Irak halkı Saddamlı günlerini aramaya başlamıştı. Demokrasi, özgürlük insanca bir yaşam bekleyen halk camilerde, terminallerde patlayan bombalarla sarsılıyordu.Yetim kalan yüzlerce çocuk, sakat kalan yüzlerce insan,hayatını kazanmak için etini satan kadınlar.
Bir gün Şiilerin ibadet ettiği camide bomba patlarsa öbür gün Sünnilerin gittiği bir camide bomba patlıyordu.Irak'ta bombaların patladığı zamanlarda sokaktaki her üç kişiden biri başka bir devlet adına ajanlık yapıyordu. C.I.A. ajanlarından,Mossad'a,Alman gizli servisinden,İngiliz gizli servislerine,Suriye'nin El Muhaberat ajanlarından,İran Devrim Muhafızlarının sivil elemanlarına kadar her birinin patlayan bombalarda ayrı ayrı parmağı vardı.
Halk arasında gerilim günden güne artıyor,Iraklılar artık tek bir ülkenin halkı olmaktan hızla uzaklaşıyordu. İşte böyle karışık bir zamanda Musul'un Telafer kasabasından Taha Ramadan ile aslen Necef şehrinden olan sonra da Saddam'ın zorlamasıyla Telefar'e yerleşen ve burda bir Şii köyü kuran Arapların ileri gelen ailelerinden Ali Tani'nin kızı Zeynep liseye giderken başlayan aşklarını sonsuza taşımak için kendi aralarında sözlenmişlerdi.Irak'ta yaşam bombaların,silahların altında devam ederken aşk heryerde mucizeyi gerçekleştiriyor suya hasret çöllerdeki vahalar gibi küçük dünyalarda cennetler yaşatmaya hiç ara vermiyordu.
Bu Sünni delikanlıyla Şii kızın sırrını aileleri duysa ikisinin de sonu geldi demekti. Bu iki insan birbirine hasret kaldıkça içlerindeki yangın da büyüyor ve hiç söneceğe benzemiyordu. Günlerden bir gün Zeynep ,Taha'ya bir haber gönderir.Acil buluşmaları gerektir.Her zaman yerde, Dicle kıyısındaki sessiz korulukta buluşurlar.Taha'nın korktuğu başına gelmiştir.Zeynep'i amcasının oğlu Fehman'a istemişlerdi. Babası da kıza hiç sormadan kabul etmişti teklifi. Belki ahırdan bir ineğini verecek olsa daha fazla düşünürdü. Zaten orda genç kızlara evleneceği adamı seçme şansı tanınmazdı hiçbir zaman. Kız inatçı çıkar da kaçarsa aile meclisi toplanır ölüm fermanını verirdi. Kaçarak evlenenlerse yakalanırsa öldürülürler kaçmayı başarırlarsa da memleketlerinden çok uzakta bir yerde doğdukları büyüdükleri topraklara hasret kalarak ölürlerdi.
Taha ile Zeynep'in de başka seçeneği yoktu. Hele de biri Sünni diğeri de Şii bir aileye mensupken.Taha Zeynep'i kaçırıp Avrupa'ya İtalya'ya Trieste Şehrindeki çocukluk arkadaşı Hüseyin'in yanına gitmeyi kafasına koymuştu.Daha önce yasadışı yollarla Avrupa'ya giden Hüseyin orda kendine bir hayat kurmuş Irak'ta sahip olamayacağı imkanlara kavuşmuştu.En azından mektuplarında böyle yazıyordu.
Irak'ta kişi başı altıbin dolar vereni Türkiye üzerinden Yunanistan'ın Rodos adasına ordan da İtalya'nın Brindisi şehrine götüren bir şebeke vardı.Bu şebeke sanki uluslar arası bir holding gibi çalışmakta Afrika'dan,Ortadoğu'dan ,Afganistan Pakistan gibi üçüncü dünya ülkelerinden Avrupa'ya göçmen götürmekteydi.
