“28 Gün, botlarım ayağımdan çıkmadı”

“28 Gün, botlarım ayağımdan çıkmadı”
Toprak kokar avuçlarım, kan kokar.Ben hoyrat gecelerde boy atmış fidan,Boz bulanık sularda yıkanmış, arınmışım.

Yazı Dizisi (2)

ALNIMDA KAR, BAŞIMDA DUMAN…
Oya DİRİKCAN

“Bu, askerliğini Güneydoğu'da yapan Mehmetçik'lerin Öyküsüdür

 

“28 Gün, botlarım ayağımdan çıkmadı”

Toprak kokar avuçlarım, kan kokar.
Ben hoyrat gecelerde boy atmış fidan,
Boz bulanık sularda yıkanmış, arınmışım.
Geceleri çok yakınım yıldızlara… (Cahit Sıtkı Tarancı/Tutsam ellerinden ağlarsın)

*Adımı yazarsan hiç konuşmayayım abla… Ben de bir Mehmet'im işte
İsimli isimsizdi içlerinden biri… “Adımı yazarsan hiç konuşmayayım abla” dedi. “Ben de bir Mehmet'im işte, adı Mehmet diye yaz, Ahmet olmanın farkı var mı ki?” dedi. Doğru, adı Ahmet olsa karlı dağlarda yaşadıkları farklı mı olacaktı? Hayır… Fotoğrafını çekemediğim gibi, askerlik fotoğrafını da vermedi… “Mehmetçik, Mehmetçik'tir Abla, koy işte bir asker fotoğrafı, ben yerine” dedi… 1976, İzmir doğumlu… Marmaris'te inşaat sektöründe çalışıyor… 1995-1997 yıllarında Van'da yapmış askerliğini…
Yakın bir arkadaşımın oğlu tanıştırdı beni Mehmet'le… On iki yıl önce tamamlayıp geldiği askerlik anıları dün kadar taze. O kadar taze ki, gözlerinde hala karlı dağların esintisi, yüreğinde hem insan, hem asker olabilmiş olmanın yüceliği var… Çekingen kaygılı bir tavırla gelip oturdu karşımdaki sandalyeye… Çay söyledik birer tane… Ellerini kavuşturdu dizlerinin üzerinde. Mahcup bir tavırla:
“Abla ne soracaksın ki şimdi sen bana, ben anlatmasam bir şey olmaz mı?” dedi…

*Benim askerlik anılarım kanlı … Şehidi var, gazisi var…
Sıkıntılı ve kaygılıydı… Sormayacaktım bir şey… O anlatacaktı, ne anlatacaksa… Sorgulayan, tedirgin bakışlarını çay bardağına kilitledi.
“Her askerliğini yapmış olan gibi, anılarını bizlerle paylaşabilirsin” dedim.
“Herkes askerlik anılarını güle oynaya anlatır. Bazen şaşırır, bazen gıpta ederim onlara… Ben anlatamıyorum herkes gibi… Neden mi? Çünkü güle oynaya anlatacak askerlik anım yok benim… Benimkiler hep kanlı Abla… Şehidi var, gazisi var… Nasıl anlatayım, neyi anlatayım ki ben şimdi sana?”…
Onu üzdüğümün farkındaydım. Yaşadıklarının üzerinde bıraktığı etkiyle, sanırım askerlik anılarını anlatmakta zorlanacaktı Mehmet … Ama konuşacaktık… Çıkmıştık bir yere bu yola… O da, şeytanın bacağını kıracaktı… Kıracaktı ki, gelmişti…
Birinci bardak çaylarımız bitti… İkincileri söyledik…
Bu öyküyü hazırlama aşamasında, bir araya gelip konuştuğum tüm Mehmetçik'lerle aynı sıkıntıyı yaşayacaktım oysa… “ALNIMDA KAR, BAŞIMDA DUMAN”ın birkaç paragrafını oluşturabilmek için üç-dört saat oturup, konuşacaktık sırası geldiğinde…
İkinci bardak çaylarımızı yudumlarken, Mehmet yavaştan başladı anlatmaya… Askerliğini yaptığı yer, Van olmakla birlikte, devamlı görevde olduklarından, Hakkari Çukurca'da tamamlamış askerliğini…

