İnsanlara “iyi niyetle, samimiyetle, hoş görüyle ve tertemiz duygularla” yaklaşmamayı ne zaman öğreneceğiz? Ne zaman bizler de “kalpsiz, menfaat uğruna insanlara yaklaşan, çıkar uğruna duygusal davranan” insanlar kervanına katılacağız? Katılmayacağız! Çünkü biz insana insan gibi davranmayı öğrenmişiz. Keşke öğrenmeseymişiz…
Bir hikâyede başrolde olduğunuzu düşünün ve o hikâye kısacası şöyle olduğunu varsayalım; Gözlerinizin uzaktan uzağa sessizce konuştuğu, ufak tefek gülüşmelerle devam eden sonrasında karşılıklı sohbet ile başlayan ve kısa bir mesajlaşmayla devam eden bir hikâye. İyi niyetle, samimiyetle, hoş görüyle ve de tertemiz bir duygunun filizinin yeşermeye başladığı anda hiçbir şey yaşanmamış gibi iki yabancıya dönüştüğünüzü ve sizin suçsuz suçlu olduğunuzu hayal edin. Biraz daha devam edelim mi? Mesela sizlerin onun için yazdığı güzel sözleri onun başkalarına okuttuğunu ve alay ettiğini düşünün, siz onunla hiçbir kötü düşünceleri aklınıza getirmezken onun sizin için düşündüklerini öğrendiğinizi düşünün…
Bu hikâyeye göre kim doğru, kim yanlış diye sormayacağım sonuçta insanoğlu çiğ süt emmiş derler o yüzden yargılamayın herkes “kendine yakışanı” yapar diyerek geçiştirin.
İnsanlara iyi niyetle, samimiyetle, hoş görüyle ve de tertemiz duygularla yaklaşmayın demeyeceğim ama en azından belli etmeyin. Kaybeden olarak görülürsünüz fakat zamanı geldiğinde asıl kaybeden sizin olmadığınızı anlarsınız.
Ve Son sözünüz şu olsun; “Sen haklısın insan olduğun için inandım ve güvendim. Her şey için teşekkür ederim.”
Sevgili okurlar, yazdıklarım bir gün umarım başınıza gelmez eğer gelirse yazdığım satırları hatırlayın. Vesselam…