• BIST 9300.3
  • Altın 2879.968
  • Dolar 34.3692
  • Euro 36.4984
  • Muğla 14 °C
  • İzmir 15 °C
  • Aydın 16 °C
  • İstanbul 12 °C
  • Ankara 6 °C

SİYASİ İNTİHAR

Zeki SARIHAN
Gerçi yeni başlamış değil, fakat son Cumhuriyet Bayramı ve 10 Kasımda bayrağını, çocuklarını alıp Anıtkabire koşan yüz binlerce insan Tayyip Erdoğan yönetimine dur demek isteyen ve gelecek bir Türkiye’nin inşasına da aynı heyecanla katılacak insanlardan oluşuyor. 
Fakat bayrak ve Atatürk’ün simge olarak seçildiği bu eylemlerden yararlanarak geleceğin inşasıyla bir ilgileri olmadığı gibi ellerinden gelse ülkeyi 1930’lu yıllara geri götürmek ve oraya çakılı halde tutmak isteyen bir yazar, çizer takımı da var.  
1960’lı yıllarda sosyalistlerin açtığı çığırdan ilerleyen Atatürkçüler de Türkiye için bir yol arayışına girmişlerdi. Kurtuluş Savaşı’nın antiemperyalist niteliği yeniden hatırlanmış, 1920-1922 yıllarının “halk devleti” ve “halk hükümeti” kavramları öne çıkarılmıştı. Emperyalizme karşı mazlumların savaşını ve birliğini temsil eden Atatürk ve Lenin’in kalpaklı fotoğrafları yan yana getiriliyor, bütün Tek Parti Dönemi’nin Kürt politikasından özür dilercesine, bu iki halkın birliğini ve ortak mücadelesini vurgulamak için Mustafa Kemal Paşa ile Dersim Mebusu Diyap Ağa’yı yan yana gösteren fotoğraf, yalnız sosyalistlerin değil Kemalistlerin de gözdesi olmuştu. Kemalizm’in özellikle 1925’ten sonraki politikalarıyla Kurtuluş Savaşı yıllarındaki politikalarını ayrıştırmak için “Atatürkçülük” yerine Kemalizm kavramına vurgu yapılıyor, hatta bu akımı canlandırmak isteyenler kendilerine “Sol Kemalist” diyorlardı. Attila İlhan’ın “Hangi Atatürk” yazılarını yazdığı yıllardır.
GARDROP ATATÜRKÇÜLERİ 
Bir de bugünkü gibi “Sağ Kemalistler” vardı ve bunlar “Atatürkçülük” kavramını kullanıyorlardı. “Bunlara Gardırop Atatürkçüsü” sıfatını Sol Kemalistler yapıştırdı. 
Gardırop Atatürkçüleri, köylülere toprak dağıtılmasıyla ilgilenmiş değillerdi. Emperyalizme karşı bir tavırları yoktu. Kürt sorununu ağızlarına bile almadıkları gibi, programlarında Kürt adı geçen bütün sosyalist partileri kapattırdılar. Emekçilerin örgütlenme hakları, söz ve yazı özgürlüğü umurlarında değildi. Sınıf mücadelesini yasaklamak için toplumun sınıflara ayrıldığını daha 1930’larda reddetmişler, İtalyan Ceza Yasası’ndan alınan 141 ve 142. Maddeleri Türk Ceza Yasası’na monte etmişlerdi. 
Gardırop Atatürkçüleri için Batı burjuvazinin değerlerini kabul etmek, onun gibi yaşamak şarttı ve yeterliydi. Şapka giymek, opera seyretmek, dans etmek, kadın ve erkeklerin aynı toplulukta bulunması, liseli kızların şortla 19 Mayıs gösterilerine katılması, güzellik yarışmaları, kent meydanlarına heykeller dikmek uygar olmak için yeterli sayılıyordu. 
Vicdanlı aydınların itiraf etmekten çekinmedikleri gibi, köylü kitleleri, ağa ve tefecilerin insafına terk edilmişti. Dahası da var: Ağalar ve eşraf, asık suratlı bürokratlarla birlikte iktidarda oldukları için kırsal kesimde hem topraklarını genişletti, hem baskılarını artırdı. Parlamenter sistem dedikleri şey, devlet başkanının tayin ettiği kişilerin Ankara’ya yerleşip maaşlarını düzenli almaları, ara sıra da Meclis’te görünmelerinden ibaretti. Modern giyimli, okumuş 15-20 kadını da Meclis’e üye yapınca Batıya gösterilecek tablo tamamlanmış oluyordu. 
