DİNDEN ÇIKMAK DERDE ŞİFA DEĞİL

Zeki SARIHAN

Aylık Bilim ve Gelecek dergisinin Mart 2022 tarihi 215. Sayısında Hamdi Tayfur imzasıyla ilginç bir araştırma yayımlandı. 

“Eski İslamcılar Yeni Dinsizler Anketi” başlıklı yazıda, imam hatipli, eski ilahiyatçı, yaşları 25-60 aralığında olan 60 kişiye dinden ayrılmalarının nedeni sorulmuş. Büyük boy 22 sayfa tutan anket cevaplarını, Prof. Dr. Hasan Aydın 6 sayfa tutan başka bir yazıyla yorumluyor.

Dosyanın başına konulan özet yazıda şöyle deniyor: 

“Dinden atılmalarının nedenleri öğrenilmeye çalışıldı. Verilen yanıtlar, İslam’dan çıkışların siyasi, sosyal ve psikolojik tepkilerden veya bir tür gerici rüzgârlardan ibaret olmadığını, aksine bilgiye dayalı ciddi araştırma ve sorgulamaların neticesi olduğunu gösteriyor. Bu eğilim, son 10-12 yılda artmış. En çarpıcı sonuç, bu kişilerin İslam’dan çıktıkları için hiçbir pişmanlık duymadıklarını ve bu kararlarından dolayı mutlu ve huzurlu olduklarını ifade etmeleridir.”

Türkiye’de aydın denilen okumuş kesimlerin dinsel inançlarının zayıf olduğu veya bu inançların hiçbirine inanmadığı bilinen bir gerçektir. Yazının özelliği dinsel inançlarını kaybetmiş olan din görevlileri ve ilahiyatçıları konu etmesi.

Türkiye’de oldukça yaygın bir aydının görüşüne göre Türkiye’nin geri kalmışlığının tek sorumlusu İslamiyet’tir. Halk, İslamiyet’ten kurtulmadıkça Türkiye’nin ilerlemesi, kalkınması, çağdaşlaşması mümkün değildir!

Bu kanı elbette yanlıştır. İslam’a karşı alınan tutum, bu tip aydınlarla Müslüman halkın arasına bir kama gibi sokulmuş, sınıf mücadelesinde aydınların halka önderlik yapmasına da zorluklar çıkarmıştır ve çıkarmaktadır.

Konu hakkında şimdiye kadar çeşitli yayın organlarında yazılarım yayımlandı. İlk kez 1994’te yayımladığım “Aydınlar İslam’la Barışmalıdır” başlıklı yazımdı. Bu yazıyı 2001, 2017 yıllarında da güncelleyerek yayımladım. “Bağımsızlık Mücadelesinin İhtiyaçları Açısından Türkiye’de Din Sorunu” (Teori, Ocak 2002) başlıklı yazımda konu hakkında etraflıca durmuştum. Bu konu ile ilgili son yazım ise 24 Mart 2021 tarihinde İndependent Türkçe’de yayımlanan “Ateist, Deist, Sosyalist” başlıklı yazımdır ki, Bilim Ve Gelecek’te yayımlanan yazının ele kaldığı konuyla ilgisi vardır. Demek oluyor ki, Kimlikte dinin yeri, Türkiye’deki aydınların dine karşı tutumu ve devrim mücadelesinde din, beni epey meşgul etmektedir. 

“Dinden çıkma”yı seçmiş bir kısım ilahiyatçı üzerinden bu konuya yeniden değinme ihtiyacı duyuyorum.

Ankete katılmış olan ilahiyatçıların çoğunluğunun içinde bulundukları durumu en yakınlarından bile gizledikleri, yani Deist veya ateist olduklarını söyleyememeleri, dinin toplumdaki yerini düşünmemize vesile oluyor. Hemen hiç kimse kendi dinini kendisi seçmez. Herkes bir dil gibi bir dinin içine doğar. Din, bireylerin ve toplumların esaslı kimliklerinden biridir. Kişi, topluluğun bu kimliğinden ayrılmayı kolay kolay göze alamaz. Çünkü dinden çıktığını ilan ettiği zaman sudan çıkmış balığa döner. Toplumdan tecrit olur. İslam’dan çıktığını belirten ilahiyatçıların bunu en yakınlarından bile gizlemeye çalışması bu yüzdendir.

Oysa yalnız İslam toplulukları değil, diğer dinin mensuplarında da dünyanın ve insanın var oluş nedenlerinin bilimsel açıklamalarına katılan birçok insan vardır. Din adına söylenenlerle sınırlı kalmayarak din kitabında yazılanları eş-dost toplantısında söyleyebilirler. Son 30 yılda İslam’ı kendi kaynaklarından doğrudan sorgulayan çalışmalar da yayımlandı. İlhan Arsel, Turan Dursun, Arif Tekin’in kitapları bunun örneklerindendir. Din eleştirisi İslam tarihi boyunca özellikle Alevi-Bektaşi felsefesinde de görülür. Fakat bu itirazları yapanlar kendilerini dinden çıkmış saymazlar. Bunun nedeni, ne kadar şüpheci ve eleştirici de olsalar bu kimliğin bir bireyi olmalarındandır. 

