Aynı evi paylaşanlar arasında ortaya çıkan sorunlar önce küçük ve az önemli konularda kendini gösterir. Her şey alınma, gücenme, kırılma gibi diğerlerine göre daha hafif denebilecek sıkıntılarla başlar. Ancak bu bir kural değil. İnsanın olduğu yerde kesinkes hükümler verilemez. Eve gelir gelmez, daha kapıyı bile kapatmadan kavgaya tutuşanlar da görülebilir, durduk yerde küsen ve haftalarca konuşmayan eşler de. Yine de aile içi sorun dendiğinde ilk gözlenen belirtiler çoğu kez alınma, gücenme, kırılma. Başlangıç aşamasında daha çok bunlar yaşanıyor.
Alınan taraf kendi içinde bir burukluk yaşamaktadır. Söylenen bir söz ya da sergilenen bir davranış canını sıkmıştır. Söyleneni, yapılanı kendisine yönelik bir saldırı ya da bir küçümseme olarak yorumlamıştır. Öyle algılamıştır. Bu sebeple de üzgündür, kalbi kırılmıştır.
Böyle durumlarda alındığını, gücendiğini hemen ilk dakikasında belli eden de vardır, günlerce hatta haftalarca kendine saklayan da. Doğru olan elbette belli etmek ve karşı tarafla ilk fırsatta konuşmak. Sorunu büyümeden çözümlemek. Bu yapılmadığı takdirde zaman geçtikçe mesele büyür ve başka problemlerin doğmasına sebep olur. Böylece sorunlardan kurtulmak giderek olanaksız hale gelir.
Küçük ya da büyük her tür sorunu mümkün olan ilk fırsatta karşı tarafla konuşmak gerekir. Gerekmesine gerekir ama bunu yapmak bir çoğumuza zor gelir. Çünkü konuşmamak alınmanın, kırılmanın şanındandır. Alındığımız, gücendiğimiz konuyu kendi içimizde tutmayı tercih ederiz. Sanki mağdur edilmiş olma duygusunun tadına varmak ister gibi. Bunun için çok çeşitli sebepler buluruz kendimize:
- Bu kadar küçük bir konuyu mesele yapmaya değmez.
- En iyisi boş vermek, akşam akşam problem çıkarmayayım şimdi.
- Nasılsa farkına varır. En doğrusu kendisinin fark etmesi.
- Öyle davranabildiğine göre, söylesem ne olacak ki?
- Benim için o sözü söyledikten sonra neyi konuşayım?
- ...
Örnekler çoğaltılabilir. Susarız, konuşmayız. Kendimize gerekçeler buluruz ve sessiz kalmayı yeğleriz. Bulduğumuz gerekçeler anlamlı, mantıklı ve haklı da olabilir. Olabildiğince normal davranmaya çalışırız. Yüzümüz asık değildir. Gereken yerde gülümseriz hatta güleriz –daha doğrusu öyle yaptığımızı düşünürüz. Hiç bir şey olmamış gibi davranmaya çalışırız. Hayatın olağan bir şekilde aktığını düşündüğümüze çevremizdekiler inansın isteriz. Her hangi bir sorun bulunmadığı havasını yaymaya çalışırız. Karşı taraf “Ne oldu, neyin var?” diye sorsa bile geçiştirmeye çalışırız. Söylemeyiz. Konu etmeyi doğru bulmayız.
Konuşmayarak karşı tarafı korumaya çalışırız bir bakıma. Benim canım yandı bari onun canı sıkılmasın diye düşünürüz. Hatasını yüzüne vurarak kendini kötü hissetmesine sebep olmak istemeyiz. Düşünerek bulmasını bekleriz.
Oysa en doğru seçim her zaman konuşmak. Konuyu enine boyuna değerlendirmek ve bir sonuca bağlamak. Ulaştığımız sonuç hata yaptığımız şeklinde bir sonuç da olabilir. Konuşma sonunda alınacak, gücenecek bir şey olmadığına da karar verebiliriz. Yeter ki bir sonuca bağlayalım. Konuşmak tek çare.
Dr. Abidin Sönmez
Aile Danışmanı, Özel Marmaris Aile Danışma Merkezi
0252-419 22 96; 0532 557 90 19
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.