• BIST 8860.3
  • Altın 2923.448
  • Dolar 34.2561
  • Euro 37.4046
  • Muğla 17 °C
  • İzmir 20 °C
  • Aydın 18 °C
  • İstanbul 15 °C
  • Ankara 13 °C

500 YILLIK TECAVÜZ!

Zeki SARIHAN

Belgrad’a uçmadan önce Sırbistan hakkında bilgi toplamak için bazı internet sitelerinde dolaştım. Ekşi Sözlük’te “Sırp kadınları dünyanın en güzel kadınları”dır notunu gördüm. Bunu yazan kişi, annesini de tanık gösteriyordu. O da Sırp bir gelin sahibi olmak istermiş. “Gönül kimi severse güzel odur” demişler. Eşimin yanımda olmasına aldırmadan, Sırp kadınlarına (başka bir niyetle değil, bu yargı doğru mu, yanlış mı diye) alıcı gözle baktım. Dünya ahret bacım olsunlar, Sırp kadınlarını da (Allah sahiplerine bağışlasın), Türkiye’de benzeri bulunan ince uzun yüzlü, beyaz tenli, Cide-İnebolu yöresindeki kadınlara benzettim. Bu konuda daha iyi bir değerlendirmede bulunabilecek oğluma sordum:

“Türkiyeli kadınlara benziyorlar” dedi.

“İyi ama dedim, Türk ırkıyla, Slav kökenli olan Sırplar, birbirlerinden çok uzak. Nasıl olur?”

Şu yanıtı verdi: “Sırplar, beş yüz yıl boyunca Türk tecavüzüne uğradıklarını söylüyorlar!”

Bu sözler, tabi beni hemen Osmanlıların balkanları istilası üzerinde düşünmeye sevk etti. İlk ve Ortaçağ’da, zaman zaman yakın tarihlerde Japonya’nın Kore’yi istilasında da görüldüğü gibi istilacı devletler, boyun eğdirdikleri milletlerin yalnız hazinelerine, savaş araçlarına, mal mülklerine değil, kadın ve çocuklarına da el koyuyorlar. Evlenmeleri yasak olan Yeniçeriler ve tımarlı sipahiler kadın ihtiyacını zapt ettikleri ülkenin kadın ve kızlarıyla giderdikleri gibi, bunlardan en güzel ve sağlıklı olanlarını ailelerinden zorla koparıp İstanbul’a getiriyorlar, saraya hediye ediyorlar, konaklara cariye ve odalık olarak satıyorlardı. Çocuklar ise sünnet edilip eğitilerek Müslüman yapılıyor, Yeniçeri ve kapıkulu yapılıp bu kez kendi halkları üzerine yağmacı olarak gönderiliyorlardı. İnsanlık tarihinin herhalde en büyük trajedilerinden biri budur.

Hıfzı Topuz’un uçakta okumak için yanıma aldığım III. Murat ve III. Mehmet dönemlerini anlatan “Şanlı Kanlı Yıllar” kitabında rastladığım şu satırları Belgrad’da okudum:

“Osmanlılar, işgal ettikleri Hıristiyan köy ve kasabalarında sekiz ila on sekiz yaş arasındaki çocuk ve gençlerin belirli bir sayısının zorla ailelerinin ellerinden alınarak acemi ocağına gönderilmesine karar verdiler. Köylerden kasabalardan toplanan gençler, suçlu insanlar gibi elleri kolları bağlı, gözyaşları arasında arabalarla yola çıkarılıyordu. Gençlerin yakınları da çoğu zaman perişan halde arabaların peşinden koşarak çocuklarını uğurluyorlardı. Onları bir daha hiç göremeyeceklerdi. Gençlerin suçları neydi? Sadece işgale uğramış bir bölgenin insanları olmak. Halk böylece devlete bir vergi ödemiş oluyordu.”

Yugoslav yazarı İvo Andriç, Sırp çocuklarının toplatılmasını şöyle anlatmış:

“Çocukları ellerinden alınan analar, babalar, kardeşler, saç baş darmadağın, perişan halde, nefes nefese atlıların peşinden koşuyor, sünnet edilecek evlatlarının arkasından çırpınıyorlardı. Artık onlar, dinlerini, memleketlerini, köklerini unutmaya, yaşamlarını Yeniçeri olarak Osmanlılara hizmet etmeye mahkûm olmuş insanlardı. Aileler kafileye fazla yaklaşacak olurlarsa ağanın adamları onları kırbaçlıyordu.” (Şanlı Kanlı Yıllar, İstanbul, 2017, Remzi Kitabevi, s. 137-138)

Anlayacağımız Osmanlı askerleri Balkanlarda ve Orta Avrupa’da ilerlerken geçtikleri bağlarda yedikleri üzümlerin parasını asmalara bağlamıyorlardı… Resmî tarihin en büyük yalanlarından biri budur.

