• BIST 9693.46
  • Altın 2509.849
  • Dolar 32.5726
  • Euro 34.779
  • Muğla 14 °C
  • İzmir 18 °C
  • Aydın 19 °C
  • İstanbul 14 °C
  • Ankara 17 °C

Meis

Halil CANDA

Bir ada düşünün, küçük mini minnacık. Bağlı olduğu ülkeye millerce uzaklıkta ama başka bir ülkenin kıyılarına sadece iki üç kilometre. Öyle bir yerde ki sanki dünyadan soyutlanmış, kendi haline terkedilmiş gibi. İşte Meis de öyle bir ada.

                İtalyanlar Megisti diyorlar ama kırmızıya çalan toprak rengindeki surlarının nedeniyle Kastellorizo ya da Kastelrozo diye geçiyor kitaplarda. Kırmızı kale.

                Kaş’ın tam karşısı.  Meis  Yunanca da ‘’göz’’ demek. Kaş’la Meis,kaşla göz gibi.

                Bazı kitaplar vardır. O kitabı okumak, bir yabancı seyyah için o şehri gezmekten daha çok şey öğretir. Mesela Kahire’deki ‘’Han El Halili ‘’ semtini anlayabilmeniz için Necip Mahfuz’un aynı isimli romanını okumanız yeter ,öbür türlü sadece bir turist gibi gezersin ya da Dostoyevski’nin ‘’Beyaz Geceler’’ romanı Petersburg’u gözünün önüne getirir. Benim için de İtalyan yapımı ‘’Meditereneo ‘’ filmini izlemek Meis’i görmek gibiydi. İkinci dünya savaşında yolu bir şekilde Meis’e düşen on İtalyan askerinin uzun süre adada kalması, ada halkıyla bütünleşmesini anlatıyordu. Savaşların aslında ne kadar saçma olduğunu İtalyan askeriyle Türk kaçakçı Aziz arasında geçen diyalog  ne güzel özetliyordu .

img_7173-002.jpg

                ‘’Türkler,Yunalılar ve İtalyanlar,

                Tek yüz,tek ırk’’ .

                Meis’e giderken kararsızdım. Bu kadar küçük bir adada ,topu topu beş yüz kişinin yaşadığı bir adada sıkılır mıydım? Sıkılsam bile Meis’i görmeliydim. Bir seyyah kendisine sadece eğlence vadeden yerlere gitmez.

                Kaş’tan küçük bir feribotla  yol aldık. Zaten o kadar yakın ki uzansan  tutabilecek gibi duruyor karşında Meis.

 Limana yaklaştıkça içimiz açıldı. Sadece Kaş’a bakan tarafında yerleşim var o da deniz kıyısında ve bir arkasındaki evlerden ibaret.Evler deyip geçmeyin. Hepsi müstakil, iki katlı klasik Akdeniz evleri. Hepsi rengarenk. Kimi maviye boyanmış, kimi sarıya,kimi turuncuya ama hepsi de tertemiz,hepsi de bakımlı evler.

Karaya ayak basınca rengarenk evlerin arasına daldık. Önce yukarıya doğru tırmandık. Nereye çıkacağımızı düşünmeden dar ve dik merdivenlerden tırmandık. Evler arasındaki yollar da en fazla bir iki metre genişliğinde. Zaten adada bir tane araba gördüm onu da sahibi  yağmurdan ,güneşten korumak için mavi bir brandayla sıkıca örtmüştü. Limandan takip ettiğimiz yol bizi biraz yükseğe götürdü sonra tekrar denize çıktık.

Adada Osmanlı’dan kalma şirin bir cami var, kubbesini kahverengiyle boyamışlar. Camiye bizim bakabileceğimizden iyi bakmışlar ama içeri girdiğimiz de caminin artık bir sergi salonu olarak kullanıldığını gördük. Adada tek bir Müslüman bile yaşamıyordu onlar da bu yüzden camiyi sergi salonu yapmışlardı. Ne olursa olsun hiçbir ibadethane asıl amacından başka bir amaçla kullanılmamalı bence. Ne biz bir kiliseyi sergi salonuna çevirelim ne de onlar bir camiyi başka amaçla kullansınlar.

 

Adanın yaşanılan bölümü o kadar küçüktü ki bir uçtan bir uca yirmi dakikada her yerini gezdik. Bu kadar küçük olmasına rağmen  yine de sıkılmıyorum. Meis’in insanı çeken bir yanı var. Adada dolaştıkça insanlarına olan saygım ve sevgim arttı. Dünyanın en nadide koylarını bile çılgınca imara açtıkları ülkemize benzemiyor burası. Bu zamanda, hiç bozulmamış bir yer Meis. Evleri öyle yapmışlar ki birinin manzarası diğerini kapatmıyor. Her ev  nefes alıyor.Evler nefes aldıkça insanlar da nefes alıyor.

