• BIST 10891.42
  • Altın 2529.106
  • Dolar 32.8951
  • Euro 35.7068
  • Muğla 24 °C
  • İzmir 27 °C
  • Aydın 22 °C
  • İstanbul 23 °C
  • Ankara 19 °C

HÂKİMİYET KİMİNDİR?

Zeki SARIHAN

Genel seçimlerde tek başına hükümet kuracak kadar oy alan iktidar ve fiilen onun başında olan cumhurbaşkanı, sabah akşam “millî hâkimiyet”ten başka bir güç tanımadıklarını söylüyorlar.


 

“Millet” kendilerini seçtiğine göre ülkede millî hâkimiyetin var olduğunu, bunu da kendilerinin temsil ettiğini söylüyorlar.

Bu iddialar doğru mudur? AKP ve cumhurbaşkanı milletin ne kadarını temsil ediyorlar? Bizim siyasi tarihimizin de belli başlı kavramlarından olan Millî hâkimiyet kavramı ne zaman doğdu ve neyi ifade ediyor? Yoksa millî hâkimiyet bir gerçeğin üzerini örtmek için mi kullanılıyor?

 

Uzun insanlık tarihi boyunca (ilk ve Ortaçağda) ne millet ne de millî hâkimiyet kavramları vardı? Çevresine silahlı bir güç toplayanlar, hem kendi kavimleri, hem de boyun eğdirdikleri halkları yönetme hakkına kavuşurlardı. Bu hakkın da kendilerine Tanrı tarafından verildiğini ileri sürerlerdi. Bu nedenle Osmanlı sultanlarının da söylediği gibi “Hâkimiyet Allahın"dı. Sultanlar onun yeryüzünde gölgesi idiler... Topraklar, servetler onların tasarrufunda idi. Herkes onların “kulu” idi.

 

Ne zaman ki Avrupa’da kapitalizm uç verdi, burjuva sınıfı doğdu. Tanrı adına kullanılan bu hâkimiyetin bir yalandan ibaret olduğu anlaşıldı. Burjuvazi milletin önüne geçti. Soyluların ve kilisenin egemenliğine son verdi. Hâkimiyetin millete geçtiğini ileri sürdü.

Bu da doğru değildi. Hâkimiyet bütün millette değil, onun içinde iktidarı ele geçirmiş burjuvalardaydı. Zenginlikler artık onun elindeydi.

 

Buna da işçi sınıfı itiraz etti. "Madem bütün zenginlikler benim emeğimle oluşuyor, iktidar benim olmalı, sınıflar ortadan kalkmalı" dedi. Tarih boyunca süregelmiş olan sınıf mücadelesi yeni biçimlere büründü.

 

Feodaller, tefeciler, burjuvazi iktidarı öyle kolay teslim etmez. Emekçilerin düzeni tehdit eden kalkışmalarını zorbalıkla bastırdığı gibi, anayasayı ve yasaları da buna göre düzenler. Eğitim sistemini ve diğer propaganda araçlarını buna göre biçimlendirir. Bir halk iktidarının ne kadar korkunç sonuçlar doğuracağını sürekli beyinlere şırınga eder. Emekçileri de şaşkına çevirir.

Milli kurtuluş savaşlarına hangi sınıf güçlüyse o önderlik eder ve savaştan sonra iktidar onun olur. Burjuvazi iktidardaysa ülkenin zenginliklerine el koymayı bileğinin hakkı sayar. Bir an önce zengin olmak için halk üzerine ağır vergiler koyar fakat onların sınıf mücadelesini de yasaklar. İktidardaki burjuvazi hâkimiyetin sözde millette olduğunu savunur.


 

MİLLET BAŞKA, HALK BAŞKA

 

Oysa millet ile halk farklı kavramlardır. Kısa söylemek gerekirse millet, bir dili konuşan herkesten oluşur ve bunun içinde çeşitli sınıflar vardır. Halk ise emeğiyle yaşayan en geniş kitleden oluşur. Bu nedenle emekçiler, kendi iktidarlarını “milli hâkimiyet” olarak değil, “halkın hâkimiyeti, halk devleti, halk cumhuriyeti” olarak nitelediler. Kurtuluş Savaşı sırasında bizde de az kalsın böyle bir yönetim kuruluyordu... "Neyse ki bu "tehlike"yi çabuk savuşturduk!

 

Bizde Erdoğan’ın da içinde bulunduğu İslamcılar, başlangıçta “Millî hâkimiyet” kavramına karşı çıktılar. “Hâkimiyet Allah’ındır” diyorlardı. Sanki bu topluluğu yönetmesi için Allah onlara vekâlet vermişti! Fakat iktidara geldikten sonra meşruiyet kazanmak için burjuvazinin “Hâkimiyet milletindir” söylemini devraldılar. Çünkü üst üste genel seçimleri kazanmışlardı. Artık “Hâkimiyet milletindir” sözü gerçekte “Hâkimiyet Adalet ve Kalkınma Partisinin, onun da başında bulunan Recep Tayyip Erdoğan’ındır” anlamına geliyor.

 

AKP iktidarının kendinden önceki burjuva iktidarlarından farkı, yoksulların önüne bir şeyler atarak onları kendisine bağlamış olmasıdır. Yoksa yiyicilikte bir farkları yoktur.


 

Bu iktidar, aslında diken üstünde oturuyor. Kendini hiç de güvende hissetmiyor. Bu korkusu nedeniyle yalnız emekçilerin değil, bütün muhalefetin önüne barikatlar kuruyor. Başkanlık sistemiyle, temsil ettiği sınıfı da tek bir adamın iradesine bağlamak istiyor.


 

Yeni anayasa çalışmalarının tek anlamı bu sınıfın iktidarını güvence altına almaktır.

İşin garip fakat feci olan yanı, yoksul bir kitlenin de kendini iktidara gelmiş saymasıdır.

Yapılacak şey, durmaksızın halka sınıf bilincini aşılamak ve bir halk iktidarında kazanacağı dünyayı hatırlatmaktır. Yoksa bu kâbustan hâkim sınıfların biri yerine diğerini tercih ederek kurtulamayız.


 

“Ölümü görüyoruz, sıtmaya razıyız!” diyorsanız o başka… (18 Kasım 2016)

Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2003 | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 0252 412 2141