• BIST 8718.11
  • Altın 2243.296
  • Dolar 32.3313
  • Euro 35.1511
  • Muğla 7 °C
  • İzmir 7 °C
  • Aydın 9 °C
  • İstanbul 8 °C
  • Ankara 2 °C

SEVGİLİ ÖĞRETMENİM ÖLDÜ!

Zeki SARIHAN

İnsan hayatında derin izler bırakan öğretmenler vardır. Kâzım Genç, pek çok öğrencisi üzerinde derin etkiler bırakan öğretmenlerdendir. 18 Eylül günü sosyal medyaya düşen bir not, onun emekliliğini yaşadığı Samsun’da hayata gözlerini yumduğunu haber verdi.

O bizim köyün öğretmeniydi. 8 yıl o zamanki adı Miri olan Beyceli köyünde çalıştı. 

Kendisinden bir yıl önce vekil öğretmen olarak geleni saymazsak köyün ilk öğretmeniydi. Kendisinin de ilk öğretmenliğiydi. 

1937 yılında Ordu Mesudiye ilçesinin Yeveli köyünde, köylülerin büyük çoğunluğunun yoksul olduğu bir tarihte doğmuş, Beşikdüzü Köy Enstitüsü’ne girmişti. Enstitülerde Demokrat Parti gericiliğinin karma eğitime son veren uygulaması üzerine Beşikdüzü’nü kızlara ayırmışlar, erkek öğrencileri de başka enstitülere dağıtmışlardı. Kâzım Genç’i Diyarbakır Dicle Köy Enstitüsüne gönderdiler. Enstitülerin İlköğretmen Okulu’na çevrildiği yılın ertesinde de (1955) mezun oldu, köyümüze atandı.

ÖĞRETMENLE AYNI SOFRAYA OTURMAK

Ben de 1953’te Kumru İlkokulunda, 1954’te Fatsa Sakarya İlkokulunda okuduktan sonra köyümüzün okuluna nakledildim. Yedi sınıf arkadaşımla birlikte 1958’de okulumuzun ilk mezunlarındanım. Kâzım Hoca, Ormancı Ahmet Çavuş’un yeni yaptırdığı ve okul olarak kullanılan ahşap evin mutfağında oturuyordu. Evimizden okula giden yokuşu çıkarken Kâzım Hoca’nın elinde bir güğümle çeşmeye su almaya inmekte olduğunu gördüm. Güğümü elinden alarak çeşmeden doldurdum, güğümü kendisine verirken yüzümden terler akıyordu. Öğretmenle sınıf dışında ilk kez karşı karşıya gelmekten ve utanmaktan kaynaklanan bir terlemeydi bu. Bir gün Hoca’yı annem yemeğe davet etti. Onunla aynı sofrada yemek yerken de yüzümden terler aktığını hatırlıyorum. Mezun olduğum yaz, sıcak bir gün, mahallenin gençleri ırmağa çimmeye gidiyorlardı. Onlara takıldım. Irmakta üstümü soyunup öğretmenimin yanında donla göle girmek ne büyük bir cesaret istiyordu.  

Numaram 58’di. Bir derslikte üç sınıfın 58 öğrencinin tek öğretmeniydi. Daha sonraki yıllardaki kayıtlarla bu sayı arttı ve Kâzım Hoca, sekiz yıl beş sınıfı aynı anda okuttu. 1955’te çevre köylerin hiçbirinde okul yoktu ve bazı aileler çocuklarını bir saatten az olmayan mesafelerden bizim okula gönderirlerdi. 

Okulun bulunduğu Mahallemizdeki öğrenci velileri, yıllardır özlem duydukları okula kavuşmanın verdiği şükran duygusuyla Kâzım Öğretmen’e dört elle sarıldılar. Öğlen ve akşam yemeklerini sıra ile öğretmenin evine götürdüler. Annelerimiz onun için en iyi yemekleri yapar, bunu kapalı sahanlar içinde gönderirlerdi. Kâzım Hoca, bu ilgi ve saygının karşılığını idealist bir öğretmen olarak vermeye çalıştı. Öğrencilerinin ilkokuldan sonra okumaları için onları iyi yetiştirmeye çalıştı ve velilere de çocuklarını sonun kadar okutmalarında ısrar etti. Bir kısmımız yatılı okulları kazandık.

