Eski bir filozof olan Çiçero, “ Kitaplar beynin çocuklarıdır.” demiş. Ne güzel bir sözdür, yoğun bir uğraş, çalışma sonucunda kitapların ortaya çıktığını bundan güzel anlatabilecek bir söz çok azdır. Yazar bir olayı yakalar. Uzun süre düşünür, kafasında kurgular, olgunlaştırır, önce beyninde yazar kitabını. Sonra da yazıya döker. Kağıda dökülmekle bitmez uğraş. Onlarca kez okur, düzeltir okur, düzeltir…
Yayınevine yollar, orada da okunur, incelenir, komisyondan geçerse onay alır. Sonra yayınevi ressamına verilir. O da okuyup konuya ilişkin resimlerini yapar. Üç beş cümlede anlattığımız bu serüven aylar, yıllara yayılabilir. Ortaya kitap çıkıp da yazarın eline ulaşınca o mutluluk çoğu şeye değişilmez. Beynin çocuğu yazarın elindedir. Bundan sonra okuyucuyla buluşmasıdır kitabı. Okuyucu kitabı eline alınca mutluluk, sevinç katmerleşir yazar için…
Kitapların yazılış nedeninin başında okuyucuyla buluşmak gelir. Okunmadıktan sonra yazılmış olması bir şey ifade etmez. Son yıllarda kitap okuma oranında bir düşüş yaşandığını çoğu kurum, kuruluş ifade ediyor. Yalnız ben bu saptamayı ilkokul, ortaokul öğrencilerinden uzak tutuyorum. Onlar okumaya daha ilgililer, kuşkusuz bunda en büyük etken öğretmenlerdir. Acaba neden günümüz öğrencilerinin kitaba ilgileri azaldı. Kendi çocukluğuma dönersem somut örneklerle açıklamaya çalışacağım bunu. Çocukluğum Buca’da geçti. Ailece tek eğlencemiz vardı radyo. Sadece bizim değil tüm toplumun eğlencesiydi. Henüz televizyonsuz yıllardı. Ailece radyonun çevresinde toplanır, merakla dinlerdik. Radyo tiyatroları, radyo oyunları, çocuk bahçeleri neler yoktu neler. Günlük yaşantımızda yer tutan başka bir şey daha vardı, kütüphaneler. Okul bitince soluğu okulumuzun yanındaki kütüphanede alırdık. Hava kararıncaya dek kitapların büyülü dünyasına dalar, başlardık gezinmeye. Okumakla kalmaz arkadaşlarımıza anlatır, beğendiğimiz kitabı arkadaşlarımızın da okumasını sağlardık.
Daha sonra ne oldu da böyle olduk? Televizyon girdi yaşantımıza. Tek kanalla yetinmedik, yüzlerce kanalla tanıştık. Az da olsa okumayı baltaladı televizyon. Kitap okumak varken yorulmadan izlemek daha çok hoşumuza gitti. Televizyon gelişerek topluma hizmet etmeyi sürdürüyordu. Çağın mucizesi bilgisayarla tanıştık. Yaşantımızın her alanına girmeye başladı. Çok hoşumuza gitti bilgisayarlar. Oyunlar, haberleşme araçları birbirini izledi. Bu mucize araçlar telefonlarımıza girdi. Konuş, oyun oyna, fotoğraf çek, aradığın bilgiyi bul. Yüzlerce yıl insanları aydınlatan ansiklopedileri bile bir kenara attık, bilgisayar her istediğimize hemencecik çare buluyordu. Kitapları bir kenara bıraktık. Okudum yerine gördüm sözcüğünü kullanmaya başladık. Oysa kitaplar görülmek için değil, okunmak için yazılıyordu, bunu unuttuk. Yaşantımızın olmazsa olmazı televizyon ve bilgisayar olmuştu.
Kuşkusuz çağın kolaylıklarından yararlanmak zorundaydık. Birini baş tacı yaparken diğerini bir kenara atmak yakışmıyordu bizlere. Bilgisayarı da elimizden düşürmeyelim, kitabı da. Kitap okumak sadece Türkçe derslerinin bir etkinliği olmamalı. Her derste okumalıyız. Matematik öğretmenimiz derse girince bir şiirle derse başlasa kötü mü olur? Fen dersinde kısa bir öykü okumak nasıl olur sizce? Okunanın anlamaya, konuşmaya, düşünmeye çok büyük katkısı olduğunu bilmeyen yok gibidir. Çok okuyan insanlar niçin başarılıdır? Matematik dersinden sınav oluyoruz. Kitap okuyan arkadaşımız sorulan soruyu bir kere okuyarak rahatlıkla anlayıp çözebilir. Okumayan birisi on kez okusa soruyu anlayamaz. Bu gerçeği de göz ardı etmeyelim. Okumanın her derse fazlasıyla katkısı olduğunu unutmayalım.
Bir eğitimci olarak öğrencilerimi kitaptan, şiirden, öyküden, tiyatrodan hiçbir zaman ayrı bırakmadım. Derse girince bir şiir okudum. Çocuklarım şiire sevdalandı. İki haftada bir öykü okudum, öyküyü sevdiler can öğrencilerim. Bunu okulda uyguladık. Günün ilk dersinde on beş dakika okumaya ayırdık. Öğretmenler de öğrencilerine öncülük etti. Çok başarılı öğrenciler yetiştirdik. Bunlar kitaplar, okumalar sayesinde oldu. Kendini rahatlıkla ifade eden öğrenciler yetiştirdik. Bunu söyleyebilmek bile ne güzeldir…
Birkaç ay önce okulunuz Maviege Koleji’ndeydim. Unutulmayacak bir söyleşi gerçekleştirdim. Beni ne güzel dinledi dünya tatlısı öğrenciler, sevgili meslektaşlarım. Ne güzel sorular sordunuz, hoşça bir zaman geçirdik. Sonra da kitaplarımı imzaladım. Okul kurucularından sevgili İsmail Çam, okul müdürlerinin, öğretmenlerin içtenliğini unutmadım. Meslektaşlarımın ilgisi bir başkaydı. Daha önce aynı okulda birlikte çalışma ayrıcalığını yaşadığım Türkçe öğretmeniniz Serap Ertemçöz’ün mutluluğunu gözlerinden yakalamakta zorlanmadım. Bu sevinç tüm okula yansımıştı. Mutluluğun resmi bazen istemeden de çiziliverirmiş, bunu o gün anlamıştım. Okulunuz sizlerin okuması için elinden geleni yapıyor. Yazarları getiriyor, kitaplar armağan ediyor. Okul adına kitaplar bastırıyor. Bunlar sadece sizlerin içindeki okuma isteğini daha da artırmak içindir, bunu unutmayın.
Sevgili çocuklar, insan olmanın yolunun okumaktan geçtiğini kesinlikle unutmayın. Çağın güzelliklerinden de yararlanalım, kitabı da elimizden düşürmeyelim. Ne dersiniz? Size bol kitaplı günler dilerim, sevgilerimle…