• BIST 9094.06
  • Altın 2324.811
  • Dolar 32.3705
  • Euro 34.976
  • Muğla 21 °C
  • İzmir 21 °C
  • Aydın 22 °C
  • İstanbul 19 °C
  • Ankara 20 °C

İNSAN VATANINI NİÇİN SAVUNUR?

 İNSAN VATANINI NİÇİN SAVUNUR?
Zeki Sarıhan yazdı...
1877’de 115 mebusla başlayan parlamento geleneğimizde 23 Nisan 1920 Meclisinin çok önemli bir yeri olduğu ortadadır. 23 Nisan 1920’den önce toplanan altı meclisin başta gelen görevleri, Osmanlı ülkesinde yaşayan milliyetleri bir parlamento çatısı ve Osmanlı milliyetperverliği çevresinde toplayarak imparatorluğun dağılmasına engel olmak, padişahın yetkilerini kısıtlayarak bütçeyi denetlemek, İdare usullerinde reform yaparak Avrupa’nın beklentilerine cevap vermekti.
 
1877’den sonra Türkiye, birçok savaşlara girdi fakat bu dönemde toplanan altı Meclis’ten hiç birinin asıl görevi vatanı savunmak için gerekli çareleri düşünmek değildi. Zira Türkiye’nin yaşadığı en geniş çaplı, korkunç ve imparatorluğun yapısını baştan ayağa değiştiren Birinci Dünya Savaşı’nda Meclisi Mebusanın karar verici ve savaşı yönlendirici bir rolü olmamıştır.
 
İlk defa olarak, vatan topraklarının ve millî bağımsızlığın düşmana karşı savunulması amacıyla bir meclis toplanması zorunluluğu 1919’da ortaya çıktı. 30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Ateşkes Anlaşmasıyla imparatorluk yenilgiyi kabul etti. Barış anlaşmasında son şekli verilmek üzere ülke yer yer işgal edilmeye başlandı. 1914’te açılan Meclis padişah tarafından kapatıldı. Galiplerin İstanbul’daki tercihi bir Hüriyet ve İtilaf Partisi hükümetiydi.
 
Şimdi, ülkenin geleceğini kim karar verecekti? Padişah, onun topladığı Saltanat Şûrası, Damat Ferit Hükümetleri mi? Yoksa milletin seçilmiş temsilcilerinden oluşan bir Meclis mi? Balıkesir, Alaşehir, Erzurum, Sivas kongresi gibi oluşumların temsilcileri, iradelerini bir parlamento ile ortaya koymak istediler. Yeni seçimler yapılarak yeni bir Meclis toplanmalıydı. Bu konuda ayak sürüyen Damat Ferit Paşa Hükümeti de yıkılınca İstanbul’da kurulan Ali Rıza Paşa Hükümeti, seçim yapılmasını sağladı. Bu seçimi azınlıklar ve İtilafçılar boykot ettiler. Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti’nin adayları ezici bir üstünlük sağladı.
 
VATANI SAVUNMAK İÇİN TOPLANAN MECLİS
 
12 Ocak 1920’de açılan Son Osmanlı Meclisinin amacı, gene de doğrudan doğruya silahlı bir mücadeleye girişmek değil, vatanın esaret ve bölünme kabul etmeyeceğini dünyaya ilan etmekti. Meclis bunu Misakı Mill’yi ilan ederek yerine getirdi. Fakat İngilizlerin İstanbul’u işgal ettikleri 16 Mart 1920’den sonra çalışmalarını güvenlik içinde yapabileceği bir zamana erteleyerek dağıldı. Padişah Vahdettin, bu Meclisi de feshetti. Şimdi görev, İstanbul dışında, padişahın ve işgalcilerin elinin uzanamayacağı güvenli bir yerde Meclis’i yeniden toplamaktı. İstanbul’da kapanan Meclis’in üyeleri ve Anadolu’da yeniden yapılan seçimlerde belirlenen mebuslar, Ankara’da toplantılar. Bu meclis, bir ordu toplayacak, yeni kanunlar çıkaracak, imparatorluktan elde kalması mümkün olan topraklar üzerinde yeni bir devletin temellerini atacaktı.
 
23 Nisan Meclisinde, bundan önceki meclislerden farklı olarak Hıristiyan azınlıkların temsilcileri yoktur. (Seçime sokulmamışlardır). Hürriyet ve İtilaf taraftarları da yoktur. 23 Nisan Meclisi gene de çok sesli bir meclistir. Bu Meclisi oluşturan üyelerin meslek dağılımı yayımlanmıştır. Askerler, idareciler, din adamları, aşiret şeyhleri veya toprak sahipleri, tüccarlar, eğitimciler… Meclisin sınıfsal yapısı hakkında bunlar tam bir görüş veremez. Gene de bu Meclis’te işçilerin, yoksul ve orta, hatta zengin köylülerin, üniversite gençliğinin, küçük esnaf ve zanaakârların temsilcilerinin olmadığı ortadadır. Tek işçi olarak görünen Zeytinburnu fabrikalarından ustabaşı Numan Efendi, 1919 seçimlerinde İttihatçı olduğu için seçilmiştir.
 