Kilisenin önünden geçiyorum, kapalı . Kilise sarıya boyanmış,kubeleri kiremit renginde .Batının şatoları andıran ,insanı ürperten gotik tarzdaki kiliselerine göre Doğu’nun kubbeli kiliseleri daha sevimli.

img_7304.jpg

Adanın arka tarafında bir deniz mağarası var. Angelo’nun sürat motoruyla mağaraya gidiyoruz. Motor Akdeniz’in mavi sularını yararak hoplaya zıplaya ilerliyor. Angelo alışkın ama biz denize düştük düşeceğiz diyerek hop oturup hop kalkıyoruz. Angelo’nun oğlu da bizimle geliyor. Yorgo Rodos’a yerleşmiş .Birkaç günlüğüne ailesini görmek  için Meis’e gelmiş. Meis’e en  yakın Yunan adası Rodos. O bile normal bir feribotla nerdeyse 14 saat uzaklıkta. Yorgo ,adada iş imkanı olmamasından yakınıyor. Hayatını kazanmak için Rodos’a yerleşmek zorunda kalmış. Onla sohbet ederken adada neden yaşlı insanların daha sık gözümüze çarptığı anlaşılıyor. Genç nesil okumak ,iş bulmak en azından daha sosyal bir hayat için başka yerlere göçüyor.

Mağaranın girişine gelince başımızı çarpmamak için teknenin içine uzanıyoruz.Küçücük bir ağızdan girilen mağaranın uzunluğu yaklaşık yüz elli metre. Angelo bazan Akdeniz foklarının da bu mağaraya uğradıklarını söylüyor bize. Akdeniz’in mavi sularına güneş ışığının yansımasıyla mağaranın yüksek tavanını da mavimsi bir renk kaplıyor.

Limana dönünce Angelo’nun tavsiyesine uyarak taverna Paragadi’ye gidiyoruz.

Sahile üç beş masa atmışlar,mavi beyaz  kareli masa örtüleri ,beyaz boyalı ahşap sandelyeleri de evler kadar sıcak. Ahtapot, Kalamar, Grek salatası ve kaya barbunu söylüyoruz. Hepsi de taze. Günlük. Yemeğin yanına içmek için ne istediğimizi soruyor garson kız. Bira istiyoruz ama o ille de uzo getiriyor masaya. ‘’Böyle güneşli güzel bir günde ,deniz kenarında en iyisi uzodur ‘’diyor. İyi ki de uzo getirmiş. Kokusu bile yetiyor. Fiyatlar Kaş’takinden daha hesaplı.

Adada hepsi topu üç tane market var. Onlar da sanki çok işleri varmış gibi öğleden sonra kapatıp dinlenmeye gidiyor. Tuhaf gelebilir ama normali bu. Zaten para hırsları olsa bu adada yaşamazlar.

Meis ,Yunanistan’a en uzak ada. Fazla insan yaşamadığından Yunanistan devleti burayı biraz ihmal etmiş. Şimdi haftada bir Rodos’tan  feribot ve uçak seferi var. Bir ara Yunanistan ulaştırma bakanlığı  feribot ve uçaklar zarar ettiği için seferi kaldırmış. Adalılar  isyan bayrağı açmışlar. Madem bize ulaşım hizmeti bile getirmiyorsunuz ,biz de bari Kaş’a bağlanalım demişler. Bunun üzerine  Yunan hükümeti hiç yolcusu olmasa bile haftada bir gün uçak ve feribot seferi koymuş. Yine de ada halkı tüm ihtiyaçlarını hemen karşıdaki Kaş’tan temin ediyor. Pazar alışverişinden, beyaz eşyasına,giysiden,doktoruna kadar en kolayı işini Kaş’ta halletmek.

Bu kadar huzurlu ,sakin bir adada kalabalık turistik şehirler gibi bir gece hayatı da olmaz. Geceleri yapabileceğiniz en iyi şey sahildeki tavernalardan birine oturup Uzo eşliğinde teypten çalan Yunan şarkılarını dinlemek.

Şarkılarımız bile o kadar yakın ki. İnsan bazan bir Yunan toprağında değil de Türkiye’de bir sahil kasabasında sanıyor kendini.

Teypten ‘’ada sahillerinde bekliyorum’’ çalıyor. Ada sahilleri şarkısı bir millete mal edilebilir mi? Şam’da Arapçasını dinlemiştim,Türkiye’de Türkçesini,Meis’te de Rumcasını dinliyorum.

Gece yürüyüşüne çıkan Angelo’yu görünce masamıza davet ediyoruz. Ona da bir bardak uzo koyuyoruz. Angelo’ya diyorum ki;

‘’Keşke senin anadilinde seninle konuşabilseydim,biz burada yanyanayız ama binlerce kilometre ötedeki İngiliz’in anadiliyle anlaşabiliyoruz.’’

O da başını sallayarak beni onaylıyor.

‘’seni anlıyorum ‘’diyor.Seni anlıyorum.

Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2003 | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 0252 412 2141