Bizim tarlalarımızdan biri okulun hemen yanındaydı. Annem tarlada çalışırken Kâzım Hoca’nın sınıfta yüksek sesle verdiği dersleri işitiyormuş. “Allah Kâzım Hoca’ya kuvvet versin” diyordu. Bugün de velilerimiz, bize geçen emeğinden ötürü Kâzım Hoca’yı minnetle anarlar.  

KÖY ÇOCUĞU OLMASAYDI

Uzun yılar köyde çalışan öğretmenleri bekleyen bir tehlike vardır. Giderek köylülere benzemek! O yıllarda bazı köylüler kahvede uzun süre oyunla vakit geçirirlerdi ve akranları onu da bu çemberin içine almaya çalıştılar. Neyse ki Kâzım Hoca köyümüzde utulmaz bir ad bırakarak ayrıldı. 

Onun bir köy çocuğu olması bizim için bir şans sayılmalıdır. Kentte büyümüş biri olsaydı, yolu bile olmayan köyün koşullarına dayanması zor olurdu. Zaten Köy Enstitülerinin açılma nedeni de buydu. Köyden kaçmayacak köy çocuklarını köy öğretmeni yapmak. 

Onun köyünü hep merak etmişimdir. Birkaç yıl öne onun öğrencilerinden olan kız kardeşimle Mesudiye’ye kadar bir gezi yaptık. Mesudiyeli arkadaşlara beni hocamın köyüne götürmelerini istedim. Yeveli köyüne gittik, bir akrabalarına indik. Hocamın evini gösterdiler, ev kapalıydı. Önünde bir fotoğraf çektirerek Samsun’da oturan hocama oradan telefon ettim. Kendisi de epeydir köyüne gidememişti.

Kâzım Hoca, memleketinden köy ebesi İpek Hanım’la evlenip onun atamasını da köye yaptırdı. Kardeşini de okutuyordu.

KİLİDİ KIRIK BAVUL 

Kâzım Hoca, tatile gittiği bir yazın bavulunu bizim eve bıraktı. Merak bu ya, bavulun içinde neler olduğunu merak ettim. Kilidinin bozuk olduğunu gördüm. Bavulda bulduğum bir cep defterinde ölen annesi için yazdığı bir ağıt beni yaraladı. Demek ki, öğretmenler de bizim gibi acılar yaşıyordu. (Bavulu açma densizliğimi kendisine hiç söylemedim, ilk kez itiraf ediyorum)

Kâzım Hoca, Beyceli’den sonra Samsun’a bağlı Taflan Bucağı ilkokuluna nakletti. Sanırım oradan emekli oldu. Epeydir Samsun’da emeklilik yaşıyordu. Eşini kaybetti. Kendisi de yaşlılığın neden olduğu rahatsızlıklarla uğraşıyordu.

Telefon yaygınlaşmadan önce özel günlerde kutlama kartı gönderirdik. Yılbaşında, bayramlarda, sonra Öğretmen Gününde kart göndereceğim kişiler listesinden Kâzım Hoca hiç eksik olmadı. Son yıllarda da yılda birkaç kez telefon ediyordum. Ulaşamadığım zamanlar “Öğretmenime acaba bir şey mi oldu?” iye kaygılanırdım. Birinde telefonu oğlu Cihan açtı. Eğer Hoca’ya ulaşamazsam aramam için kendi telefonunu yazdırdı. Sevgili öğretmenimizin köy okulunda ve bizimle çekilmiş hiçbir fotoğrafı yoktu. Bana burada paylaştığım fotoğrafını da gönderdi. Her zaman geleceği düşünmekte fayda vardır… Sonunda sevgili öğretmenime bir gün hepimizin başına gelecek bir şey oldu! Öğrencilerinin anılarındaki sevgi halesi içinde sonsuzluğa göçtü. 

Cenazesine yalnız Samsun’da oturan öğrencilerinden biri katılabildi. Köyümüzü ve öğrencilerini ise ortak çelengimiz temsil edebildi. (Ankara, 19 Eylül 2022) 

Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2003 | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 0252 412 2141