• BIST 10081
  • Altın 2945.964
  • Dolar 34.757
  • Euro 36.7352
  • Muğla 11 °C
  • İzmir 16 °C
  • Aydın 17 °C
  • İstanbul 13 °C
  • Ankara 10 °C

BU KADAR MASRAFA NE GEREK VARDI?

Zeki SARIHAN

Hayatı Hakikiye Sahneleri-31

Her zaman söylerim. Tek bir İslam yoktur. Her bir insanın kafasındaki Allah imacı değişiktir.  Din ve Allah’ı da sınıflar kendi yaşantılarına göre farklı yorumlarlar.  Selçukluda ve Osmanlıda sarayın İslam’dan anladığı ile Anadolu köylüsünün anladığı ve beklediği aynı değildir.

Aslına bakılırsa Türk aydınları geri kalmışlığımızın nedeni olarak dini görmüşler ve ondan uzak durmayı tercih etmişlerdir.  Dinin sosyolojik anlamı üzerinde kafa yoranlar, Marksist Hikmet Kıvılcımlı gibi birkaç kişiyi geçmez.

Annem çok dindar bir kadındı. Annem üzerinden dindarların davranış felsefeleri üzerinde çok düşünürüm. Onun ve orucunu, namazını aksatmayan milyonlarca insanın başka bir seçeneği var mıydı ve var mıdır?

Onlar da, diğerlerimiz gibi evrenin varlığı ve yasaları hakkında düşünüyorlar, kendi var oluşlarını büyük bir şükranla karşılıyorlar ve bu varlığın yasalarına karşı görevlerini yapmaya çalışıyorlar. Aksi halde evrensel sistemin dışına çıkacaklarını, koruyucusuz kalacaklarını düşünüyorlar sanırım.

Annem bir gün Ankara’da misafirimiz oldu. Ona bazı yerleri gezdirdim. Bunlardan biri Anıtkabir’di. Anıtkabir üzerinde hiçbir yorumda bulunmadı. Mozele’den çıkıp aşağıya yola inerken ikindi olmuştu. Öğlen abdestiyle ikindi namazını kılmak istedi. “Burada kılabilirsin” dedim.  Kıbleyi kestirdi ve çalıların arasındaki çimenlerin üzerinde namazını eda etti. Tanrı’ya da borçlu kalmak istemezdi!

Başka bir gün, zaten evimizin yüz metre yakınında olan Kocatepe Camii'ne götürdüm. Kalın sütunlara, yüksek kubbeye, görkemli avizeye, yerdeki pahalı döşemeye anlamsız gözlerle baktı!

Kocatepe Camiini gezmiş olmaktan çok memnun olacağını sanmıştım. Kendisi bir şey söylemeyince eve varınca ben sordum: Camiyi nasıl bulmuştu?

“O kadar masraf yapmaya ne gerek vardı?” dedi. Yoksulların koruyucu Tanrı’sı kendine yapılan sesleri her şart altında ve her yerden duyardı.  Bunun için ev içinde küçük ve basit bir seccade yeterdi. Kırda kılınan namaz için bu bile gerekli değildi.  Onun köyde tanığı cami, ahşaptan basit bir yapıydı. İçine girildiğinde tahtaları gıcırdar, saçaklarında yuva yapmış kuşların cıvıltıları duyulurdu.  Caminin kapısı hiç kilitli olmazdı ve zaten içinde çalınacak bir şey de yoktu. İmam da köylünün kendi içinden gönüllü biriydi. Maaşsızdı. Bütün köylüler gibi çifti çubuğuyla uğraşırdı.

Böyle masraflı camiler yapacaklarına yoksullara yardım etseydiler. Yolsuz köylere yol yapsalar, evlere su getirseler, köylülerin ürettiklerini daha iyi bir fiyatla alsalar, okulsuz çocuk kalmasa, doktor ve ilaç ücretleri bu kadar pahalı olmasa Allah da bundan razı olmaz mıydı?

Annemin Anıtkabir konusunda da aynı şeyleri düşündüğünü sanırım. Cami hakkında görüşlerini söylediği halde Anıtkabir için susması, camiyi kendi sorumluluk alanı içinde gördüğü halde Anıtkabir’i bunun dışında saymasından olsa gerek. O kendisinin bilmediği, söz söylemek için kendisinde yetki görmediği “resmî” bir yerdi.

Annemle benim aramda bu konuda benzerlikler var. Benim tarihte sevdiğim, hayranlık duyduğum, hatta dilimden düşürmediğim bazı kişilerin mezarlarını görmedim. Fazla merak da etmedim. Bunların bazılarının mezar yerleri belli de değil. Herhalde bazılarının mezarları da çok basit yapılar. Mihalıççık’a bağlı Sarıköy’de Yunus Emre’nin mezarını gördüm. Beklediğim gibiydi.  Yerden yüksekliği bile yok ve çevresine taşlar dizilmiş, hepsi bu kadar! Mevlana’nın çağına göre görkemli bir türbesinin olmasının nedeni, Selçuklu sarayının şairi olmasındandır.

Acaba, Selâtin (Sultanlar) camileri olmasaydı, İslamlık kaybolur muydu? Fakat Selimiye, Süleymaniye, Sultanahmet gibi camilerin bu kadar görkemli yapılması, adını o camilere veren padişahların ne kadar büyük olduğunu, dolayısıyla halka karşı devletin büyüklüğünü kanıtlamak için değil midir?

Kurtuluş Savaşı’nın başkomutanı ve ilk cumhurbaşkanımız için büyük masraflarla böyle bir görkemli kabir olmasaydı, Atatürk unutulur muydu? Böyle yapımı yıllar süren ve pek büyük bir bütçe ile yapıldığı anlaşılan böyle bir yapı onun kendi vasiyeti miydi? Yoksa onun ölümünden sonra devlet bürokrasisi, kendi iktidarlarının ihtişamını ve büyüklüğünü Anıtkabirde mi cisimleştirdiler?

Biliyorum, bu benimkiler imlaya gelmez düşünceler. Bunları bir delinin hatıra defterinden sayfalar sayın. Hepimiz aynı şeyleri düşünürsek düşünce dünyası bir tarafa ağdırıp devrilebilir…   

Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2003 | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 0252 412 2141