Biraz da ezber bozalım-16
YERLİ VE MİLLÎ
Kendimi koyu bir “yerli” ve millî” sayardım. Hiç ilgisi olmayanlar bu kavramları kendilerine mal ettiği için bu sıfatlarımdan vazgeçecek de değilim.
Benim yerli ve milliliğim, Öğretmenler Haftasında 2017 Eğitim Onur Ödülü verdiğimiz müzik eğitimcisi Prof. Muammer Sun’un müzikte “Türk kalarak çağdaşlaşmak” anlayışla aynıdır. Türklükten de burjuvazinin tekelinde olan saldırgan, şovenist bir Türklüğü değil, en geniş halk kitlelerinin yaşama, duygu ve düşünce dünyasını anlarım. Bu kavramlar, dil ile, güzel geleneklerle, dayanışma, yardımseverlik, birlikte yaşama kültürü ile tarihsel köklerden gelmedir. Yabancı hayranlığı, ancak halkına yabancılaşan insanların davranışıdır. Onlar zaten milletin ruh dünyasında esaslı bir yer edinemezler.
Ben millî bir sosyalizm isterim. Başka ülkelerden alınıp Türkiye halkına monte edilen rejim kalıplarları zaten bünye ile uyuşmaz, yadırganır. Hatta dilimize yerleşmiş “sosyalizm” sözcüğü yerine onun Türkçe karşılığı olan “Toplumculuk” kavramını tercih ederim.
Annelerimizin ninnisi, türkülerimiz ve ağıtlarımız, çobanın kavalı, ocak başı masalları, yemek kültürümüz, halay ve horonlarımız hem yerli, hem millîdir. Bu türkülerin yankılandığı, oyunların titrettiği obalar, köyler, kentler, dağlar, dereler yerli ve milliliğin coğrafyasıdır. Oralar “Benim Güzel Yurdum”dur.
Her ülkeyi gezip görmek isterim, oralarda güzel ve yararlı ne varsa alıp yurduma getirmek isterim. Başka milletlerin edebiyatını da okumak isterim. Ders çıkarırım.
Milletim için istediğim her güzel şeyin başka milletlerin de hakkı olduğunu düşünürüm. Hiçbir milletin toprağında gözüm olmadığı gibi, bizim dağlarımızda, ovalarımızda, bağ ve bahçelerimizde gözü olan aç gözlü yabancılara karşı silahla, kazma ve kürekle, kalemle direnirim.
“YERLİ VE MİLLÎLİK” GERİCİLİİN ALETİ OLAMAZ
Fakat “yerli ve millî”liği diline dolayan bazıları, bununla geri bir toplum hayatını ve zorba bir devlet düzenini kast ediyorlar. Kanun devleti yerine keyfi bir tek adam yönetimini, parlamenter sistem yerine Kanuni döneminin saray egemenliğini getirmek istiyorlar. Tek adam diktatörlüğünü öngören anayasa kampanyasında bunun mimarı olan kişi, tek adam rejiminin bizim devlet geleneklerimizde yeri olduğunu savunmuştu!
Oysa toplumlar durağan değil. Yeni buluşlar ve hareketlerle toplum evrimleşiyor, gelişiyor. Milletler birbirlerinden öğreniyor. Gerekli buldukları kurumları kendi bünyelerine taşıyorlar. Onlar da millî hayatın birer unsuru oluyor.
Türkler tarafından icat edilmemiş pek çok şey, uzak ve yakın zamanlarda Türkler tarafından benimsenmiş ve millî bünyenin ayrılmaz bir parçası olmuştur. Bunlar içinde zamanın eskittiği, toplum bünyesine uymayan unsurlar atılmaktadır.
İslam dinini Türkler çıkarmadı. Padişahlık, Türklerin buluşu değildir, Hint-İran kaynaklıdır. İlk Türk yazısı bile komşularının alfabesinden uyarlanmıştır. Kubbeleri Türk mimarları yaratmadı. Yemeklerimizin bir kısmı Anadolu’nun kadim halkları Ermeni ve Rumlardan geçmiştir. Patates, domates bile başka diyarlardan gelip sofralarımızın vazgeçilmez sebzeleri olmuşlar, çay, kahve günlük alışkanlıklarımız ve ikramlarımız haline gelmiştir.
Başka dillerden Türkçeye girmiş ve günlük kullanımda yer almış kitap, defter, araba, lahana, banka, para, köy, şehir, memleket, Ali, Ayşe, Mehmet de millîleşmiştir. Bunları ailemize komşu kabileden gelin gelmiş kadınlara benzetebiliriz. Gelin gelmiş, üstelik çocuklar doğurarak kabileyi çoğaltmış kadınlar. Onlar “millî ve yerli” olmuşlardır.
Medeni Kanun, kadın ve insan hakları, parlamenter yaşam, uğruna kanların akıtıldığı demokrasi ve özgürlük de “millî ve yerli”dir.
Kısacası, milletin ihtiyacına yanıt veren ve benimsenen her kavram millîdir.
İslam’ı (hem de en gerici anlayışla ve uyuşturucu gibi kullanarak) yerli ve millî sayıp, hak ve özgürlükleri güvence altına alan demokrasiyi “yerli ve millî” saymamak, taşıdığı Ortaçağ zihniyetini dayatmaktan başka bir şey değildir. Bugün millî olan medrese değil, laik okuldur. Arap alfabesi değil, Yeni Türk alfabesidir. Saray değil, hür parlamentodur.
Onların “yerli ve millî” saydıkları Hızır Paşalarına karşı milletin Pir Sultan Abdal’ı, Molla Kasımlarına karşı Yunus Emre’si, Çelebi Mehmetlerine karşı Şeyh Bedrettin’i, Sarıklı Şeyhülislam Mustafa Sabrilerine karşı kalpaklı Kuvayı Milliye kahramanları var. Onların soyguncu kapitalizmlerine karşı toplumculuğumuz var. Zarrablardan milyonlarca dolar rüşvet alanlarına karşı boğazından haram lokma geçmeyen dürüst memurlarımız var. Asıl “yerli ve millî” olanlar bunlardır. (6 Aralık 2017)