18 ŞEHİT VERDİK

18 ŞEHİT VERDİK
Başım dağ, saçlarım kardır,Deli rüzgarlarım vardır,Ovalar bana çok dardır,Benim meskenim dağlardır(Sabahattin Ali/Dağlardır dağlar)

Yazı Dizisi (3)

ALNIMDA KAR, BAŞIMDA DUMAN… 

“Bu, askerliğini Güneydoğu'da yapan Mehmetçik'lerin Öyküsüdür”

(Hazırlayan: Oya Dirikcan)

 

Başım dağ, saçlarım kardır,
Deli rüzgarlarım vardır,
Ovalar bana çok dardır,
Benim meskenim dağlardır(Sabahattin Ali/Dağlardır dağlar)

*Silah tutacak ellerine kına yaktı anası
Bir bayram havası esiyordu evde… Kınalar yakılıyor, davul zurnalar çalınıyordu… Davul zurnayı gören güvey kınası, ananın gözlerindeki yaşı gören gelin kınası sanırdı… Oysa evin oğlu askere gidiyordu… Harman yeri gibiydi yürekler, kah rüzgar olup savruluyordu hüzün, kah yağmur olup gözlere düşüyordu… Kına yaktı anası, silah tutacak ellerine… Tülbendinin kenarına silip gözünün yaşını, usulca yaklaştı kulağına “Oğul, bizde üç şeye kına yakılır, yuvasına kurban olsun diye gelin kıza, hakka kurban olsun diye kurbanlık koyuna, vatana kurban olsun diye askere gidecek oğula… Dilerim dönesin oğul… Hayırlısıyla dönesin de, döndüğünde düğün kınanı yaparız… Ama bilesin ananın yaktığı kına ömür boyu çıkmaz elden oğul”… Elini öptü anasının… Boynuna kenarı kırmızı oyalı beyaz tülbent bağladılar…
Masanın üzerindeki bakır kabın içinden yaptığı çöreği alıp, oğluna uzattı “Isır bir parça” dedi… Isırdı bir parça … Çöreğin kalan kısmını, duvardaki çiviye astı kadın “Kısmetin çeksin inşallah, çeksin de sağ salim dön oğul” …
Uğurladılar al bayraklarla, davul zurnalarla evin oğlunu askere… Maniler, türküler söylediler: Çantamın ağzını anam bağladı,/ Hem dua etti hem ağladı/ “Çabuk gel oğlum” diye/ Harmana kadar ağladı (Anonim)
Sonrasında derin bir sessizlik çöktü eve ve uzun bir bekleyiş…
*
*Anama Hakkari-Yüksekova'ya gittiğimi söyleyemedim
Hüseyin de böyle mi uğurlanmıştır askere bilmiyorum… Ama, davul zurnalarla, al bayraklarla uğurlandığı kesin… Sormadım Hüseyin'e, anası ona da çörek yapıp, duvara asmış mıydı, kısmeti çekip de dönsün diye… Ama Hüseyin'in askerliğini Hakkari-Yüksekova'da yapacağını, anasına söylemediğini, daha doğrusu söyleyemediğini biliyorum… Çok sonraları öğrenmiş anası, Yüksekova'da olduğunu…
Hüseyin Yerlikaya, 1978 Kahramanmaraş doğumlu… 1998-1999 yıllarında yapmış askerliğini… Marmaris'te Belediye Hali'nde balıkçı…
İşyerinde buluştuk Hüseyin'le… Elinde askerlik fotoğraflarıyla koltuğa oturduğunda gözlerinde yeniden gitmek vardı sanki askere… Konuştuğum tüm diğer Mehmetçikler gibi… Cesaret vardı, korkusuzluk vardı… Dün gibiydi yaşadıkları askerde… On yıl önce değil de dün gelmiş gibi askerden…


