• BIST 8718.11
  • Altın 2247.714
  • Dolar 32.332
  • Euro 35.1694
  • Muğla 8 °C
  • İzmir 8 °C
  • Aydın 10 °C
  • İstanbul 8 °C
  • Ankara 3 °C

YÜZDE BİRİ YÜZDE YÜZ YAPMAK!

Zeki SARIHAN

 

Myanmar’da Müslüman Arakan topluluğunun ülkeden kaçışı vesilesiyle Türkiye’nin en çok okunan köşe yazarlarından Yılmaz Özdil, Sözcü’de iki yazı yazdı. Yazının konusu, hükümetin Birinci Dünya Savaşı’nda İngilizlerin bu ülkeye götürdüğü Türk esirlerin mezarlarıyla ilgilenmezken Amerika’nın işaretiyle Arakanlara yardım için kolları sıvadığıdır. Arakan olayının sebepleri nedir? Orada bir facia yaşanmakla birlikte Arakan sığınmacılarla hükümetin yakından ilgilenmesi nedendir? Bu konular hakkında iyice araştırma yapmadan bir yargıda bulunmak doğru olmaz.

Sayın Özdil’in verdiği bir rakam üzerinde duracağız.

Sayın Özdil, 12 Eylül 2017 tarihli “Al Sana Arakan” başlıklı yazısında Birinci Dünya Savaşı’nda Sina-Filistin cephesinden İngilizlerin Hindistan ve Myanmar esir kamplarına götürdüğü 12 bin erin demiryolu inşaatlarında, yol inşaatlarında köle gibi çalıştırıldığını, ağır çalışma şartları, alışık olmadıkları tropik iklim ve esir kamplarındaki salgın hastalıklar nedeniyle beş yıl içinde hepsinin can verdiğini yazıyor.

13 Eylül 2017 tarihli “Kwai Köprüsü” adlı yazısında da Myanmar esir kamplarında beş yıl içinde binlerce esir askerin “hepsinin can verdiğini” tekrarlıyor.

Bu ölüm oranın doğru olması mümkün değil. Birinci Dünya Savaşı’nda çeşitli ülkelerde esir kamplarında tutulan Osmanlı esirlerinin bir kısmı kaçarak, büyük çoğunluğu da Mütareke ile birlikte yapılan esir değişimi ile yurda dönmüştür. 30 Ekim 1918’dan sonraki İstanbul gazeteleri, gemi ile getirilen esir haberleriyle doludur. Esirlikten dönen bazılarının anıları da yayımlanmıştır. Raporda kamplardaki ölüm oranının yüzde 1 olduğu belirtiliyor. Buna rağmen Özdil, ölüm oranının herhangi bir kaynağa dayandırmadan neden yüzde yüze çıkarıyor? Herhalde okuyucuda oluşacak dehşet hissini kamçılamak için! Söz ustası olmak güzeldir ama gerçeklere dayanmak şartıyla…

Bu kampların durumuyla ilgili iki yazımdan ilkini aşağıya alıyorum.

KAYSERİLİ, SUCUK İŞİNE SOYUNUYOR

Birinci Dünya Savaşı’nda Türk ordusu çok sayıda şehidin yanında pek çok da esir verdi. Bunların çoğunluğu İngilizlerin elindeydi. İngilizler, bu askerleri çeşitli yerlerdeki kamplarda tutuyorlardı. Savaş 30 Ekim 1918’de bittiği halde esirlerin yurda dönmesi gecikti.

1920 yılında, Hindistan’daki Belary esir kampından dönen 156. Alay Komutanı Yarbay Hasan Yetimi, 1916’dan itibaren 4 yıl kaldığı bu kamp hakkında 71 sayfalık bir rapor yazdı. Cemalettin Taşkıran “Ana Ben Ölmedim” adlı kitabında bu raporu aktarıyor, ondan önce de Uluslararası Kızılhaç Heyeti’nin bu kamp hakkında verdiği denetleme raporunu veriyor.

Doğrusunu söylemek gerekir: İngiliz hükümetinin kamp yetkilileri, esirlere hiç de kötü davranmamışlar. Bunu Uluslararası Kızılhaç Kurumu’nun bu kampları denetlemekle görevli memurları raporlarında belirtiyorlar.

