Vaazlar-7
(Bu vaazlar akla, mantığa, bilime aykırı görüşler içermez. Din, dil, ırk, mezhep ve cins farkı gözetmez. Kalp ve beyin sağlığına uygundur. Sorulara ve eleştiriye açıktır.)
Ey insanlar!
“Kişi kendini bilmek gibi marifet olmaz” demişler. Herkesin kendi milletini de gerçekçi olarak tanıması gerekir ki, nerden gelip nereye gittiğini, nasıl bir topluluğun üyesi olduğunu bilsin.
Şurasını baştan söylemek gerekir ki hiç kimse milletini kendi iradesi ile seçmez. Herkes bir milletin içine doğar. Ailesi hangi millettense kendisi de o millettendir. Küçük yaşta ailesinden ve toplumundan koparılarak devşirilenler de o milletin içine girer.
Bir milletin mensubu olmak ne övünülecek ne de yerinilecek bir durumdur. Milletle olan bağımız ana babamızla olan bağa benzer. Ana babamızı beğenmeme hakkımız olmadığı gibi milletimizi beğenmeme hakkımız da yoktur.
Bütün milletlerde kendi milletiyle ilgili duygularda iki eğilim görülür. Bunlardan biri milletini göklere çıkarmak, onu bütün diğer milletlerden üstün zannetmek, onun insanlık tarihindeki ve dünyadaki rolünü abartmaktır. Düğer eğilim ise milletinin beğenmemek, onu küçümsemek ve başka bazı milletlere hayranlık duymaktır. Birbirini besleyen bu iki duygu da yanlıştır.
TÜRKLER NASIL BİR MİLLETTİR?
Söz konusu olan Türkler olunca, bu milletin belli başlı özellikleri şunlardır. Eski Orta Asya halklarından ve beyaz ırka mensup olan ve Milattan önce 2.000’li yıllarda tarih sahnesine çıkan Türkler, bozkır imparatorlukları kurmuşlar, Asya’nın ve Avrupa’nın uzak topraklarına akınlar yaparak buralarda da çeşitli milletlerle karşılaşmışlardır. Fakat yerleşik hayata birçok milletten daha sonra geçmişlerdir. Bu bakımdan uygarlığa katkıları zayıftır. Başka milletleri egemenlik altına aldıkları halde özgün bir din ve uygarlık yaratamamışlardır. (Bir Türk köylü dini olan Alevilik bunun dışındadır). Milli bir alfabelerine süreklilik kazandıramamışlar, dillerini de bilim dili yapamamışlardır. Fethettikleri topraklardaki yerleşik uygarlıklar kurmuş olan Farsların, Arapların, Doğu Roma ve 19. Yüzyıldan başlayarak da Avrupa’nın şiddetle etkisinde kalmışlardır. Milli giyimleri folklor malzemesi olarak kalmıştır. Geleneksel meslekleri çobanlık ve askerlik ise de her işi yapar hale gelmişlerdir.
Günümüzde nüfus bakımından dünyanın kalabalık milletlerinden biri olan Türkler, ürettikleri zenginlik ve geçim koşulları açısından orta gelir kuşağına mensupturlar. Eski akrabalarını Asya’da bırakan Türkler, Kafkas, Anadolu ve Akdeniz ırklarıyla harman olarak bugünkü karma ırksal özelliklerini kazanmışlardır. Oturdukları topraklar, Avrupa ile Asya arasında bir köprü görevi görmektedir. Türkler halen yarı köylü özelliklerini korumaktadırlar. Ortalama olarak yarı okumuş durumdadırlar.
Türkler gerek tarihsel köklerinin derinliği, gerek tarihin yön değiştirmesinde etkili olan sayılı milletlerden biridir. Büyük ve küçük devlet ve toplumlarla savaşmışlar, yenmişler, yenilmişler, birbirleriyle de az uğraşmamı8şlardır. Yirminci Yüzyılın ilk çeyreği içinde milletlerin alt üst olduğu şartlarda Türkler, emperyalizme teslim olmayarak ve onları yurdundan atarak mazlumlar dünyasında
önemli bir yer edindikleri halde sonradan bu mirasını unutarak emperyalistlerin müttefiki haline gelmiştir. Tanzimat’la girilen, Cumhuriyetle hızlanan çağdaşlaşma projesini de tamamlayamamışlardır.
Hemen her millet gibi Türkler de sınıf sınıftır. Yüzyıllardır Türkleri, bazı hanedanlar, toprak ağaları ve burjuvalar ve onlarla birlik halinde olan askerler yönetmişlerdir. Türk tarihi bu yönetimlere itirazlar ve başkaldırılarla doludur. Bugün, taşradan yükselen bir rantiyeci, tüccar sınıf tarafından yönetilmektedir.
Türklerin işi başlarından aşkındır! Demokrasiyi içselleştirerek iç barışı sağlamak, büyük devletlerin birinin koltuğuna sığınmadan devleti bağımsızlaştırmak, üretimi artırmak, bilim ve teknolojiyi geliştirmek ve servetin bölüşümünde adaleti sağlamak aklı başında Türklerin hedefleri arasındadır.
Ne kuru kuru öğünmek ne de Türk olmaktan yerinmek doğrudur. Yerimizi ve sorunlarımızı gerçeğe uygun olarak saptamak zorundayız.
Türklerin içinden çok zalimler de çok bilge kişiler de çıkmıştır. Diğer milletlerde olduğu gibi zulmün kaynağı hâkim sınıflar, bilgeliğin kaynağı ise halktır. Atasözleri, türküler, masallar, Nasrettin Hoca Fıkraları Türklerin esasını oluşturan halk kültürünün örnekleridir. (12 Nisan 2018