Şair Şükrü Erbaş’ın 1980’lerde yazdığı “Köylüleri Niçin Öldürmeliyiz” şiirini hatırlayanınız vardır. Erbaş, köylülerin yaşam koşullarından kaynaklanan olumsuz davranışlarını tek tek saymıştı. Bunların çoğunda haksız da sayılmazdı.
Şiirden bazı dizeler şöyledir.
“Değişen bir dünyaya karşı/ kerpiç duvarlar gibi katı/ kayıtsızca direnerek yaşarlar./ aptal, kaba ve kurnazdırlar/ inanarak ve kolayca yalan söylerler./ paraları olsa da/ yoksul görünmek gibi bir hünerleri vardır./ köylüleri niçin öldürmeliyiz?/ çünkü onlar karılarını döverler/ karşılığı olmadan kimseye yardım etmezler./ adım başı pınar olsa da köylerinde/ temiz giyinmez ve her zaman/ bir karış sakalla gezerler.
köylüleri niçin öldürmeliyiz? /çünkü onlar yanlış partilere oy verirler/ devletten korkar ve en çok ona hile yaparlar./ enflasyon denince buğday ve gübre fiyatlarını bilirler./ aldanmak korkusu içinde/ sürekli birbirlerini aldatırlar.”
Bir de Kuvayı Milliye Destanı’nın girişinde Nazım Hikmet’in “Türk Köylüsü” şiirini hatırlayalım.
Onlar ki toprakta karınca/ suda balık/havada kuş kadar/ çokturlar. /Korkak/ cesur/ cahil/ hakim/ ve çocukturlar/ ve kahreden/ yaratan ki onlardır./ destanımızda yalnız onların maceraları vardır/…sürülmüş toprağın ve şehirlerin bahtı/ Bir şafak vakti değişmiş olur./ Bir şafak vakti karanlığın kenarından/ Onlar ki ağır ellerini toprağa basıp/ Doğruldukları zaman…
KÖYLÜYE ŞÜKRAN BORCUMUZ
Bundan yüz yık önce nüfusumuzun yüzde doksanı köylü idi ve şehirlilerin karnını onlar doyururdu. Bu devletin köylüye ödemesi gereken büyük bir şükran borcu vardır.
Daha önceki yüz yıllardan beri milletin en fedakâr kesimi köylülerdi. Bitip tükenmeyen savaşlarda hep onların kanı aktı. Hazinenin büyük kısmı onlardan alınan vergilerden oluşurdu. Osmanlılar, köylülere sürü anlamında “reaya” derlerdi.
Buna karşılık her şeyden yoksun bırakılan da köylülerdi. Ağır vergiler, eşkıya saldırıları, hastalıklar ve kıtlıklar, köylüleri canlarından bezdirir, köyler boşalır, köylü nüfus yer değiştirmek zorunda kalırdı. Özellikle Alevi köylüleri devlet zulmünden kurtulmak için köylerini uzaktan görülemeyecek ve yol üstü olmayan yerlere kurarlardı. Selçuklu ve Osmanlı tarihi köylü isyanlarıyla doludur.
Kentlerde oturanlar az çok eğitim imkânına kavuştuğu halde köylüler cahil büyürlerdi. Köy işlerini erkekler babalarından, kızlar ise analarından öğrenirlerdi. Bu işler dışında cahillik denizinde yüzerlerdi.
KÖYLÜLERİN KIYMETE BİNMESİ
Toplumlar millet olmaya başladıklarında yöneticiler ve aydınlar tarafından köylülerim önemi anlaşılmaya başlandı. Çünkü milletin kökeni ve asıl değerleri de köylerdeydi ve köylüler tarafından korunuyordu. Millî dil ve milli kültürü köylüler yaşatmıştır. Gene de Cumhuriyetin köycülüğü romantik bir söylev köycülüğüdür. Onların milletin efendisi sayılması kâğıt üzerinde kalmaya mahkûmdu.
Ne zamanki demokrasi adı verilen serbest seçimlere geçildi. Köylüler kıymete bindiler.
Hem bu durum, hem de kapitalizmin gelişmesi köylülerin kaderini değiştirdi. Köylüler, yorganlarını sırtlayarak kentlerin yolunu tuttular, Gecekondu mahalleleri oluşturdular. Kentin ayak işlerini görmeye başladılar. Geride kalanlara da devlet yol, okul, su, elektrik gibi hizmetler götürmeye başladı.