Zeynep de Taha'dan başkasıyla bir dünya kurmaktansa ölmeyi terci ederdi. Taha'nın bu fikri onun da aklına yatmıştı.Taha binbir zorlukla biriktirdiği paranın üzerine az biraz da Zeynep'in sattığı kolye ve bileziklerinin parasını da ekleyerek şebekenin Musul'daki elebaşı Samir'e parayı vermişti.
Tam sekiz gün sonra bir bahane bulup Musul'a giden Zeynep ,Taha'yla buluştu.Gece oluncaya kadar Taha'nın arkadaşı Refik'in evinde kaldılar.Gece yarısına doğru Irak plakalı bir tırın nemli konteynırında çileli yolculukları başlamıştı genç aşıkların.Kendileriyle beraber 22 kişi daha vardı tırda.Beş de küçük çocuk.Çocuklardan biri daha bir yaşını bile doldurmamış.Kader yolculuğuna çıkarken birbirlerine şans dilediler kader yoldaşları.Hepsi içlerinden dua ediyorlardı.İşin enteresan yanı araçtaki insanların her biri nerdeyse farklı bir mezhepten ya da farklı bir kökenden geliyordu.Tırda Sünni ,Şii ,Keldani,Kürt,Arap,Türkmenlerden oluşan tam bir Irak mozaiği vardı.Ne kadar tuhaftı.Bu insanlar Irak'ı hergün patlayan bombalarla ,nefret ve intikam duygusuyla kan deryasına çevirmişti.Şimdiyse yeni bir hayat kurmak için aynı tırın içinde aynı 25 metrekarenin içinde birlikte yolculuğa çıkıyorlar.Emperyalizm dedikleri şey insanı hiç uğruna birbirine düşman edip,yaşadığı toprakları terk ettiriyor.
Bu arada Zeynep'in babası ve kardeşleri Telafer'de fellik fellik Zeynep arıyorlardı.Gece olmasına rağmen eve dönmeyince kaçışın farkına varmışlardı.Ama artık çok geçti.Onlar Telafer'de Zeynep'i ararlarken Zeynep çoktan Türkiye sınırını geçmişti.
Tırdakiler Türkiye'ye girince bu zoru başaracaklarına ciddi ciddi inanmaya başlamışlardı. Tenha bir yola sapıp yolcuları indirdiler.Şimdi araç değiştireceklerdi.Bu sefer başka bir tıra bindiler.Bu sefer tırın şoförü de değişmişti.Bu kadar insan konteynırın içinde gaz ve sidik konusundan bayılacak gibi tırın şoförü de değişmişti.Bu kadar insan konteynırın içinde gaz ve sidik konusundan bayılacak gibiydiler.24 saat boyunca ancak bir yerde 5 dakikalık bir mola vermiştiler.
Tır gece vakti Antalya'nın Alanya ilçesinde eski bir apartın önüne geldi.Tırdakileri hızlı hızlı indirdiler.Apartın bodrum katında yerin altı sayılabilecek deposuna indiler.Işık yanınca otuz kırk kadar siyah Afrikalı'yı oturuyor gördüler.Bunlar Sudan'ın Darfur şehrinden kaçan mültecilerdi.Darfur'daki katliamdan kurtulmuşlardı.Sudan'da kaldıkları takdirde heran hükümet güçleri tarafından öldürülebilirlerdi.İki tanesi de Kenya'dan kaçıyorlardı.Ülkelerindeki içsavaş hayatı cehenneme çevirmişti.Bir gurup da Etiyopya'dandı.Açlıktan nerdeyse kemikleri sayılıyordu.Dünyanın en verimli kıtasında insanlar açlık yüzünden göç etmek zorunda kalıyordu.Az sonra apartta çalışan bekçi kucağında bir koli meyve suyu ve onun üstünde bir koli de pötibör biskivüyle geldi.Bu 36 saattir midelerine giren tek şeydi.Zaten yorgunluktan kimsenin dermanı kalmamıştı.
Zeynep ,Taha'nın elini yolculuk boyunca hiç bırakmamıştı.Başını Taha'nın omzuna koyup uyudu. Bu yolculuk orda bulunan herkes için hayat memat meselesiydi.Ama Taha ve Zeynep için daha da kutsal bir yoldu bu.
