Gündem Gazetesi

Yalnız Kadınlık Deneyimleri Projesiyle Sosyal Politika Üretimine Destek

Covid-19 Pandemisi, bu süreçten en fazla etkilenenler arasında yer alan yaşlılar ile ilgili öteden beri varolan medya söylemelerini ve sosyal temsilleri görünür hale getirdi.

04 Haziran 2020 Perşembe 11:01

Yalnız Kadınlık Deneyimleri Projesiyle Sosyal Politika Üretimine Destek

 Yaşlıların bu süreçte korunmaları gerektiği konusundaki uzlaşıya rağmen bu sürecin nasıl yürütüleceği konusunda bir sosyal politikanın tüm ayrıntılarıyla ortaya konulamaması, süreci desteleyecek akademik çalışmaların yapılması zorunluluğunu da gündeme getirmiştir.

Üniversitemiz ise bu zorunluluktan hareketle “Yaşlılıkta Baş Etme Stratejileri: Covid-19 Sürecinde Yalnız Kadınlık Deneyimleri” başlıklı bir ARDEB COVID-19 projesine ev sahipliği yapacak. Üniversitemiz Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Vefa Saygın Öğütle ile, ekibiyle birlikte “ageism” ve “intersectionality” kavramlarını odağına alarak, yalnız kadın deneyimlerini analiz edecekleri projeleri üzerine konuştuk.

Projeniz hangi fikir ışığında gelişti?

Pandemi sürecinin belirli bir aşamasında, hatırlanacağı üzere, 65 yaş ve üstü insanlar için sokağa çıkma kısıtlamaları başlamıştı. Gerçekte 65 yaş ve üstü insanları korumak maksadıyla konulan bu kısıtlamaların, bir anda yaşlı-karşıtı söylem ve davranışların önünü açması, bizim için çok sarsıcı oldu. Literatürde ageism, yani “yaş ayrımcılığı” diye tanımlanan durum bu. 65 yaş ve üstü insanların gençler tarafından kötü muameleye maruz bırakıldıkları videoları hepimiz üzüntüyle izledik. Fakat sosyal yalıtılma ve dışlanmanın yoğun bir sembolizmini sunması açısından, benim zihnimde yer eden en çarpıcı görüntü, Zonguldak’ta halk otobüsüne alınmayan yaşlı bir kadının buna karşı çıkarak otobüsün önüne yattığı hadise oldu. Araştırmanın ilk fikrinin oluşumunu bu imgeye dek götürmek mümkün.

Çalışmanızı hangi yöntemle ve hangi aşamalarda gerçekleştireceksiniz?

Uzunca bir süredir ilişkiselci bir sosyal bilim anlayışının teorisiyle iştigal etmekteyim, ulusal ve uluslararası yayınlar yapmaktayım bu hususta. Son birkaç yıldır ise bu teorik çalışmalarımı empirik olarak saha araştırmaları ile desteklemeye çalışıyorum. Yürüttüğüm ve yürütmekte olduğum gerek projeler gerekse yüksek lisans ve doktora tezleri, kendi başlarına taşıdıkları bağımsız değerlerinden ayrı olarak, bir ölçüde bu amaca da hizmet ediyor.

Bu çalışmalarda karşımıza çıkan önemli bir kavram, “kesişimsellik” [intersectionality] kavramı oldu. Kesişimsellik, toplumsal grupların homojenleştirici etkilerine karşı, toplumsal cinsiyet, toplumsal sınıf, ırk, etnisite ve din gibi farklı sosyal mekanizmaların aynı insan grupları içerisinde dahi farklı farklı deneyimlenebileceğini anlatıyor bize. Kavram, kadın çalışmaları literatürü içerisinde farklı kadınlık deneyimlerini ayırt etmek için kullanılıyor son yıllarda. Bu durum, ilgili kavramsal çerçeveyi bizim araştırmamız açısından bilhassa anlamlı ve kullanışlı kılıyor.

Öte yandan, meslekten olmayan insanlar bir yana, sosyal bilimciler arasında dahi, “yaşlılar” diye homojen bir insan kategorisinin var olduğu algısı hâkim. Hâlbuki biliyoruz ki “yaşlanma”, insanlar tarafından aynı biçimde tecrübe edilen evrensel, salt tıbbî bir süreç değil. Kaldı ki yaşlanmanın tıbbileştirilmesi, çoğu zaman toplumsal eşitsizliklerin üstünü örtme işlevi görebiliyor. Nitekim farklı toplumsal cinsiyetlerden, farklı toplumsal sınıflardan, farklı ırk, din ve etnisitelerden insanlar birbirlerinden çok farklı biçimlerde yaşlanıyorlar. Kesişimsellik, bu heterojeniteyi kavramak açısından da önemli bir kavramsal çerçeve sunuyor bize.

Araştırmamızı bu kavramsal çerçeve içerisinde, niteliksel araştırma yöntemleriyle yürüteceğiz. Üç farklı şehirde (Gaziantep, Muğla ve Zonguldak) mukim, birbirinden farklı milletlere, farklı dinsel aidiyetlere ve farklı gelir gruplarına mensup 65 yaş ve üstü yalnız yaşayan kadınlarla derinlemesine mülakatlar yaparak, COVID-19 sürecindeki sosyal kapanmayı nasıl tecrübe ettiklerini, bununla nasıl baş ettiklerini, hangi destek kanallarıyla yaşamlarını idame ettirdiklerini ve genel olarak tecrübelerindeki farklılaşmaları tespit etmeye çalışacağız.