*Önce Van, ardından ver elini Hakkari Çukurca…
Hiç bakmıyordu yüzüme… Dalgın gözleri, masanın üzerinde çay kaşığı ile oynayan parmaklarındaydı… Ağabeyi de askermiş, Mehmet askere giderken… Önce, ağabeyi asker diye Mehmet'i almamışlar askere… Ama Mehmet'çe zamanı gelmiş askerliğin bir kere… Üstelik bir de gönüllü olmuş Güneydoğu'ya gitmeye… En çok anası ağlamış peşi sıra… Karaymış gözü Mehmet'in , korku hissetmemiş yüreğinde hiç… Tek kusuru varmış Güneydoğu'daki Asker Ocağının yolunu tuttuğunda… Heyecanlıymış, hem de çok… Önce Van, ardından ver elini Hakkari Çukurca…
Karlı dağlar olmuş yatağı hep… Birlikten çıktıkları gibi, on gün, yirmi gün, bir ay dağlarda dolanıp, yatıp kalkıyorlarmış… Hele bir keresinde tam 28 gün ayağından postallarını çıkaramamış… Çoraplar erimiştir artık ayaklarında” dedim. Hüzünle kıvrıldı dudağının bir kenarı “Sorma abla, ben de söylemeyeyim” dedi…

*Yakamızın içinde iğne taşır, uykumuz gelince sağımıza solumuza batırırdık
“Genellikle dağda olduğumuzdan, hemen hemen on bir ay yatak yüzü görmedi sırtımız. Etrafını taşla çevirdiğimiz mevzilerde üçer kişi kalıyorduk.Uyumuyorduk, gece gündüz. Mevzidekilerden biri nöbetteyken, diğerleri dinlenirdi. Dinlenir, kestirirdik ancak, uyuyamazdık…
Bir komutanımız vardı. Toplu iğne taşıtırdı yakamızın içinde. Uykunuz geldi mi, sağınıza solunuza batırın iğneyi derdi”
Gözleri iyice hüzünle gölgelendi… Nefes almadan dinliyor, not alıyordum konuşmalarını…
“Operasyonlarda birçok arkadaşımız vuruldu. Kimi şehit düştü, kimi gazi oldu. Arkadaşını şehit verdiğinde, onun yerinde ben de olabilirdim diye düşünüyor insan. Öyle garip bir duygu ki… Hani arkadaşının öldüğüne yanarken, kendi yaşadığını sorguluyorsun… Abla biliyor musun, askerliğimin biteceğinden, geri döneceğimden hiç umudum yoktu. İnsan o ortam içinde ancak böyle düşünebiliyor, iyimser olamıyorsun. Düşünsene, aylarca bırak sivil insan görmeyi, şöyle uzaktan olsun bir sokağa, bir eve ait, hayata dair yani, bir ışık, bir sarı pencere görmedik”.

*Arkadaşları elleri parçalanmış teröristi ölüme terk etmişti
İkinci çaylarımız bitmiş, bardaklarımız soğumuştu çoktan… Tazelettirdik çaylarımızı. Mehmet bir nebze olsun açılmış, rahatlamıştı… Yine de arada derin soluklar alıyor, daralan yüreğini genişletmeye çalışıyordu… Ben iyiden susmuştum artık… Sessiz bekliyordum… Bekliyordum ki o konuşsun… Çayından bir yudum daha aldı ve devam etti konuşmasına:
“Bir operasyon sırasında yaralanmış bir terörist teslim oldu bize. Biz mevzideydik. Baktık karşıdan ellerini kaldırmış biri geliyor. Komutan ateş etmememizi emretti, teslim aldık. Çatışmada elleri parçalanmış. Ellerini kullanamadığından, arkadaşları silahlarını alıp, ölsün diye bırakmışlar karın orta yerinde. Birliğe haber verildi, bizimkiler helikopterle gelip aldılar”…
Gözleri masanın üzerindeydi hala Mehmet'in… Çay bardağını evirip çeviriyor, kaşığı tabağın bir içine, bir dışına sürükleyip duruyordu…
“Telsiz görüşmelerinde araya girerdi teröristler… Bizim işimiz emir kulu askerle değil, bizim işimiz ekmeğini askerlikten çıkaranlarla derlerdi, subayları kastederek. İşte bu nedenle operasyonlarda herkes tek tip giyinir, komutan kim anlaşılmaz”.