Önce başka bir kamptan söz edelim: Hindistan’da bağımsız bir Hindu devleti olan Rajputana’da Simerpur, Mezopotamyalı Arapların çoğunlukta olduğu Müslüman Türk savaş esirlerinin tutulduğu bir kamptır.

Burada esirler verilen istihkaktan yemeklerini kendileri hazırlıyorlarmış. Her bir esir için çıkarılan erzak gramlarıyla belirtiliyor. Hepsi müteahhitlerden satın alınıyormuş ve yüksek kalitedeymiş. Yiyecek istihkakına ek olarak her esire ayda bir pound, 453.6 gram sabun, haftada 40 sigara ve iki kutu kibrit veriliyormuş. Bazı maddeler, İngiliz askerlerine verilenden fazlaymış.

Esirler, giyim konusunda büyük bir serbestliğe sahipmiş. Giyecekleri bol, temiz, rahat ve zevklerine uygunmuş. Bu konuda hiçbir şikâyette bulunmamışlar.

Tıp hizmetleri, İngiliz doktor bir yüzbaşının başkanlığında iki yerli doktor tarafından görülüyormuş. Doktor Yüzbaşı Arapça ve Farsça konuşabiliyormuş. Bombay’dan gelen dişçinin uyguladığı tedavi masraflarının yarısını İngilizler veriyor, diğer yarısı ise esirden alınıyormuş. Kampta oldukça fazla ilaç stoku bulunduruluyormuş. Bütün esirler İngilizler ve yerli askerler gibi kolera ve çiçek hastalığına karşı aşılanıyormuş. Esirlerin hiçbirinde bu hastalığa yakalanan olmamış. 1916 yılında kampta salgın olmayan hastalıklardan 31 kişi ölmüş. Bu yüzde bir ölüm oranı demekmiş. Ölen esirler kendi dinlerinin kurallarına göre gömülüyormuş.

Raporda komutan ve subayların esirlere karşı olan tavrı mükemmel olarak nitelendiriyor. Esirler, 40 İngiliz, 225 Hintli asker tarafından gözetim altında tutuluyormuş. Fiziki şiddet ve kabalığa dair bir şikâyet gelmemiş. Hiçbir esir, suçu kendisine bildirilmeden ve savunması alınmadan cezalandırılmıyormuş. Verilen cezalar en çok hırsızlık ve mal satımından ötürü veriliyormuş. Kimse kamptan kaçma girişiminde bulunmamış.

Esirler dinlerini uygulamada serbestmiş. İçinde imamların Kur’an okuduğu camileri varmış. Her türlü oyuna izin veriliyormuş. Bu oyunlar tavla, domino ve kâğıt oyunlarıymış. Esirlerin çoğunun okuma yazması yokmuş. Daha iyi eğitim almış siviller, diğer esirler için Kur’an ve gazete okurlarmış.

Aylık olarak esirlere ortalama 2.000 Rupi kadar para geliyormuş. Türk Kızılayı’ndan gelen paraların ulaşması iki ayı buluyormuş. Parasını alan esirin imzaladığı alındı belgesi Türkiye’ye gönderiliyormuş. Kamptaki esirlere Avrupa yoluyla haftada 15 kadar paket geliyormuş. Mezopotamya’dan gelen paketler teslimden önce açılıyormuş. Bunlarda alkol, eter, esans ve gazete yasakmış.

Esirler, haftada bir herhangi bir dilde ve diledikleri uzunlukta mektup yazabiliyormuş. Ancak bu mektuplar asker mektupları gibi tercümanlar tarafından sansürden geçiyormuş. Esirlere ücretsiz olarak kâğıt ve zarf veriyorlarmış.

Esirlerin ancak yarısı, kampa geldikten sonra ailelerinden haber alabilmişler. Mardin’den getirilen esirlerin hiç biri ailelerinden haber almamış olmalarından yakınmışlar.

Bu kamp 1919 Eylülüne kadar açık kalmış ve bu tarihte esirler Belary kampına nakledilmiş.

