• BIST 9693.46
  • Altın 2507.371
  • Dolar 32.576
  • Euro 34.7718
  • Muğla 14 °C
  • İzmir 18 °C
  • Aydın 19 °C
  • İstanbul 14 °C
  • Ankara 17 °C

MUHALEFETİN NATO İLE İMTİHANI

Zeki SARIHAN

Rusya’nın Ukrayna’ya açtığı savaş, ABD ve Avrupa ülkelerini tedirgin etti. Ya Rusya, gözüne kestirdiği başka Avrupa ülkelerini de yutmaya çalışırsa ne yapacaklardı? Şimdiye kadar NATO şemsiyesi altına girmemiş olan İsveç ve Finlandiya da Ukrayna gibi kendilerinin de NATO şemsiyesi altına alınmalarını istediler ve resmî başvurularını da yaptılar.

Türkiye Hükümeti, PKK’ye destek verdikleri gerekçesiyle bu iki ülkenin NATO’ya girişini veto edeceğini ilan etti. NATO üyeliğine alınma oy birliği ile alınacağından, Türkiye onay vermezse bu iki ülke NATO’ya giremeyecek. Soruna bir çözüm bulunması için diplomatik görüşmeler yapılıyor.

Öncelikle şu konuya karar vermekte yarar vardır. Türkiye NATO’ya, Sovyet tehdidi olduğu gerekçesiyle 1952’de katıldı. Böylece NATO’nun patronu ABD’nin “güvenlik” şemsiyesi altına sığındı. Günümüzde artık bir Sovyet tehdidi yoksa Türkiye NATO’dan çıkmalı değil mi? Hükümet’le Rusya arasındaki ilişkilere bakılırsa Rusya Türkiye’nin düşmanı değildir ve Türkiye’ye karşı bir tehdit de oluşturmuyor.

Tayyip Erdoğan yönetimiyle Batı ve bu arada NATO ile ilgili sorunlar yeni değildir hatta bu sorunlar daha önceki hükümetler döneminden devralınmıştır. Türkiye Hükümeti açısından güncel sorun, ABD’nin Suriye’de PDY yönetimine külliyetli miktarda silah yardımı yaptığı, eğitim ve istihbarat verdiğidir. Eğer PYD’ye yardım etmek NATO’ya üyeliğin veto edilmesi için bir gerekçe oluşturuyorsa, aynı gerekçe ABD’nin NATO’dan atılması, bu mümkün olmayacağına göre Türkiye’nin NATO’dan ayrılması değil midir? Fakat öyle anlaşılıyor ki, bir takım anlaşmazlıklara rağmen, Türkiye Batı’nın askerî örgütüne o kadar güçlü zincirlerle bağlanmıştır ki, hiçbir hükümet NATO’dan ayrılmayı göze alamıyor.

ABD ile bağımlılık ilişkilerine ve NATO’ya karşı olanlar, baştan beri Kurtuluş Savaşı’nın tam bağımsızlık ilkesini kararlılıkla savunan devrimcilerdir. İkinci Dünya Savaşı’nın bitiminden beri Türkiye’yi yönetenler, başka bir ifade ile askerî bürokrasi de dâhil olmak üzere Türkiye’nin zenginleridir. Bu halkın güvenlik sorunundan çok zenginlerin halkı sömürmesinin güvenlik altına alınmasından başka bir şey değildir. Türk zenginlerin sermayeleri de ABD ve Avrupa zenginlerinin sermayesine güçlü bağlarla bağlıdır. 

NATO’NUN İŞLEVİ

NATO, Türk zenginlerinin iktidarını korurken Türk devrimcilerinin iktidara gelmemesi için onlara kan kusturdu. Kâğıt üstündeki bağlılıklarıyla yetinmeyerek bütün NATO ülkelerinde Gladio adında gizli bir terör örgütü kurdu. Bu örgüt Türkiye’de birçok cinayetler işledi. Bu örgütlenme biçimi şimdi başka biçimlerde devam ediyor. 

NATO yönetimi bir taraftan muhatabı olan Türkiye yönetimi ile pazarlıklar yaparken diğer taraftan muhalefeti de yedekleme çabasındadır. İktidarı ilk seçimde devralacağını ilan eden Merkez ve Merkez Sağ muhalefet, NATO konusunda zaaf içindedir. NATO’dan çıkmayı programına almadığı gibi, NATO’nun Türkiye için gerekli olduğunu ilan etmiş bulunuyor! Esasında hükümetin Batı ve NATO ile ilişkilerindeki sorunlardan ötürü adı geçen muhalefet bu konuda uzun süredir suskun davranıyordu. 

Oysa Türkiye’nin tam bağımsız ve bağlantısız bir ülke olması mümkündü ve bugün de mümkündür. Bağımsız birçok ülkenin iki bloktan birinin şemsiyesi altında olmayışını hatırlamak bile yeter. Tam bağımsız bir Türkiye, bütün ülkelerle eşit ilişkiler içinde ticaret yapabilir. Teknoloji alışverişinde ve kültürel ilişkiler içinde bulunabilir. Kurtuluş Savaşı’nın ve Cumhuriyet’in hedeflerini bu yolla devam ettirebilir.

ABD, Avrupa ülkeleri ve NATO’nun, laik temeller üzerine kurulmuş olmasını her şey sayıp bununla Türkiye’de demokrasinin, laikliğin güvence altına alınabileceği bir yanılgıdan ibarettir. Sonuçta bu kuruluşlar, Türkiye’ye kendi stratejik hedefleri açısından bakıyorlar. Türkiye’de faşist (12 Mart, 12 Eylül) ve İslamcı (Fetullah Gülen) askeri darbeleri destekleyebiliyorlar. Batı Sistemine bağlı olacağı güvencesini veren sağ partilerin (AKP) iktidarını koltuklayabiliyorlar. Yeter ki ülkede bir halk iktidarı kurulmasın. Çünkü bir halk iktidarının NATO’da kalması ve ABD’ye, Avrupa’ya bağımlılığı devam ettireceği beklenemez.

SOLUN GÖREVİ 

Bir süreden beri, iktidar çevrelerinde sahte bir antiemperyalist söylem, muhalefetin ABD ve NATO karşısında programsızlığı karşısında çöküşünü geciktirici bir işlev oluşturuyor. 1960’larda devrimci gençliğin 6. Filo’ya protestoları karşında hararetle ABD’yi savunan sağcıların varisleri, günümüzde antiemperyalist kesilmişlerdir! Yönetim beceriksizliklerinin, batakçı politikalarının yarattığı çöküşü “dış güçler” dedikleri Batı’nın sırtına yüklüyorlar. 

Antiemperyalist solun görevi, Erdoğan’ı “Atatürk’ten sonra en büyük antiemperyalist” ilan ederek onunla birleşenlerin aksine, bu sahte antiemperyalistlerle birleşmek değildir. ABD ve NATO’ya Rusya’nın hedeflerini desteklemek için karşı çıkmak, NATO ve ABD’ karşısında suskun kalmak da değildir. Aksine NATO’dan ve ABD vesayetinden çıkma kesin iradesini ortaya koyarak kendi sağındaki muhalefeti de kesin tutum almaya zorlamaktır. (28 Mayıs 2022) 

zekisarihan.com 

Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2003 | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 0252 412 2141