Aparttan ayrılma vakti gelmişti. Şebekenin Türkiye ayağı yolcularını Marmaris'ten geçirip Datça'nın Emecik denen köyüne yakın bir yerde tekneye bindirecekler görevlerini tamamlamış olacaklar.
Tırın önünden giden şebekeye ait araç yolda Jandarma ya da Polis çevirmesi olup olmadığını kontrol ediyor herhangi bir tehlike varsa tırı ikaz ediyor,gerekirse yolu değiştirmesini bildiriyor.
Gecenin üçü gibi Marmaris'in Çetibeli köyüne yaklaşmışlardı.Burdaki Jandarma karakolu en tehlikeli noktaydı.Burayı aşmadan araçla Marmaris'e ve Datça'ya girmek mümkün değildi.Önden giden araç çevirme olup olmadığını bildirecekti.Yılın bu zamanları Jandarma çok sık kontrol yapmazdı ama hiç de belli olmazdı.
Kötü haber geldi.Jandarma geçen tüm tırları ve otobüsleri durduruyor tek tek kimlik soruyor,aracın yükünü kontrol ediyordu.Tırın ordan geçmesi intihar gibi bir şeydi.Tek yol Yolcuları dağlık alandan yürütmekti.
Bu arada Zeynep'in aile meclisi ölüm fermanını vermişti. Nerde olursa olsun ikisinin de izi bulunacak ve işleri orda bitirilecekti. Ailenin erkekleri bu lekeyle yaşayamazlardı.Kaçtığı yetmiyormuş gibi bir de Sünni bir gençle kaçması onlara en kötü cezayı müstehak kılıyordu.
Çamlı köyünün yakınında ormanın ıssız bir yerinde tırdan indiler.Dikkat çekmemek için ikişerli üçerli guruplar halinde yürümeye başladılar.İki günlük yorgunluğun üzerine nerdeyse hiçbir şey yemeden yirmi kilometre yürüyeceklerdi.Onlar gençti de çocuklu ailelerin hali içler acısıydı.Çocuklar yürüyemiyor.Anne baba onları taşımaktan perişan halde.İnsan dünyaya geldiğine pişman oluyor bu anlarda.Ne adaletsiz bir dünya.Kimisi aşırı özgürlükten çılgına dönmüş eşcinsel evlilik bile yapabilirken kimisi sadece yaşamak için aç da olsa sadece yaşamak için çocuk çoluk dilini bile bilmediği bir ülkenin dağlarında yürümek zorunda kalıyor.
Marmaris'in bereketli toprağından fışkıran kızılçam ormanlarının içinden geçiyorlardı. Bu bölge dünyanın en güzel yerlerinden biriydi.İnsanlar dünyanın dört bir yanından bu doğa harikası bölgeyi görmeye geliyordu.Ay denizin üzerine öyle bir mehtap yansıtmıştı ki deniz adeta cam gibi parlıyordu Nihayet iki buçuk saat kadar sonra yolculukları son bulmuştu.Şebeke orman arazözleri için yapılmış yolları kullanarak müşterilerini bir minibüsle almıştı.Vakit kaybetmeden Datça yoluna girdiler.Yaklaşık kırk dakikalık bir yolculuktan sonra Emecik köyünün açıklarında bekleyen teknelerine ulaştılar.Zaten ilerde Simi adası hava bulutlu olduğu için hayal meyal görünüyordu.İşte Avrupa ,işte kurtuluş.En fazla üç saat kalmıştı.
Az sonra yağmur yağmaya başladı fırtınayla birlikte.Tekne nerdeyse iki şiddetli dalgada alabora olacak gibi görünüyordu.Bu havada bu tekneye binmek delilikti.Ama onların başka bir seçeneği yoktu.
En fazla on iki kişiyi götürebilecek tekneye yirmi iki kişi doluşmuşlardı.
