• BIST 10081
  • Altın 2945.964
  • Dolar 34.757
  • Euro 36.7352
  • Muğla 11 °C
  • İzmir 16 °C
  • Aydın 17 °C
  • İstanbul 15 °C
  • Ankara 9 °C

GEÇMİŞ GÜNLER DAHA MI GÜZELDİ?

Zeki SARIHAN

Hepimizin eski günlerden özlediklerimiz olur. Yaşadığımız köy veya kasabada, çocukluğumuzun çeşitli sorumluluklardan azade olduğu, annemizin sıcak şefkatini, kardeşlerimizle koyun koyuna yattığımız günleri, tarlamızda yetişen domatesin, biberin, kavun ve karpuzun tadını unutmayız. Buna geçmiş günlere özlem anlamında “nostaljik duygular” diyorlar.  İnsanlar yaşlandıkça çocukluğunu daha çok hatırlıyor.

Bizim bu duygularımız geçmiş günlerin daha iyi olduğu anlamına mı gelir? Azımsanamayacak sayıda insan her bakımdan geçmiş günlerin daha iyi olduğunu, hayatın gitgide zorlaştığını ciddi ciddi ileri sürüyor.  Kendi ömürleri içinde teknolojinin olağanüstü geliştiğini, bunun yaşamayı ne kadar kolaylaştırdığını, ortalama yaşam süresinin bile çok arttığını hesaba katmıyor gibiler.

Bundan 50-60 yıl önce, pek çok çocuğumuzun gidebileceği bir ilkokul bile yoktu.  Okullarda kışın soba yanıyor ve çocuklar okula birer odun veya tezekle gidiyorlardı.  Okulların çoğunda dayak vardı, sınıfta bırakma politikası geçerliydi ve birçok öğrenciye sınıf tekrarı yaptırılırdı. Onların yardımcı ders kitabı bulunmazdı ve akşamları gaz lambasının sönük ışığı altında ders çalışırlardı. Evlerde çocuk sayısı fazla olduğundan her bir çocuk gereken bakım ve ilgiden de yoksundu. Herkesin beslenmesi daha zayıftı. Daha sık hastalanır ve sağlık kuruluşlarının uzak olması ve doktor ve ilacın pahalı olması nedeniyle doktora gidilemezdi.

Köylüler, kasabalara yüklerini at, katır ve eşekle götürürler, otel paraları olmadığından hanlarda gecelerler, lokantalara bile gidemeyerek karınlarını ekmek, helva gibi şeylerle doyurmak zorunda kalırlardı. Biraz daha gerilere gidildiğinde yoksulluğun, eğitimsizliğin, hastalıkların arttığını görürüz. Ağaların ve eşrafın halk üzerindeki egemenliği çok daha ağırdır.

“Eski günlerimiz ne kadar da iyiydi, her şey bozuldu” demeye hakkı olanlar vardır, evet. Bunlar geçmişte ham ve hamam sahibi olup bir elleri yağda, bir elleri balda asilzade evladı iken, bütün servetini kaybetmiş, yoksulluğa düşmüş, artık eskisi gibi emrinde uşak ve hizmetkâr bulunduramayanlardır.

Yazı ve konuşmalarda dile gelen bir geçmişe özlem de Ankara, İstanbul gibi büyük kentlerin eski ahalisinde dile geliyor. Çocukluk ve gençliklerinden hatırladıkları o şehrin düzeni tamamen bozulmuştur! Köylerden bu kentlere doluşan görgüsüz insanlar, şehirleri berbat etmiştir! Oysa kendileri, o eski şehirde, müstakil veya birkaç katlı apartmanın bir dairesinde ne kadar da mutluydular… Müteahhit, memur veya tüccar olan beybabaları bayramlarda ellerinde hediyelerle gelir, mahallenin ıssız sokaklarında komşu çocuklarıyla top oynarlardı. İlkokulu bitirince gidecekleri ortaokul ve lise de hazırdı. Üniversiteyi okumak, bazı ağa çocuklarıyla birlikte yalnız onların hakkıydı ve mezun olduklarında yerleşecekleri işler de hazırdı.

KENTLERE GELMEKLE HATA MI ETTİK?

Bu köylülerin neden 1950’lerden sonra kentlere akın ettiğini akıl etmezler. O yüzde seksenin köyde tutulması gerektiğine inanırlar. Hadi kendilerine hizmet edecek kapıcılar neyse, (bunlarsız yapamazlardı), bu kadar taşralının üniversitede okumak, çalışmak ve memuriyet yapmak için şehirlerine doluşması da ne oluyordu? İstanbul, İstanbulluların, Ankara, Ankaralıların, İzmir, İzmirlilerin olmaktan çıkmıştı! Hatta bu taşradan gelenler, yoksulluğun verdiği hızla daha yüksek memuriyetlere yükselmişler, kentin ticaret hayatını ele geçirmişler, eski kentliler, rahatlıklarının verdiği rehavetle geri plana düşmüşlerdi.

Bu tüplerin “Ah nerde o eski günler” demeleri, düştükleri durumun sonucudur ve kendilerine göre haklıdırlar. Fakat taşradan ekmeklerini çıkarmak için kentlere doluşan insanların da onlar adına üzülmelerine ne demeli? Bazı konferanslarda tanık oluyorum. Hiçbiri, kentin yerlisi olmayan dinleyiciler de eski günleri arayan bu konuşmacılarla birlikte hayıflanıp duruyorlar.  “Nerdesin eski Ankara? Nerdesin eski İstanbul?” diye yazıklanıyorlar.

Hayır, karnımızı doyurmak, kendimize üst baş düzmek, çocuğumuzu okutmak, daha sıcak evlerde oturmak, doktora daha kolay ulaşmak için kentinize geldik. Kalabalık olduysak özür dileriz. Kusurumuza bakmayın! Ama sizin şehriniz o şekilde kalamazdı. Şehir artık hepimizindir.

O eski kenti temsil eden birkaç sokak, mahalle veya meydan,  kültür varlığı adına ve nostalji için yeter. İki göz kerpiç veya ahşap evimize, kıraç topraklarımıza dönemeyiz. Artık köy yollarını ne yaya, ne de kamyon kasasında alabiliriz. Zaten köyler de köylü de eskisinden farklı. Biz oralarda toprağı işleyecek kadar nöbetçi bıraktık. Çocukluğumuzun geçtiği topraklardan kopmak zorunda kaldıysak da şimdi o günlere göre çok daha rahatız. Karnımız daha iyi doyuyor. Yılda bir kez, sekiz on günlüğüne köyümüz veya kasabamızı ziyaret ederek özlem gidermemiz yeter. 

Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2003 | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 0252 412 2141