Birinci Meclis üyelerinden birçoğu, Sovyet devrimiyle doruğa çıkan sosyalizm akımından ve bunun bir sonucu olarak Rusya’da kurulan işçi, köylü ve asker meclislerinden haberdar oldular. Türkiye Büyük Millet Meclisinin bu eksiklikliğini hissettiler ve açıkça da dile getirdiler. Başta Mustafa Kemal Paşa olmak üzere bazı mebuslar ve idareciler, TBMM’nin de Sovyet sistemiyle eş olduğunu ileri sürdüler.
 
İDAREYİ DOĞRUDAN DOĞRUYA HALKA VERMEK
 
TBMM, içlerinde işçi ve köylülerin temsilcisi olmayışını, sosyalizme yakın görüşler savunarak gidermeye çalışıyordu. Meclis’te kurulan Halk Zümresi, Meclis içinde ve dışında var olan Yeşilordu, Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası, Mustafa Kemal Paşa’nın kurdurduğu Türkiye Resmi Komünist Fırkası, hatta 1921 Anayasası, bu eğilimin ürünüdür. “idarenin doğrudan doğruya halka verilmesi” o yılların en çok telaffuz edilen siyasi ilkesidir.
 
Kurtuluş Savaşı’nı komutanlar, idareciler, eşraf temsilcileri yönetti. Fakat bu savaşta en önde çarpışanların, vatanı için canını verenlerin en yoksullar, yani köylüler olduğunu teslim etmeyen yoktur. Mustafa Kemal Paşa’nın 1 Mart 1922’de Meclis kürsüsünden söylediği, o zaman da çok olumlu yankılar yapan “Türkiye’nin efendisi köylüdür!” sözü köylülere karşı bir şükran ifadesidir. Temmuz 1920’de Bursa düştüğü zaman Celal Bayar’ın bundan Bursa burjuvazisini sorumlu tutması, çözüm olarak Meclis’de “İdareyi doğrudan halka verme”nin önerilmesi de gösteriyor ki vatanını en kararlılıkla savunacak olan eşraf, ağa, tüccar zümreleri değil emekçilerdir.
 
VATAN NİÇİN SAVUNULUR?
 
Bağımsız bir vatanın sahibi olmak,  o vatanın nimetlerinden hakkıyla yararlanma isteğini ve umudunu da içinde taşır. Örneğin Batı Anadolu’yu Yunanlıların işgal etmesi, bölgenin servet kaynaklarının da Yunanlıların eline geçmesi demektir. Her sınıf halk vatan savunmasına kendi sınıflarının çıkarları doğrultusunda katılır. Bağımsız bir vatan özlemi, içi boş bir kavram değildir. Emekçiler de vatan savunmasına, daha refah içinde yaşamak, daha hakça bir bölüşüm umuduyla katılırlar. Kendileri savaşta ölürse bundan çoluk çocukları yararlanacaktır. Bu fırsatı yakalamaları onların sınıf bilinciyle ve örgütlülükleriyle orantılıdır. 
 
Savaş yalnızca hâkim sınıfların çıkarlarına hizmet edecekse, zafer kazanılsa bile bundan emekçilere bir pay düşmeyecekse askerden kaçma eğilimleri artar.  Birinci Dünya Savaşı’nda bundan ötürü dağ taş asker kaçaklarıyla doludur. Kurtuluş Savaşı bu bakımdan Birinci Dünya Savaşı’ndan farklıdır. Emekçiler, bu savaşa bağımsız vatanın sağlayacağı nimetlerden kendilerine de pay düşeceğini hissederek katıldılar. Savaşı yönetenler de halka bu konuda vaatlerde bulundular.
 
Kurtuluş Savaşı döneminde sınıfların örgütleri ve temsilcileri arasında bazı itiş kakışların yaşanması, Savaştan sonra da emekçilerin örgütlerinin yasaklanması tamamen bu bölüşüm hesaplarıyla ilgilidir. Burjuva tarihçileri ve politikacıları bu gerçeği örtmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Halk, her fırsatta hamasi nutuklar atan ve fakat vatanın nimetlerini kendilerine ayıran politikacılarla alay etmek için “Vatan, millet, Sakarya” söylemiyle alay etmiştir. Neyzen Tevfik’e veya Sakallı Celal’e atfedilen şu ifade bir darbımesel haline gelmiştir.
“Kalkın ey ehli vatan dediler
Kalktık
Bir de baktık yerimize başkaları oturmuş!”
 
Nazım Hikmet de bu gerçeği Kurtuluş Savaşı Destanı’nda Kartallı Kâzım’ın hikâyesinde şu dizelerle anlatır:
“Dövüştü pir aşkına
Yaralandı birkaç kere
Ve saire.
Ve kavga bittiği zaman
Ne çiftlik sahibi oldu, ne apartıman
Kavgadan önce Kartal’da bahçıvandı,
Kavgadan sonra Kartal’da behçıvan.” 
 
Sözün özü: Kurtuluş Savaşı bize yalnız vatanı için dövüşüp kendinden sonraki kuşaklara bağımsız bir vatan bırakan kahramanlara teşekkür etmeyi değil, onunla birlikte, emekçilerin kendi örgütleri eliyle vatanın kaderine el koyması gerektiğini, savaşla devrimin birleşmesinin halk için daha mutlu sonuçlar doğuracağını da hatırlatmalıdır. 
  • Yorumlar 0
  • Facebook Yorumları 0
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2003 | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 0252 412 2141