Tekne dalgaları yararak Simi'ye doğru yola çıktı.Yağmur yağıyordu.Yplcuların üzerine yağmurdan korunmak için bir branda gerilmişti ama faydası yoktu.Bir yarım saat kadar ilerlediler.Onlar ilerledikçe dalgalar azıyordu.Zeynep sımsıkı sarılmıştı Taha'ya.Teknedeki herkesin gözünden korku okunuyordu.Kaptan belli etmese de teknenin bu fırtınaya dayanamayacağını biliyordu.Kıyıdan ayrılalı yirmi dakika bile olmamıştı.Deniz kabardıkça kabardı.Kabardıkça kabardı.Bir dalga vurdu tekne sarsıldı.Bir dalga daha tekne iyice sarsıldı.Son dalga o kadar kuvvetliydi ki teknedeki herkes sırılsıklam olmuştu teknenin içine de iki karış kadar su doldu.Zaten haddinden fazla insan taşıyan tekne suyun da dolmasıyla batmaya başladı bir sonraki dalgada Osmanlı tokatı yemiş gibi alabora oldu..
Yolcular kopan bir tespihin taneleri gibi denize dağıldı. Çığlıklar çığlıklara karışmıştı. Birkaç dakika sonra ortama suskunluk .hakim oldu.Issızlık.Birkaç saat denizde dalgalarla mücadele edebilen kaptanla yolculardan çok azı Selimiye köyünden gelmiş bir balıkçının sayesinde kurtulmuştu.Çocukların tamamı yetişkinlerin çoğu boğularak can vermişti.
Datça'nın Akdeniz'e bakan kıyılarına cesetlerden iki tanesi vurmuştu.Bir kadın ve bir erkek cesedi.İkisinin parmağında aynı tip yüzükten vardı.Yüzüklerin üzerinde arap alfabesiyle bir şeyle yazılıydı.Muhtemelen birbirlerinin ismini taşıyordu bu yüzükler.Anlaşılan bu çifti ayırmaya ne dalgalarlın ne de ölümün gücü yetmişti.
Türk Dışişleri Iraklı meslektaşlarını arayarak mültecilerin bir kısmının kurtulduğunu ancak büyük bir kısmının öldüğünü bildirdi. Iraklı yetkililer ailelere ulaşarak Türkiye'ye yakınlarını teşhis edebilecek olanların gönderileceğini bildirdi. Ama insanları üzüntüye gark etmemek için ölümleri bildirmiyorlar sadece yakalandığını söylüyorlardı. Bu habere en fazla sevinen Zeynep'in aile meclisiydi. Onu gökte ararken yerde bulmuşlardı.Aileden üç erkek kardeşi derhal Türkiye'ye geldi.Onu yanlarında Irak'a getirecekler ve Irak'ta öldürerek ailenin şerefini kurtaracaklardı.Böylelikle eskisi gibi köyün meydanında gururlu dolaşabilecekler,başlarına öne eğmeyecekler.İnsanlardan öcü görmüş gibi kaçmayacaklardı.
Üç erkek kardeş iki gün içinde Datça'ya ulaştılar.Önce Jandarmaya gittiler.Kurtulanlar arasında Zeynep yoktu.Jandarma iki tane cesedin hastanenin morgunda bulunduğunu söyleyince cesetleri teşhis etmek için Datça Devlet Hastanesine gittiler.Morga girdiler.
Hastane görevlisi erkeğin yüzünü açtı.Sanki bu simayı köyde birkaç kere görmüş gibiydiler.
Görevli diğer cesedin yüzünü açınca kardeşlerden büyük olan ikisi birbirine bakıp donakalmışlardı.Küçüğünün ise gözünden ise iki damla yaz gelmişti.
O gözyaşları kız kardeşini bir daha göremeyeceği için mi akmıştı yoksa aile şerefini kurtaramayacak olduğu için mi bunu kimse bilemedi.
Dicle'nin kıyısında başlıyan aşk Ege'de bitmiş miydi yoksa başka bir dünyada devam mı etmişti bunu kimse bilemedi.
Tek bilinen ,Ege'nin serin sularının bu yürekli aşıkları bağrına bastığıydı.