Laik eğitim gemisi iyice su almaya başlayınca aydın çevrelerinde eğitim için panellerin, çalıştayların sayısı arttı. Gerçi bu çaba yeni değil. Eğitimi kemiren kurtlar hiçbir dönemde eksik olmadı her dönemde buna karşı gençler, öğretmenler ve veliler çeşitli biçimlerde direndiler.
2 Mart 2018 günü Çocuk İstismarını ve İhmalini Önleme Derneği, Hacettepe Üniversitesi Çocuk Hakları Merkezi, Türkiye Barolar Birliğinin desteğini de alarak Baronun Balgat’taki merkezinde “Değişen Eğitim Sistemi ve Çocuklarımız” konulu bir günlük bir çalıştay düzenledi.
Düzenleyici kurumlar adına yapılan kısa konuşmalardan sonra Prof. Sedat Sever’in çocuklarda okuma alışkanlığı yaratılmasıyla ilgili önemli bir konferansını izledik. Ardından Avukat Sema Aksoy’un yönettiği panele geçildi. Konuşmacılardan Fikret Bila, Devletin Afrika seferine katılmak zorunda kaldığından gelememişti. Çankaya Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Dekanı Prof Dr. Buket Akkoyunlu, AÜ Eğitim Fakültesi emekli öğretim üyesi Dilek Gözütok ve Eğitim Reformu Girişimi Eğitim Gözlemevi Koordinatörü Burcu Meltem Arık Akyüz’den sonra konuşma sırası bana geldi. (Bunu başka bir yazının konusu yapmak isterim.)
Yapılan duyurularda benim sıfatım olarak “Ulusal Eğitim Derneği Onursal Genel Başkanı, Öğretmen Dünyası Dergisi” yazılmıştı. Onursal başkanlık doğru ise de yedi yıldır Öğretmen Dünyası’nı temsil etmiyordum. Fakat kimliğim 30 yıldan fazla bu dergi ile haşır neşir olduğundan, programı hazırlayanların belleklerinde böyle kalmış olduğu anlaşılıyordu. Bunu söyledim. “Derginin bugünkü yöneticileri de herhalde bunu sorun yapmaz” diye de ekledim.
Barolar Birliğinde Türkiye’nin 51 üniversitesinde temsilcilikleri bulunan adını yeni duyduğum bir gençlik örgütünün de üç gün sürecek bir kurultayının ilk günüymüş. Salondaki dinleyiciler asıl onlardan oluşuyordu ve bin kişi kadar vardılar. Çoktandır bu kadar kalabalık bir topluluğa hitap etmemiş olduğumu söyledim.
Hepimizin konuşması bir çığlık, bir imdat isteyişi gibiydi. Panelin yöneticisi ve dört konuşmacıdan üçünün kadın olması, aydın annelerin kendi çocukları gibi yurt çocuklarını da nasıl bir tehlikeden korumak istediklerini gösteriyordu. Canlarından bir parça olan ve bin bir ihtimamla büyütmekte oldukları çocuklarını devlet, yeni eğitim programlarıyla ellerinden alıyor, şeriat adı verdikleri karanlık kuyularına atıyordu!
Öğleden sonra dört çalışma grubu, farklı odalarda toplandılar. Benim katıldığım Bahar Göklerin yönettiği grubun katılımcıları, çeşitli okullarda ve kurumlarda çalışmakta olan rehber öğretmen ve psikologlardı ve üçümüz dışında onlar da kadındı. Günümüz okulunun çocukları nasıl eğitimden soğuttuğunu, devamsızlığı artırdığını, çocuklarda yaşama isteğini bile öldürdüğünü kendi yaşadıklarından hareketle yana yakıla anlattılar.
İçlerinde Öğretim Birliği Yasası’nın da bulunduğu Üç Devrim Yasası’nın 94. Yıldönümünde Türkiye’nin eğitimi bu halde mi olmalıydı? Karanlık zamanlar içinden bir heyula gibi hortlayanların başında olduğu, daha anaokulundaki bebeklere cehennem korkuları salmayı, onları din için savaşan birer cihatçı yetiştirmeyi eğitim zanneden bir bakanlığı nasıl kurtaracaktık? Maddi gücü olanlar, çocuklarını aynı programları uygulamak zorunda olmakla birlikte daha çok dünyevi bilgilerle donatmaya çalışan özel okullara verseler bu bir çare olur muydu? Bu yöntemlerle çocuklarımızın yüzde kaçını kurtarabilirdik? Kurtarabilir miydik?
Bir ümit ışığımız da olmalı değil miydi? Umutsuz kalplere bir parça olsun umut saçmam fazla mı olurdu? Bu toplantının sonunda ben de söz alıp birkaç cümle söyledim:
Dedim ki: “Arkadaşlar, feryat etmekte haklısınız. Ancak kabul etmek gerekir ki, devlet bir imam, halk cemaattir. İmamlar, camilerde yaptıkları konuşmalarda halka nasıl da korku salmaya çalışırlar. Şunu yapmak günah, şöyle yapanlar cehennemde şöyle yanacak falan diye. Cemaat sadece dinler. Fakat camiden ayakkabısını giyip çıkan halkın yaşamında imamın telkin ettiği gibi bir davranış değişikliği olmaz. Medrese bin yıl boyunca Aleviler aleyhinde bulundu diye Aleviler inançlarından vaz mı geçtiler?
Köy Enstitülü yazarlarımızdan Talip Apaydın’ın “Biz helâlarda yetiştik” diye bir sözü vardır. Evet devlet okulunda birçok şey öğrendik ama örneğin bana da bugünkü kişiliğimi kazandıran devlet değildir. Çoğumuz, gerçekleri devlete rağmen öğrenmedik mi? Yeni yetişen kuşaklar da hayat felsefelerini devlet okullarında okuduklarıyla kalarak kurmayacaklar. Bugün bilgiye ulaşmak, eskisinden çok daha kolaylaşmıştır. Aile de artık çocukların eğitimi hakkında söz sahibi olmaya başlamıştır.
O kadar da karamsar olmayalım. Ne demişler, İmam ne derse desin, cemaat bildiğini okur…”