Dünyanın ve Türkiye’nin çok değiştiğini, bütün bu uygulamaların çok gerilerde kaldığını bilmeyen, düşünmeyen yoktur diyemiyoruz. Var. Atatürk’le ilgili kitaplarında onun ölümünde kaç şişe içki kaldığını bir marifetmiş gibi yazıyorlar. Tam 248 şişe! (Yılmaz Özdil, m. Kemal, s. 439) 
İçlerinde seçimde kullanılan oyların, seçmenlerin öğrenim derecelerine göre değerlendirilmesini, sonuçta halk kitlelerin politikadan uzak tutulmasını önerenler var. Selahattin Demirtaş ve Sırrı Süreyya Önder’in cezaevine atılmasında gizli veya açık olarak iktidarla ortaktırlar. 
80 yıl önceki Ankara’nın özlemini çekenler bulunuyor. Caddelerinde top oynarlar, Meclis’ten Çankaya’ya giden Atatürk’ün otomobiline el sallarlarmış. Köylüler, sebepsiz yere köylerini bırakarak kentlere dolmuşlar ve buralarda kalabalık yapmaya başlamışlar. Bundan ötürü çok mutsuzlar… 
Bir toplantıda kulaklarımla duysam inanamazdım. Bu millet Atatürk’e layık değilmiş. O yanlış bir millete gelmiş!
On yıllarca bize Türk milletinin ne kadar büyük ve kahraman olduğunu, çağlar açıp çağlar kapattığını, dünyada böyle başka bir millet bulunmadığını ezberletmişlerdi. Sözünü ettiğimiz Gardırop Atatürkçüleri, şimdi bunun yerine Türk milletinin adam olamayacağı görüşünü yaygınlaştırmaya çalışıyor. Böyle düşünmelerinin nedeni de seçmenlerin yaklaşık yarısının AKP’ye oy vermesi ve bunun Tayyip Erdoğan iktidarına yol açması. Gündemlerinde ne köylülerin içinde yaşadıkları koşullar, ne geçmiş hükümetlerin özellikle Tek Parti Dönemi hükümetlerinin köylü politikasındaki vahim hatalar var.  Nazım Hikmet’in şiirlerinden birkaçını bilmek entelektüel görünümlerini tamamlıyor. Şefik Hüsnü, Hikmet Kıvılcımlı gibilerini geçtik, Nazım’ın, Rıfat Ilgaz’ın, Sabahattin Ali’nin niçin ve kimler tarafından yıllarca hapiste tutulduğunu merak bile etmiyorlar. 
Bu ekibin içinde aktif siyasetle uğraşanlar da var. Partileri, dernekleri, kitle örgütlerinde temsilcileri eksik değil.
BU BİR SİYASİ İNTİHARDIR 
Gardırop Atatürkçülerinin bu görüş ve tutumlarıyla milletin karşısına çıkmaları kendileri için siyasi intihardan başka bir şey değildir. Onları ancak dar salonlarda ve bazı gazete köşelerinde dile getirebilirler ve sınıf bilinci iyice körelmiş bir kesimden alkış da alabilirler. Geniş kitlelerden yüz bulmaları, hele iktidara gelmelerinin hiçbir şansı yoktur. Çünkü emekçi halk için iş, aş, güvenlik ve adalet, Atatürk’ün sevdiği şarkıları dinlemek, onun giysilerini defilelerde seyretmekten önde gelir. 
Tek adam rejimine karşı, başka bir tek adam rejiminin uygulamalarını öne sürerek bir iktidar seçeneği yaratmak mümkün değildir. Orta ve uzun vadede Türkiye’yi yönetmek isteyenler, Türk-Kürt, Alevi-Sünni bütün emekçi kesimleri kucaklayan ve onlara hakları olan demokratik yaşamı vaat etmek zorundadırlar. Yeni inşa edilecek iktidar, karınlarının tok, sırtlarının pek, adaletin hükümferma olacağına inananların hakkıdır ve onların eseri olacaktır. 
Köylülerin “Gitsin de bir daha gelmesin” dedikleri bir devri geri getirmek, hem mümkün değildir, hem doğru değildir.  Bu yolda çaba gösterenlerin hiçbir iktidar şansları yoktur. Siyasi intihar içindedirler… 
 
 
 
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2003 | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 0252 412 2141