Köylerdeki nüfus günümüzde oldukça azaldıysa da kentlere göçenlerin alışkanlıklarını önemli ölçüde koruması nedeniyle Türkiye’yi hâlâ bir köylü ülkesi saymak mümkündür. Hemen herkesin köyle bir bağlantısı vardır.
Hem köydeki nüfus azalması, hem de üretimin geniş çaplı yapılır hale gelmesi nedeniyle küçük aile işletmeleri artık Türkiye nüfusunu doyurmuyor. Çoğu köylü, ekmeğini, ununu, etini, sebzesini satın alıyor. Eğer satın alacak bir gelire sahipse her köylü ailenin tavuk beslemesini, kabak yetiştirmesini beklemek gerekmez. Türkiye’nin kalkınmasını küçük köy işletmelerinin yapacağı tarıma bağlamak yanlıştır. Bu artık bütün dünyada uzmanlaşmış ve verim alan büyük işletmeler tarafından yapılıyor.
Devlet tarafından çeşitli destekler almalarına rağmen köylüler gene de nüfusun en geri kesimini oluşturuyor. Kentlerdeki yaşamı kolaylaştıran koşulların çoğu köylerde yoktur. Onlar da bu koşullardan yararlanmak için kentlerde iş tutma arayışına devam ediyorlar. Köylerimiz kışın ıssızlaşmakta, ancak yazın şenlenmektedir. Orta vadede, köylerimiz birer büyük üretim çiftlikleri ve eski yaylalar gibi yazın oturulacak yerler haline gelecek gibi görünüyor.
Eskiden yaygın olan ağalığın artık köylerde bir hükmü kalmamıştır. Fakat köy nüfusu günümüzde de yoksul, orta, zengin olmak üzere üç sınıfı barındırıyor. Evlenmelerde hâlâ bu sınıfsal durum gözetilir. Kentlerden köylere gelin gitmez. Köyde akrabalık ilişkileri ön planda gelirse de mülkiyetin bölüşülmesinden çıkan anlaşmazlık nedeniyle birbiriyle dargın çok kardeş vardır.
GERİCİLİĞİN MERKEZİ KÖYLER DEĞİLDİR
Köylüler, nüfusun en dindar kesimini oluştururlarsa da toprakla uğraştıklarından ve doğa ile haşırneşir olduklarından yaşantıları laiktir. Gericilik yatağı köyler değil kasabalar ve büyük kentlerdir. Çok partili hayata geçtiğimizden beri köylülerin genellikle muhafazakâr partileri desteklemelerinin nedeni, bu iktidar dönemlerinde geçim düzeylerinin yükselmiş olmasıdır. Onların temel istekleri, ürünlerinin para etmesi, kendilerine kentlerde iş imkânlarının yaratılması ve köylerine yapılacak yol, su, okul, sağlık, elektrik gibi hizmettir.
Köylüler, gazete, kitap okumazlar. Opera ve baleye gidemezler. Erkenden yatar, erkenden kalkarlar. Hükümet adamı ve şehirliler karşısında çekingendirler. Şehirden gelen bir kişi her köylü evinde konuk edilebilir fakat hiçbir köylü eğer akrabası değilse kentte misafir edilmez. Fakir Baykurt’un bu konuyu işleyen güzel bir öyküsü vardır.
Köylüler, otel parası vermemek için şehirlerarasında gece yolculuk yaparlar, lokantaya gitmemek için yanlarında azık bulundururlar. Bu alışkanlıklar zaman içinde kaybolacaktır. Köylüler turistik gezilere katılmazlar, ancak askerlik, öğrenim görmek, tedavi olmak ve çalışmak için köyden ayrılırlar.
Köylerimiz artık kentlerin birer eklentisi haline geldi. Şehirdeki görgü köylere de çıkıyor. Köylüler, evlerini yenilemekte, içine alafranga tuvalet koymakta, altlarına araba çekmekte ve şehir usulü düğünler yapmaktadır. Köylülerin büyük kentlerde diğer bölgelerden gelenlerle evlenmelerinin çoğalması nedeniyle bütün Türkiye birbiriyle akraba olma yolundadır.
Köylülük bizim aslımızdır. Köysüz olmaz. Onları yöneten devleti ve şehirlileri suçlamak yerine köylüleri suçlamak yanlıştır. Köylülüğün hızla değiştiğini görelim ve bu değişim karşısında ah vah etmeyelim.
.