Projenizde yaşlı ve yalnız yaşayan kadınların deneyimlerine odaklanıyorsunuz. Kadınların, özellikle yaşlı ve yalnız kadınların diğer gruplara oranla neden daha fazla dezavantajlı olduğunu düşünüyorsunuz?

Türkiye İstatistik Kurumu’nun sunduğu verilere göre, Türkiye’de 65 yaş ve üstü nüfusun genel nüfusa oranı, 2014 yılında %8 iken, 2019’da %9,1’e yükseldi. Türkiye, “yaşlı toplum” (%7-10 arası) olmaktan “çok yaşlı toplum” (%10 üstü) olmaya doğru ilerliyor demektir bu. Bununla birlikte, yaşlı nüfusun 2019 yılında %44,2’sini erkeklerin, %55,8’ini kadınların oluşturduğu, kadınların yaşam sürelerinin erkeklerden daha uzun olduğu da yine elimizdeki verilerden. İleriki yaşlarda yalnız kalma, yalnız yaşama deneyimi büyük oranda kadınlara mahsus bir durum. Nitekim yaşlı kadınlar dul kalma, yalnız yaşama, göçmenlik gibi birçok nedenlerle erkeklere göre daha dezavantajlı bir konumdalar. Yaşlı kadınları daha dezavantajlı kılan bir diğer husus, yaşlı kadınların kamusal destek ağlarına erkeklerden çok daha fazla bağımlı oluşu. Bu, yaşlı kadınların toplumsal statülerini de daha kırılgan bir hale getiriyor. Dezavantajlılık yaratan son bir husus da, kadınların, geleneksel toplumsal cinsiyet rollerinden dolayı, eşleri öldükten sonra yeniden-evlenmelerinin çok daha zor olması. Tüm bu etkenler, kadınların hatırı sayılır bir kısmının ilerleyen yaşlarında yalnız ve görece yoksun bir yaşam sürmelerine neden oluyor. Kadınları, ömürlerinin son demlerinde ekseriyetle yalnız bir yaşam bekliyor.

Projenin tamamlanmasıyla yaşlı ve yalnız yaşayan kadınların Covid-19 Pandemisi ile baş etme stratejilerini ortaya koyacağınızı söylediniz. Proje sonucu ne tür bir sosyal politika geliştirilmesini tavsiye edeceksiniz?

Proje sonucu oluşacak sosyal politika önerilerini şimdiden birebir öngörmek mümkün değil tabii. Fakat genel bir öngörümüz, farklı toplumsal süreçlerden dolayı farklılaşan deneyimlerin, merkezî olmaktan çok yerel düzeyde sosyal politika üretimine işaret edeceği yönünde. Farklı mahrumiyet deneyimlerini karşılamak üzere geliştirilecek çözüm önerilerini, temel çözüm adresleri olan yerel yönetimlerle, sivil toplum örgütleriyle ve ilgili piyasa kuruluşlarıyla, atölye çalışmaları gibi etkinlikler vasıtasıyla paylaşmayı planlamaktayız.

Alan araştırmanızı farklı kentlerde gerçekleştireceksiniz. Muğla’nın demografik özellikleri dolayısıyla yerel özgünlüğünün diğer kentlerden güçlü bir biçimde ayrılacağını düşünüyor musunuz?

Kısmen evet, düşünüyorum. Muğla’nın saha araştırmasını gerçekleştireceğimiz turistik beldeleri, kozmopolit bir nitelik sergiliyor. Farklı milletlerden insanların sadece turist olarak geldikleri değil, kendilerine ev alıp yerleştikleri ve uzun yıllardır yerleşik yaşam sürdükleri bölgeler buralar. Nitekim buralarda görüşeceğimiz 65 yaş ve üstü yalnız yaşayan kadınlar arasında yerli kadınlar kadar yabancı kadınlar da olacak. Gelir kriteri açısından baktığımızda ise, genel örneklem grubumuz içerisinde orta-üst gelir düzeyine tekabül ediyorlar ki bu da farklılık yaratan bir diğer husus. Dolayısıyla Muğla’da gerçekleştirilecek görüşmelerde önemli özgünlükler yakalayabileceğimizi düşünüyorum.

Bize proje ekibinizi tanıtmak ister misiniz?

Tabii ki. Proje ekibimizde üniversitemizin Sosyoloji Bölümü’nde doktora öğrencimiz Duygu Sarımuratoğlu yer alıyor. Ayrıca Zonguldak Bülent Ecevit Üniversitesi Sosyoloji Bölümü araştırma görevlilerinden Funda Sönmez Öğütle de proje ekibinde bulunmakta. Araştırmamızın Gaziantep ayağında, Gaziantep Üniversitesi Göç Enstitüsü yüksek lisans öğrencisi Gökçe Sevlü ile araştırmamızda yardımcı personel olarak görev alan Emre Burhan çalışacaklar. Bu arkadaşların dışında, başka bir TÜBİTAK projesinde görev aldığı için resmî olarak bu projede yer veremediğimiz, fakat başından beri proje sürecinde yer alan, yine üniversitemizin Sosyoloji Bölümü doktora öğrencilerinden Hilal Sevlü’nün de adını zikretmek isterim.

 

Facebook'la Yorumla

BENZER HABERLER