Televizyon dizileri artık yalnızca birer eğlence aracı değil; farkında olmadan toplumu, özellikle de gençleri şekillendiren güçlü birer kültürel unsur hâline geldi. Ne yazık ki son yıllarda ekrana gelen pek çok yapım, gençliğin ufkunu açmak yerine onu daraltan bir etki yaratıyor.
Şiddetin sıradanlaştırıldığı, kolay yoldan zengin olmanın özendirildiği, ahlaki sınırların belirsizleştiği senaryolar neredeyse olağanlaştı. Emek, sabır, eğitim ve üretim gibi temel değerler geri plana itilirken; güç, entrika ve gösteriş öne çıkarılıyor. Bu durum, özellikle kişilik gelişiminin en hassas dönemindeki gençlerde ciddi bir zihinsel bulanıklığa yol açıyor.
Gençler hayata dizilerde sunulan pencereden bakmaya başladığında, gerçek ile kurgu arasındaki çizgi giderek silikleşiyor.
Hayatın emekle, mücadeleyle ve zamanla kurulduğu gerçeği yerine; kısa yoldan başarı, hızlı kazanç ve zahmetsiz bir yaşam algısı yerleşiyor. Bu da çalışmanın, üretmenin ve sabretmenin değerini gölgeliyor.
Elbette mesele yalnızca gençler değil. Yapımcıların, yayıncı kuruluşların ve denetleyici mekanizmaların da önemli sorumlulukları var. Topluma yön veren içeriklerin, toplumsal faydayı ve kültürel sorumluluğu gözetmesi gerekiyor.
Reyting uğruna her şeyin mubah sayıldığı bir anlayış, uzun vadede toplumun zihinsel ve ahlaki dokusuna zarar veriyor.
Gençlik bu ülkenin en büyük sermayesidir. Onları körelten değil; düşünen, üreten ve sorgulayan bireyler hâline getiren içeriklere ihtiyaç var.
Diziler elbette olacak, eğlendirecek de… Ancak aynı zamanda umut vermeli, değer üretmeli ve geleceğe ışık tutmalıdır.
Aksi hâlde ekranlarda akan hikâyeler yalnızca zamanı değil, bir neslin hayallerini de tüketmeye devam eder.
Ve sonra dönüp “Bu işler nasıl bu hâle geldi?” diye sormaya devam ederiz.
Allah'a emanet olunuz.