BELARY KAMPINDA HAYAT

Belary kampı da 1916’da Irak bölgesinden subayların getirilmesiyle açılmış. Kamp, Bombay’ın güneydoğusunda Belary kentinin 3 km. kadar yakınındadır.  Kızılhaç yetkililerinin ziyareti sırasında kampta 65’i subay olan 137 esir barınmaktadır. İnşaatları bitince kamp 5000 kişilik olacaktır. Subaylara verilen lojmanlar yeterli genişlikte ise de erler için 50’şer kişilik bölümler vardır.

Esirler kampın içinde ve dışında beş kilometrelik bir alanda dolaşabilmektedirler. Kamp dışına da özel izinle çıkabilmektedirler. Subayların her ay birer şişe konyak, cin ve viski satın alma hakları bulunmaktadır. Subayların hepsi bedelini ödedikleri ve özenle giyindikleri elbiselerin içinde şık görünmektedir. Kimsenin üzerinde esir olduğunu bildiren bir işaret yoktur. Esirler kendi oda hizmetlerinin dışında başka işlerle çalıştırılmamaktadır. Kurulduğundan teftiş edildiği tarihe kadar geçen bir buçuk ay içinde yalnız bir kavga nedeniyle yedi gün gezintiden men edilme dışında bir disiplin cezası verilmemiştir. Üç olay da mahkemeye intikal ettirilmiştir. Bunlardan ikisi kaçmaya teşebbüstür, (E… ne demişler: Bülbülü atın kafese koymuşlar…) biri nöbetçiye saldırıdır.

Bu kampa mektup ve kartpostallar çok nadir gelmektedir. Bir buçuk ayda yalnız 70 adet posta gelmiş. Fakat hepsi eski kamptan. Türkiye’den hiçbir haber alamamışladır. Hiçbir esir, ailesinden para alamamıştır. Kızılhaç, bu esirlere iki kez 810 rupi kadar para göndermiştir.

Subaylara her gün 3’er Rupi, erlere ise para yerine ihtiyaçları olan bazı maddeler verilmektedir.  Kızılhaç’ın raporuna göre erlerin günlük istihkakları dışında paraya gerçekten ihtiyaçları vardır. Kızılhaç Heyeti kamptan ayrılırken esirlere dağıtılmak üzere 400 Rupi bırakmıştır.

Rapor, esirlere tıbbi bakımında da gerekli özenin gösterildiğini söylemektedir. Ancak bu kampta 1920 yılına kadar 300 dolayında er ve 6 subay ölmüş ve orada defnedilmiştir. Bunlar esirlerin yüzde 1’idir.

Yedek subay Muhittin Erev, bu kampta nasıl vakit geçirdiklerini anlatırken şöyle diyor:

“Boş vakitlerimizi dedikodu ile geçirmektense Fransızca çalışmayı uygun gördük.

Fransızca kursu bittiği zaman İngilizce öğrenmeye karar verdik. Bir yıl içinde Fransızcadan İngilizceye çevrilen romanları sökebilecek bir seviyeye geldik.”

Tabii hiçbir Türk kitabı, gazetesi buraya ulaşmıyor. Esirlerden Binbaşı Cemal Bey, Madras’ta çıkan Madras Times adlı İngiliz gazetesinden Türkiye ile ilgili kısımları Türkçeye çeviriyor. Ajans başlığı altında el yazısıyla memlekette olup bitenlerden esir arkadaşlarını haberdar ediyor.

Türklerin pratik zekâsı orada da kendini göstermiş. Hintliler sığır eti yemediği için orada sığır pek ucuzmuş. Kayserili erler, ne yapıp etmişler, Hintlilerden sorup soruşturmuşlar, pastırma için gerekli baharatı, özellikle de çemeni bulmuşlar. Pastırma yapmaya başlamışlar. Niğde’nin Fertek bucağından olan esirler de, çok miktarda muz alarak ilkel araçlarla da olsa bundan muz rakısı elde etmişler.

Sözünü ettiğimiz bilgiler uluslararası Kızılhaç Heyeti’nin verdiği rapordan alınmış ise de Yarbay Hasan Yetimi’nin 71 sayfalık raporu da bu bilgileri esas olarak doğruluyor. 

Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2003 | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 0252 412 2141