*Zap Suyunu gördün mü sen hiç
Ben yalnızca dinliyor ve not almaya devam ediyordum… Hani “Sözün bittiği yer” herhalde burası olmalıydı… Böyle anlar için söylenmişti bu söz sanki. Sihir bozulacak, Mehmet susacak diye neredeyse nefes bile almıyordum. İskemlesini biraz daha masaya yanaştırıp, gözlerini ayırmadığı boş çay bardağını ileri iteledi. Ellerini kavuştururken, masaya oturduğumuzdan bu yana ilk kez yüzüme baktı:
“Zap suyunu gördün mü sen hiç Abla?”
“Hayır görmedim” dedim usulca…
“Görsen suyun heybetinden korkarsın. Şelale gibi çağlar, düşsen yutuverir, kurtuluşun olmaz. Bir gece Zap suyunun öbür yanına geçmemiz gerekti. Kar, kış… Hava demir gibi… Köprü yok… Nasıl geçilecek? Yüzme birliğinden arkadaşlar karşı tarafa geçip, halat gerdiler. Bu arada biz de soyunduk üstümüz ıslanmasın diye… Öyle geçtik karşıya… Hayatımda o kadar üşüdüğümü hatırlamıyorum.
Yaşamla ölüm arasındaki incecik çizgiyi, dağlarda süregelen amansız mücadele içinde o kadar güçlü hissediyorsun ki… Yaşanan her an, her operasyon o ince çizgiyle burun buruna getirebiliyor insanı…
*Ben ölmek istemiyorum, ölecek miyim şimdi?
Yine bir operasyon sırasında, bir arkadaşımızın silahı tutukluk yaptı. Subaylardan biri silahın sorununu gidermeye çalışırken vuruluverdi teröristler tarafından. Subayın karın boşluğundan girip, arkadan çıkan kurşun, bir başka arkadaşımızın kaba etine saplandı. Yaralıları menzillerin gerisine taşıdık… Subay kan içindeydi… “Ben ölmek istemiyorum, ölecek miyim şimdi?” dediğini hatırlıyorum. Telsizle haber verdik birliğe… Helikopterle alıp götürdüler… Subay'ın bir böbreği ile dalağının alındığını duyduk sonradan”…
Sustu Mehmet… Birkaç saniye bekledim, tekrar konuşacak diye… “Ben gideyim Abla artık” dedi. Evet, söz bitmişti gerçekten… “Ne anlatayım ben şimdi?” diyen Mehmet, adını, fotoğrafını vermeyen Mehmet, bu öykünün kahramanlarından biri olmuştu çoktan…
(Devam edecek…)
2 Aralık 2009-Çarşamba
Birkaç saniyede 18 şehit verdik
Hüseyin Yerlikaya (Balıkçı): “Kuzey Irak'a operasyona gidiyorduk. 5-6 helikopter dolusu asker…İlk helikopter iner inmez, teröristler tarafından tarandı… 18 şehit verdik…Bizim helikopter ikinci sıradaydı… Komutanın emriyle, inmeden geri döndük… Şemdinli-Yüksekova karayoluna iniş yaptık. Bir de baktık komutanın ayağı kan içinde… Meğer helikopterimiz yara almış, bizim komutanın ayağı da bu şekilde yaralanmış…Dönene kadar bize bir şey hissettirmedi”

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum