KIBRIS ÇÖZÜMSÜZLÜĞÜ

Zeki SARIHAN

Şu sıralarda Kıbrıs gene dünyanın gündeminde. Öyle anlaşılıyor daha uzun süre Adadaki çözümsüzlük devam edecek.

Konu hakkındaki görüşlerimi açıklayabilmem için önce benim Kıbrıs’la geçmişteki ilişkilerimden söz etmem gerekecek. Anlatacaklarım benim için bir kusur mu, yoksa meziyet midir, okur karar versin.

20 Temmuz 1974’te Kıbrıs üzerine askerî harekât yapıldığında Mamak’tan tahliye edileli birkaç gün olmuştu. Köyümdeydim. Askerî harekâtı nasıl yorumlamak gerektiği konusunda birkaç komşu görüşlerimi sordular. Onları aydınlatmanın tam zamanıydı, çünkü tutukevinde Kıbrıs üzerinde çalışmıştım.

O tarihlerde Adada Türk nüfusun genel nüfus içindeki oranının yedide bir olduğunu net olarak hatırlıyorum. Fakat Türkiye adanın yüzde kırkını zapt etmiş bulunuyordu. Harekât, Kıbrıs’ı Yunanistan’a katmak isteyen Samson darbecilerine karşı yapılmıştı. Adanın statüsünü değiştirmeye yönelik hareketlere karşı İngiltere, Türkiye ve Yunanistan’ın garantör devlet olarak müdahale hakkı vardı.

Müdahalenin hemen ardından Faşist Yunan Cuntasından destek alan Samson yönetimi yıkıldı ve iktidardan uzaklaştırılan Makaryos yeniden işbaşına geldi. Eski statüye dönüldüğüne, daha doğrusu statüyü değiştirmeye yönelik darbe alt edildiğine göre askerî kuvvetlerin geri çekilmesi gerekirdi. Köy kütüphanesinde toplanan birkaç köylüye bunları söyledim.

O tarihlerde Ankara’da müdahaleyi işgal diye niteleyen ve kınayan bir bildiri dağıttıkları için Aydınlıkçılar gözaltına alınmıştı. Askeri müdahaleye karşı nerdeyse tek ses Aydınlıkçılardan gelmişti. Ecevit-Erbakan Ortak Hükümeti, bunu emperyalistlere karşı bir kahramanlık hareketi olarak hararetle savunuyor ve sağlı-sollu kamuoyunun övgüsünü alıyordu.

O zamanın öğretmen örgütü olan TÖB-DER’in yöneticileri, askerî harekâtı öven bir tutum aldılar, hatta öğretmenler arasında ordu için yardım kampanyası da açtılar. 1975’te toplanacak TÖB-DER kongresi için kaleme aldığım Devrimci Muhalefet Hareketi’nin kitapçığında bu tutumundan ötürü örgütün yöneticilerini eleştirdim. Onları Şoven ve ırkçı olarak nitelendirdim.

Kıbrıs’taki statü, nüfusuna göre Türk nüfusuna olağanüstü elverişli koşullar taşıyordu. Yedi kişilik bakanlar kurulunda üç bakan ve cumhurbaşkanı yardımcısı da Türk’tü

Askeri müdahaleden sonra Türklerin eline geçen adanın yüzde kırkı Türkiye’den yönetilmeye başlandı. Önce adına Federe Türk devleti, sonra Kuzey Kıbrıs Türk Devleti dediler.

1983’te 1402’lik olarak mesleğime son verilmişti. 1986’da göreve döndürülmem için Genelkurmay Başkanlığı’na bir dilekçe götürdüğümde, ben daha kapıdan girince ne istediğim sorulmadı ve “Kıbrıs’a gitmek için mi geldin?” diye soruldu. Kıbrıs’a Türkiye’den nüfus aktarımı yapıldığını bu olaydan öğrendim.

Şöyle anlatımlar da duydum. Kıbrıs’ta görev alanlar Türk mağazalarına giriyor, “Ver şuradan on metre kumaş” gibi emirler veriyormuş. Mağaza sahibi vermeye yanaşmazsa “Ulan sizi biz kurtardık!” diye cevap alıyormuş! Günahı anlatanların boynuna…

1990’larda kayınbiraderim Kıbrıs’ta subaydı. Ailecek Kıbrıs’a bir ziyaret gündeme gelince gitmeye içim elvermedi. Kendimi bir haksızlığa ortak olacakmış gibi hissettim.

Oldum olası Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’tan hoşlanmadım. Ölümü üzerine herkes onu öven yazılar yazıyorken “Rauf Denktaş’ı Neden Sevmedim” başlıklı bir yazı paylaştım. Yazımı yalnızca Kıbrıslı bir yazar olumladı. Herkes bana ateş püskürdü. Suay Karaman, yazıma hayret etmiş ve onu İzmir’de yayımlanan İlk Kurşun gazetesine göndermiş, oradan da bir hayli azar işittim. Olsun varsın! İnsan bazen çoğunluğun düşünemediği, düşünse de söylemeye cesaret edemediği şeyleri söyleyebilmeli. Her koşulda ve her yerde gerçeği söyleyenlere de ihtiyaç vardır. Masal’daki kralın çıplak olduğunu da bir çocuk söylememiş miydi?

Kıbrıs konusu neden bir çözümsüzlükler yumağına döndürüldü? Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni bunca yıldır neden hiçbir devlet tanımıyor? Akıl, mantık ve insan hakları bu konuda bize neyi emrediyor? Bunları da gelecek yazımda paylaşacağım.