*Korkmadım, hem de hiç
Mehmet'in tutukluğuna, anlatmadaki zorlanışına karşın Hüseyin yaşadıklarını paylaşmaya hazırdı… Gerçi o da “Ne soracaksın abla şimdi sen bana?” dedi, demedi değil. Sormayacaktım hiçbir şey, o anlatacaktı yaşadıklarını…
“Benim askerlik yaptığım o yıllar Güneydoğu'da terörün en yoğun olduğu zamanlardı… Bu nedenle sık sık operasyona gidiyorduk… Hatta birliğe ilk gittiğimiz gün bir kısım askerler operasyondan geliyordu… Konvoyla gitmiştik. Tam da o gün teröristler taciz ateşi açtılar birliğe… İnsanlara bunu anlatınca korkmadın mı diyorlar. Hayır korkmadım, hem de hiç… Orada kendini unutuyorsun. Farklı bir duygu bu, anlatmakta zorlanır insan… Vatanına, milletine karşı sorumluluk duyuyorsun, kutsal bir görevi sırtlamış olduğunu biliyorsun”…
Konuşmaya başladığından beri elinden bırakmadığı askerlik fotoğraflarını sehpanın üzerine bırakıp, iki bardak çay doldurup getirdi. Heyecanlıydı… Burada değil de orada gibiydi Hüseyin… Adına hiçbir zaman savaş denmemiş, savaşın kahramanlarından biriydi… Devam etti sözlerine:
*Yağmur, kar tepemizden girer, ayağımızdan çıkardı
“Komutanlarımız bizi devamlı tetikte tutmak için, motive ederlerdi. Çünkü terörün gecesi gündüzü olmadığı gibi, operasyonlarımızın da yoktu… Günlük tutuyordum, sonradan baktım ki 15 ayda tam 30 kere operasyona gitmişiz… Helikopter gelir alır, dağa bırakırdı bizi… On beş gün, bazen daha fazla kaldığımız olurdu dağda. Gece yürüyüşünde arkadaşlarımızla aramızdaki uzaklık 2-3 metre olurdu. Gündüzse daha aralıklı yürürdük, ateş açıldığında kolay hedef olmayalım diye… Sırtımızda yaklaşık 50 kilo yükle, dolanırdık dağ dağ… Gündüz bir yerdeysek, gece başka yere geçerdik… Bu en çok yerimizin saptanmasını engellemek içindi. İki günden fazla kalmazdık hiçbir yerde… Taş ve çuvalla çevirdiğimiz mevzilerde uyurduk…Yağmur, kar tependen giriyor, ayağından çıkıyor abla... Öyle üzerini çıkarıp da kurutmak için ne zamanın, ne de lüksün var dağlarda… Islanıyor ve kuruyorsun…”
*Binlerce öykü, binlerce başrol, binlerce kahraman
Bir film izlemişti de anlatıyordu sanki Hüseyin… Hem heyecanlı, hem sakindi anlatırken… Başrolünü kendisi oynamış gibi heyecanlı, filmi izlemiş bir seyirci kadar sakin…
Alnımda Kar-Başımda Duman'ın çalışmaları sırasında anladım ki, bin bir kahramanlık öyküsü vardı ve her öykünün kahramanı bir Mehmetçikti… Daha doğrusu binlerce Mehmetçikten her biri baştan sona bir öyküydü… Bir kahramanlık öyküsü… Binlerce başrol, binlerce öykü, binlerce kahraman… İşte onlardan biri karşımdaydı… Dağda hemen yanı başındaki arkadaşının omzundan vurulduğundaki telaşlarını, uçurumdan yuvarlanan arkadaşını kurtarmaya çalışırkenki heyecanlarını anlattı o günleri yaşarcasına…
“İnsanlar söyleyince anlamıyor abla, görmeyen yaşamayan bilmez. Başka bir dünya var orada” diyor sonra usulca…
Günlerden bir gün bir terörist yakalamışlar. Diğerlerinin yerini söylemiş… Bunun üzerine 5-6 helikopter havalanmış Kuzey Irak sınırına. Öykünün bu kısmını anlatırken bulutlanıyor hiç olmadığı kadar gözleri:


*Helikopterimiz vurulunca, komutanın ayağı isabet almış
“Kuzey Irak'a operasyona gidiyorduk. 5-6 helikopter dolusu asker…İlk helikopter iner inmez, teröristler tarafından tarandı… Bizim helikopter ikinci sıradaydı… Komutanın emriyle, inmeden geri döndük… Şemdinli-Yüksekova karayoluna iniş yaptık. Bir de baktık komutanın ayağı kan içinde… Meğer helikopterimiz yara almış, bizim komutanın ayağı da bu şekilde yaralanmış…Oysa dönene kadar bize bir şey hissettirmedi. Taranan helikopterde 18 arkadaşımızı şehit verdik. Aslında helikopter düştüğünde sağ arkadaşlarımız varmış ama, öldürmüşler yaralı oldukları halde. Unutulmaz bir gündü, hayatımda yüreğimin o günkü kadar acıyla burkulduğunu hatırlamıyorum, tarif et dersen tarifi mümkün değil. Cenazeleri almaya gittik. 4-5 saatte zor aldık cenazeleri. Teröristler bizi devamlı ateş altında tutuyordu… Bir taraftan bizim kobra helikopterler teröristlere ateş açıyor, biz diğer tarafta cenazeleri topluyoruz. Düşen helikopterde sağ olan bir arkadaşımızı kaçırdıkları anlaşıldı… Terhisine 15 gün vardı çocuğun. Bir daha haber alınamadı, sağ mı değil mi hiç bilemedik”.


*Operasyona gidip, geri dönünce maça devam ettik
Sustu Hüseyin, hatta yalnız Hüseyin değil her şey susmuş gibiydi… Yüreğimi demirden bir elin sıktığını hissediyordum… Şehit olan 18 askerin, vatana kurban olsunlar diye ellerine yakılan kınalar, gözü yaşlı analar, kısmeti çeksin de geri dönsün diye duvara asılı bekleyen çörekler geldi gözümün önüne…
Başımızın üzerinde uçuşan hüznü dağıtmak ister gibi gülümsedi:
“Abla bak kara mizah gibi bir pazarımız var, onu anlatayım sana… Bir Pazar günü, Yüksekova'da birliğimizde maç oynuyorduk. Teröristlerin bir köyü bastıkları haberi geldi telsizle, kumanyaları silahları alıp doluşup helikoptere, operasyona gittik. 2-3 saat sürdü çatışma. Sonra birliğe getirdi helikopter bizi, maça kaldığımız yerden devam ettik. Genelde operasyona gittik mi günler sonra dönerdik, o gün ilk kez 2-3 saatte geri geldik. Böyle ilginç bir Pazar da yaşadık işte”…
Böyle böyle bitmiş askerliği sonunda Hüseyin'in… Tezkeresini almış… Askerde can dost olduğu diğer iki arkadaşıyla birlikte… Biri Urfalı, diğeri Adanalı… Ayrılmamışlar birbirlerinden, dönüşlerini aileleriyle kutlamak için… Önce Adana'ya, sonra Hüseyin'in memleketi Kahramanmaraş'a, ardından Urfa'ya gitmişler… Dönüşlerinin sevincini birbirlerinin analarıyla paylaşıp, kurban kesmişler…
Kim bilir, belki duvarda asılı çöreklerini de paylaşmışlardır…(Devam edecek)

4 Aralık 2009 Cuma
Mithat Yerlikaya
Operasyonlarda günlerce dağda kalıyor ve uyumuyorduk. Dolayısıyla çok yorgun düşüyorduk. Nöbetlerimizde uyumamak için gözlerimize tuz ekerdik. Şöyle yemeğinize bir tutam ekersiniz ya, öyle… Yanar, kaşınır gözleriniz, uyuyamaz insan istese de…



HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum