Televizyonda Düğün Şarkıcısı diye yeni bir dizi başlamış. Dikkatimi çeken dizi değil dizide Neşe Karaböcek'in sesinden duyduğum şarkı Sakın bir söz söyleme idi. Belki o kadar yaşlı değilim bu şarkıları hatırlamak için ama kendi kendime 'ne şarkılarmış be! eski aşlar bu şarkılarla yaşanmış' dedirtti. Benim büyüdüğüm zamanların şarkıları değildi şarkılar ama beni bile duyduğumda mest eden şarkılardı. Dedim ya şarkılar için, o şarkıları bir kere daha dinleyebilmek için diziyi izlemeye başladım. Dizide, ikisi de birbirini deli gibi seven fakat gurur ya bu gururları yüzünden bir araya gelemeyen iki düğün salonu sahibinin aşk hikayesini anlatıyor. Ve bu iki insan ne zaman bir araya gelse o güzel şarkı çalıyor. Öyle uzaklara götürüyor ki insanı. Öyle aşka daldırıyor ki. Hakikatten ne hissettiğimi anlayamadım. Dizi bitti ve ben dalıp kalmışım kulağımda o şarkıyla televizyonun karşısında. Sonra kendimi bilgisayarımın başında buldum yazı yazmak için. Ve hayatımda olmazsa olmaz dediğim, asla vazgeçemeyeceğim radyomu da yanıma aldım. Radyomu açtım ve çalan şarkı;
Sakın bir söz söyleme, yüzüme bakma sakın, sesini duyan olur, sana göz koyan olur.
Düşmanımdır seni kim, bulursa cana yakın, annen bile okşasa, benim bağrım taş olur
Anmasınlar adını, bensiz anan dudaklar, sana benim gözümle, bakan gözler kör olsun
Tatlı bir tebessümle yakaladım kendimi, gözlerimi dalmış uzaklardan alınca. İçim içime sığmıyordu, aklımdan geçenlerse kalbime. Bir duyguya kapılmış gidiyordum. Aşka özel yazacaktım bu gece.
Omuzlarımın umutsuz direnişinde, seninle birlikte sensiz, sonsuzluğa düşüyordum. Pencereler kapatıyordu göz kapaklarımın önünü. Gözlerim duymaz oluyordu. Sesinse zaten görünmezdi...
Oysa sen yankılanıyordun her yerde, kokun geliyordu gözlerimi her kapattığımda burnuma.
Beni bana taşıyan aşk tarifinde, bu koku hediye kalıyordu sen gittiğinde...
Sensizlik kokusu kaplar evleri, sokakları, bu yalnız, bu terkedilmiş, bu ürkek şehrin şu yalnızlık havasını. Yanımdan geçen herkesin kokusu sensizliği taşıyor bana. Sensizlik ağırdır, sensizlik uzundur, sensizlik zordur. Sokaklar boş, sözler boş, şehir boş, her şey boşalır...
Bir sessizlik çöküyordu artık adımlarıma. Gençlik ağır gelir sensizlik sınırlarında. Sesinin o renkli hasreti. Uzaktan kopup gelmesini beklediğim o bir çift sözün hasreti. Seni seviyorum dediğin o sessizliklerin hasreti...
Ağzından çıkan her sözün pastel rengini özlüyorum, omuzlarının utangaç duruşunu, yan yana geldiğimizde hoyratça ellerimi tutuşunu.
...seni özlerim, sensiz sessizliğimde. Sen gittiğinde, durur zaman. Güneş, ay, bulutlar öylece durur. Dalgalar durur, rüzgârlar durur, insanlar durur.
Ben durmam.
Ben seni özleyemeye devam ederim. Durmadan, bıkmadan, usanmadan özlerim. Bulutlara takılırım, güneşle şakalaşır, dolunayda gölgeni ararım. Dalgalar bir türlü yazıp sana atamadığım şişelerin hesabını sorar, rüzgârlar kolumdan tutup beni sana taşımaya kalkar, çok geçmeden insanlar ne oluğunu anlamaya başlar. Sen, acımasız zamanı da beraberinde götürürsün. Tüm saatler, dakikalar, saniyeler bekler. Bende beklerim. Sensiz zamanı bensiz geçiririm. Sen gittiğinde düşlerine konuk olurum. Kendi rüyalarımdan seninkilere bir masal prensesi olarak patika bir yol bulurum. Uykularımda sana koştuğum için sensizken hep seninle uyurum. Geceleri içine düştüğüm karanlıklar sana açılan aydınlıkların habercisidir. Sensizlik, tarih yazılı masallardan ibarettir.
Sen gittiğinde kırmızı bir mühür vurulur hayatın üzerine. Sen gelene kadar da kapalıdır kalpler tadilat nedeniyle. Yediğim her şey seninle çarpılır, duyduğum her heyecan sana bölünür. Seni düşünmediğim her an benden çıkartılır, beni düşündüğüm her an seninle toplanır. Ve sonuç hep sen çıkar. Bir tek senin sağlaması beni ben yapar.
Yolum hep kesilirdi sen gittiğinde. Hayat daha zor geçer. Beyaz yalanlar, maskeli süvariler, boş bedenler sen gelene kadar kapımın önünde nöbet tutardı. Dostluklar ağır bir yüktü. Sana anlatılacak anlamlı anlamsız çok şey vardı. Sözcüklerin içi çok daha çabuk boşalır. Ve kafama düşünülmemesi gereken, bir çöp torbası dolu fuzuli düşünce takılır. Suskunluklar daha bir anlam kazanırdı. Sen görmezsin, sen bilmezsin, eminim hissetmezsin...
Sensizken beni taşımak her zamankinden daha zorlaşır. Sen gittiğinde, gündüzleri sokak lambaları sanki hiç sönmüyor ve geceler zifiri karanlıkta geçiyor. Nefes alınmıyor, yalnızca veriliyor. Arabalar duruyor, yollar hareket ediyor. Sonbaharı yaz takip ediyor, yaz sonrası ilkbahar geliyor. Her kar yağdığında güneş açıyor ve güneşli havalarda beni en çok sensizlik donduruyor.
Sen gittiğinde, ben de giderim. Gittiğin uzaklıkların tam tersinde sana ulaşmaya çalışır, kendime yenilirim. Utanmak gelmez aklıma her gördüğüme seni sorarım. Tanımazlar seni. Oysa beni görenler senin de varlığını anlar. Kalbimin üzerinde sen durursun. Sen dediğim an heyecanlanırdı bu kalp. Hem sendin hem sensizlikti aşkın tarifi. Aslında ne de çok benziyor aşk ile yaşlılık. Her ikisinde de titriyor bu yürek. Önce heyecandan sonra yaşlılıktan
Biliyor musun benim varlığımı bana, en iyi sen kanıtlıyorsun. Ben senin kalbinde hayat buldum. Sen gittiğinde, söz de bitiyor.
...ve sensizlik, senin kadar ağır geliyor
Aşk, dünyanın en tatlı mutluluğu ile en derin acısından yaratılmıştır.
Bailey