve Hayır kampanyalarına baktığımızda propaganda düzeyinin kaliteli olduğunu söylemek mümkün değil. Soy sop, boy pos meseleleri ortalıkta dolaşıyor, ortalık hakaretten geçilmiyor.
Ve bu kadar laftan sonra “Ne olacak?” diye soracak olursanız, ben “Evet” ve “Hayır” oylarının çok az bir farkla sonuçlanacağını düşünüyorum. At yarışlarındaki “foto finiş” gibi bitecek bu referandum. Bu kadar küçük bir farkla reddedilen veya kabul edilen bir anayasa, daha yolun başında,halkın yarısı tarafından kabul görmemiş, yıpranmış bir anayasa olacaktır. Ardından hızla genel seçimlere geçilecek, çok çetin bir seçim mücadelesinden sonra, AKP'nin tek başına iktidar olmasına halkın oylamasıyla son verilecek ve koalisyonlar dönemi başlayacaktır. Türkiye'de bundan böyle darbe olmamalı, halk demokratik seçimlerle hükümeti seçmelidir, iktidarı seçimlerle değiştirebilmelidir.
Askeri dikta ile sivil diktanın birbirinden farkı olmadığını yaşayarak öğreniyoruz. Bu referandumda “Evet” çıksa bile, seçimde AKP iktidarı son bulacaktır.
İşte ben bütün bu nedenlerden ötürü 12 Eylül günü “Hayır” oyu kullanacağım.( Bu ropörtaj 28 Ağustos 2010 günü yapılmıştır.)


HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.