Ne kadar kötü bir miras değil mi? Hangi Sırp ve Balkanlı bu kötü mirası unutabilir? Neyse ki, bu mirası reddettiğim için oralarda başım eğik gezmedim. Bu zulmü yapanlar benim atalarım değil ki, hâkim sınıfların ataları.  Özellikle de 15 gün içinde Şam Emevi Camiinde orayı zapt etmiş bir kahraman olarak namaz kılma hevesinde olanların. Bunlar Tuna boylarında sıra servilerin “Türkler gitti diye” sessiz sessiz ağladığını anlatan şiirler bile yazdılar. Yağmacılık ve açgözlülüklerini de Allah’ın adını kullanarak yaptılar ve yapıyorlar.

BELGRAD’DA OSMANLI İZLERİ

Rumeli Osmanlı egemenliğine 1364’teki Sırp Sındığı Savaşıyla girmeye başlıyor. 1389’da Birinci Kosova Savaşıyla Osmanlıların önü açılıyor. Geçmişi MÖ 7.000 yıllarına kadar giden ve pek çok kavganın odak noktasında yer alan, bugün 1.700.000 nüfusuyla Balkanların en büyük kenti olan Belgrad, 1521’de Kanuni zamanında zapt edilmiş. 1830’dan sonra bağımsız Sırp Krallıkları tarafından yönetilmiş. Osmanlılara karşı övünebilecekleri bir ayaklanma tarihleri var. 1912-1913’te Balkan Savaşıyla Osmanlı egemenliği kesin olarak sona ermiş.

Belgrad’da Osmanlılardan ne kalmış? Sokak aralarında tek tük kalmış iki katlı küçük konaklara rastlanıyor. Fakat bugünkü adı da Kale Meydan olan üç tarafı kat kat surlarla çevrili, kapılarından birinin adı İstanbul kapısı olan kale alanı en önemli Osmanlı kalıntısı. İçinde anıtlar, müzeler, spor tesisleri var. Damat Ali Paşa’nın kabri de burada bulunuyor. Haznedar Kapısı, Bir Sırp köyünde doğup devşirme acemi oğlanlıktan veziriazamlığa yükselmiş Sokullu Mehmet Paşa’nın adını taşıyan bir çeşme bulunuyor. Şu yerlerin adı da Osmanlılardan kalmış: Taşmajdan (Taş Meydan), Karaburma, Taraziye, Dörçol (Dörtyol), Topçider (Topçu Deresi), Bulbulder (Bülbülderesi)

Osmanlılardan kalma camiler yıkılmış, yalnız 1690’da yapılmış minareli küçük Bayraklı Camii hizmet vermeye devam ediyor. İçeride ikindi namazı kılan iki kişi gördük. Hemen karşısında ise Sırbistan İslam Merkezi var. Müftüsü Suudi Arap’mış. Görüşmek istedik. Karşılaştığımız iki kişi bozuk bir Türkçeyle onun içeride meşgul olduğunu söyledi.

Çukurçeşme’nin ise Sırp tarihinde önemli bir yeri var. Osmanlıların Sırbistan’da hâkimiyetlerinin iyice zayıfladığı bir dönemde yalnızca kalede askerleri kalmış. Bu sokaktaki çeşmenin önünde Sırplarla askerler arasında kavga çıkmış, Askerler çocuğu öldürmüşler. Yabancı egemenliğine karşı burnundan soluyan halk galeyana gelmiş. Kaledeki son askerler de aileleriyle birlikte Belgrad’ı terk etmiş. Gidiş o gidiş. Sırplar o çeşmenin üstüne ölen delikanlının bronzdan ve uzanmış yatan bir heykelini koymuşlar. Olay tarihi olarak 1862’yi, anıtın yapılış tarihi olarak da 1931’i yazmışlar. (1 Ocak 2018)

 

 

Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2003 | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 0252 412 2141