seyyah-DİKKAT TİMSAH ÇIKABİLİR
Nil'e nehir demek haksızlık olsa gerek. O aslında koca bir derya.
Asuan şehrindeyiz.
Mısır'ın en güneyi. Sudan sınırı.
Nil'de salınan fellukalar. Yani yelkenli sandallar. Filika kelimesi de buradan gelme zaten. Yaklaşık 8 metrelik piyadeler.
Fellukamızın kaptanı Ahmet yanaştırıyor kıyıya. Çevik hareketlerle biniyoruz. Rotamız Nubye köyü.
Nubye daha çok Sudan asıllıların oluşturduğu bir köy. Çölün derinlerinde, Nil'in kıyısında gizemli bir yerde.
Nil'de ağır ağır ilerliyor fellukamız.
Ahmet eline bir bendir almış bizi eğlendirmeye çalışıyor. Bir nubye türküsü patlatıyor. Sudan'a yaklaştığımızdan olsa ezgiler Arap ezgilerinden çıkıyor Afrika ritimlerine karışıyor.
Yolcular da alkış tutarak ritim vuruyorlar.
Nil'de yarım saatlik bir yolculuktan sonra tehlikeli bölgeye geliyoruz.
80 li yıllarda Asuan'a dünyanın en büyük ikinci barajını inşa ediyorlar. Bu baraj öyle büyük bir set çekiyor ki Nil'e. Efsanevi Nil timsahları bu seti aşıp da yukarıya doğru tırmanamıyorlar.Bu yüzden Asuan'dan kuzeyde Nil timsahına rastlamanız nerdeyse imkansız. Ama Asuan'ın güneyinde yani setin aşağı kısmında heran 5 metrelik bir Nil timsahına rastlayabilirsiniz. Timsah türleri içinde en özel ve azametlisi Nil timsahıdır. 100 kiloluk bir insanı beş dakikada afiyetle mideye indirebilir.
Sazlıklar çoğalıyor. Ahmet timsahları ürkütmemek için fellukanın motorunu kapatıyor. Artık sadece akıntıyla gidiyoruz. Az ilerde nehrin ortasında küçük bir uyarı levhası. İngilizce ve Arapça yazılmış. Bir de timsah resmi var.
''Dikkat timsah çıkabilir''
Sazlıkların altına, kıyılara bakıyoruz görebilir miyiz diye?
Tam o anda kıyıdan bir köylü çocuk yüzerek fellukaya yaklaşıyor.
Bir eliyle fellukamıza tutunuyor bir eliyle de ''Money, money'' diyerek avucunu açıyor. O an hepimiz tedirginiz. Ya bir timsah çıkar da çocuğu parçalarsa.
Ama korkumuzun boş olduğunu anlıyoruz. Ne de olsa burada yaşaya yaşaya ne zaman nehre gireceğini ne zaman timsahın geleceğini biliyordur.Mısır Poundu verip gönderiyoruz çocuğu. Nehirde kalmasına gönlümüz razı olmuyor. Bir an evvel karaya çıksın istiyoruz.
Biraz daha ilerde karaya çıkıyoruz.Ama ne manzara.Gün batımı.sahranın kumları altın rengi.Bedeviler develeriyle bekliyor.Sanki bir macera filminin içindeyiz.Az sonra develere binip köyün merkezine gideceğiz.
Deve çobanıyla pazarlığı yapıp yola koyuluyoruz. Devemin adı Rambo. Rambo öyle alışmış yola güneş batmasına rağmen Nil'in kıyısında öyle bir gidişi var ki. Sanki gözüyle değil içgüdüsüyle gidiyor. Sanıyorsun ki şimdi deve nehre düşürecek beni. Ama Rambo öyle iyi ezberlemiş ki tümsekleri, çukurları.Ezbere gidiyor. Deveye binip gezmesi güzel ama acısı inince çıkıyor. İnsan oturmakta zorlanıyor sonra.
Köyün merkezine ulaşıyoruz.Yerliler bizi güler yüzle karşılıyorlar.Her evde turiste hitabeden bir şeyler var. İsteyene yavru Nil timsahı bile satıyorlar ama ben alan olacağını sanmıyorum.
Hanımlar ellerine kına yaptırmak için Fatima'nın evinde kuyruğa girmişler. Yaşlı bir falcı olan Amina elini alıp avuç içine bakıyor, kumlarla çakıl taşlarıyla avuç içinde hayali şekiller çizip anlamadığım bir dilde bir şeyler mırıldanıyor. Baktığa faldan bir şey anlamasam da ücretini ödeyip bir de hatıra fotoğrafı çektiriyorum.
Çocuklar etrafımızı sarıyor. Her biri İngilizce konuşmaya çalışıyor. Bir tanesi kalemim olup olmadığını soruyor.Var deyince de kendisine hediye etmemi istiyor. Çantama aldığım üç kalemi 3 çocuğa veriyorum. Anlaşılan burada çocukların okul ihtiyaçları pahalı. Sizin beğenmediğiniz bir kurşun kalem bir tükenmez kalem yeri geldiğinde onlara en değerli hediye olabiliyor. Keşke daha çok kalem alsaymışım yanıma.
Sonra timsahlara yem olma pahasına bizden birkaç kuruş istemeyen çocuk geliyor aklıma.
Bu tür üçüncü dünya ülkelerinde çocuklara yeterince değer verilmediğini biliyorum zaten.
Hayatta çocukları sevindirmek kadar güzel ne olabilir ki?
Birkaç saat sonra ayrılıyoruz Nubye'den .
Eğer bu köye bir daha gelmek nasip olursa yanıma bolca kalem ve şeker alacağımı aklımın bir köşesine yazıyorum.