Dinden çıktığını belirten kişiler eğer Deizm veya Ateizme sığınmış ve orada kalmışlarsa bunun insanlığın ilerlemesine bir katkı yapacağı kuşkuludur. Bireyi yalnız dinsel inancalarından değil, düzenden kurtarmıyorsa bu kurtuluş, özgürleşme sayılmaz. Emperyalizmi ve kapitalizmi ayakta tutan, toplumu sömürü ve baskı altında tutan Deist ve Ateistlerin sayısı az değildir. Hem bireyin hem toplumun kurtuluşu, emeğin kuruluşu ile mümkündür. Bunun yolunu diyalektik ve tarihsel materyalizm gösteriyor. Emperyalizme ve kapitalizme karşı bir duruş göstermeyen Deist ve Ateistlerin emekçi halka verecekleri şeyler sınırlıdır? İnsanlığın kurtuluşunun pozitivizmle mümkün olmadığını Türkiye’nin siyasi tarihi de kanıtlıyor. Türkiye’yi uzun yıllar yönetmiş olanların felsefesi pozitivizm idi.  

İddiamızı doğrulayan kanıtlardan biri, dinden çıktığını söyleyen ilahiyatçıların hiç biri sosyalist olduğunu belirtmemiştir. 

Beyninde toplumu bütün sömürü bağlarından kurtararak sınıfsız topluma ulaşma düşüncesi olan birinin bunu emekçi halkla yapacağını bilmesi gerekir. Halk ise, şu veya bu içinde inanç sahibidir, Müslümandır.

Bir devrimcinin devrim ve demokrasi mücadelesinde dayanacağı kuvvet emekçilerdir. Türkiye’de Müslümanlar, başka ülkelerde de orada yaygın olan dinlere inananlardır.

AYDINLANMA NELERİ KAPSAR?

Aydınlar arasında yaygın bir kanı olarak (yarım kalmış da olsa), Türkiye’nin bir aydınlanma devriminden geçtiği inancı vardır. Bununla pozitivizmin iktidarda olduğu yılları kast ediyorlar. Oysa aydınlanma bundan ibaret değildir ve bir bütündür. Aydınlanma, dünyanın yedi günde yaratıldığı düşüncesi yerine bunun milyarlarca yıl önce büyük patlama ile evrenin oluştuğu, Âdem ile Havva’nın cennetten dünyaya kovulduğu yerine canlı hayatının tek hücreli canlılardan başlayıp evrimleşerek insan türüne uzandığıyla sınırlı değildir. Aydınlanma İnsanlar arasındaki eşitsizliğin nasıl ve hangi tarihsel koşullarda başladığı, tarihin sınıf mücadelesi tarihinden ibaret olduğu, bu mücadelenin emekçi sınıfların iktidarı altında sınıfların ortadan kalkmasıyla sonuçlanacağını (ve öyle olması gerektiğini) bilmekle mümkündür. Tarihsel materyalizm, dinlere de bilimsel gözle bakar. Dinlerin geçmişte ve bugün hangi ihtiyaca yanıt verdiğini, evrimini, insanın bir dine inanma ihtiyacındaki güdüleri mercek altına alır. İnsanı kucakladığı için onun kültürüne ve kültürün bir parçası olan dinine de anlayışla yaklaşır. Bu tutumun önde gelen düşünürlerinden biri Hikmet Kıvılcımlı idi ve Bilim ve Gelecek dergisi bu konuda da epey yayın yapmıştır. 

Siyaset kurumunun iktidar için dini az veya çok kullandığı bir gerçektir. Fakat şöyle uç bir örnekten yararlanarak bir gerçeğe ulaşalım: Toplumdan dinsel inançlar tamamen kalkar, ibadethaneler kapanırsa bundan bir halk iktidarı çıkar mı? Çıkmaz. Çünkü iktidarlara can suyu olan şey din değil sınıfların gücüdür. Unutmamak gerekir ki, hiçbir devrim, din inançlarının yokluğundan kaynaklanmamıştır. İnsanların köleliğinden, kapitalizmin sömürü ve zulmünden kaynaklanmıştır. Hâkim sınıfları iktidarda tutan şey de sermayenin, devlet örgütünün, özellikle ordunun gücüdür. Bunların dinle ilgisi veya dine aidiyeti ya hiç yoktur, ya da çok önemsizdir. 

“Sermayenin dini imanı yoktur” gerçeğini de hatırlamalıyız. 

Sözünü ettiğimiz ankete gelince, herkesin dini inancı veya inançsızlığı kendisini ilgilendirir. Bu konuda kimse başkalarını sorgulayamaz. Ancak mensup olduğu dinden “istifa edip” inançsızlığı seçmenin derde şifa olduğu söylenemez.