• BIST 9079.97
  • Altın 2323.714
  • Dolar 32.3523
  • Euro 34.949
  • Muğla 14 °C
  • İzmir 17 °C
  • Aydın 16 °C
  • İstanbul 14 °C
  • Ankara 13 °C

Fethiye Belediye Başkanı Behçet Saatçi İle Söyleşi

Fethiye Belediye Başkanı Behçet Saatçi İle Söyleşi
Ülkü Ocakları Muğla İl Başkanlığı olarak; Muğla’nın nabzını tutmak amacıyla, Muğla’nın etkin kişileriyle söyleşiler gerçekleştirmeye devam ediyoruz.

 

Ülkü Ocakları Muğla İl Başkanlığı olarak; Muğla’nın nabzını tutmak amacıyla, Muğla’nın etkin kişileriyle söyleşiler gerçekleştirmeye devam ediyoruz. Bu seferki durağımız Fethiye idi ve Fethiye Belediye Başkanı Sn. Behçet Saatçi ile gündeme dair bir söyleşi yaptık. İşte Fethiye ve Muğla gündeminden, ülke gündemine; siyaset dünyasında yaşananlardan, spor dünyasında yaşananlara kadar Fethiye Belediye Başkanımız Sn. Behçet Saatçi ile yaptığımız bu çarpıcı söyleşinin ayrıntıları:

Ülkü Ocakları: Başkanım yoğum programınız arasında vakit ayırıp bizi makamınızda kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz.

Behçet Saatçi: Estağfurullah. Siz bizim geleceğimizsiniz arkadaşlar. Aynı yollardan yürümüş insanlarız. Ülkü Ocaklarımız gelmiş, bizimle röportaj yapmak istemiş; bu bizim için onurdur, şereftir.

Ü. O. : Efendim, öncelikle bize kendinizi kısaca tanıtır mısınız?

B. S. : 20 Ocak 1957 Fethiye doğumluyum. İlkokul, Ortaokul ve Lise tahsilini Fethiye’de tamamladım. Üniversite öğrenimini Marmara Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü’nde tamamladım. Daha sonra aynı üniversitenin Toplu Konut Kooperatifçilik Kursu’nu altı aylık süreçte tamamladım. İki buçuk sene İstanbul’da muhasebecilik yaptım. Dokuz sene de Başkan olana kadar, Fethiye’de toplu konut işiyle uğraştım. 1999 yılından itibaren de üç dönemdir belediye başkanlığı yapmaya çalışıyorum. İki çocuk babası bir vatandaşım.

Ü. O. : Başkanım bize seçim stratejinizden bahseder misiniz? Seçimi nasıl kazandınız? Belde halkının diğer adaylara göre sizde gördüğü artılar nelerdir?

B. S. : Tabi şimdi bu sorunun cevabını verebilmem için, 1994 yılına dönmem lazım. Biz 1994 yılında yerel seçimler yapılacağı zaman, Ülkü Ocakları ve MHP yetkilisi arkadaşlarla bir toplantı gerçekleştirdik. Bu toplantıda arkadaşlarımız yaptığımız istişare sonucunda bizim aday olmamızı önerdiler. Böylelikle 1994’de aday olduk. 1994 yılında aday olduğumuzda, Milliyetçi Hareket Partisi’nin bir önceki seçimlerde şehir merkezindeki oyu 121 idi. Biz 1994 seçimlerinde bunu 1840 oya çıkardık. Tabi ki seçimi kazanamadık ancak o seçimdeki propaganda döneminde; ama vatandaşla olan ilişkimiz ama o zaman yerel televizyonlardaki - yeni kurulmuştu 1999’da- demeçlerimiz, söylemlerimiz halk tarafından beğenilmiş ki o dönemki belediye başkanlığı seçiminde “keşke bu çocuk belediye başkanı olsaydı” diye halk kendiliğinden konuşmaya başladı. 1999 yılında tekrar aday olduk. Genelde stratejilerimizi ilk defa oy kullanacak genç arkadaşlarımıza ve kadınlara yönelik uygulamaya çalıştık. İlk oy kullanacak insanlarımız ve kadınlarımız üzerine yoğunlaşmaya çalıştık. Başarılı da olduk ki; o 1.840 oyu o zaman 8.000 oya taşıdık ve Allah-u Teala’nın da nasip etmesiyle belediye başkanlığı görevine geldik.

Ü. O. : Her fırsatta Fethiye’ye olan sevginizi dile getiriyorsunuz. Ayrıca patenti size ait bir sözünüz var: “Sevgi sorumluluk getirir.” Fethiye’ye karşı sorumluluğunuz nedir? Bu sorumluluğun mahiyeti nedir?

B. S. : Bir defa her şeyden önce sizin de ifade ettiğiniz gibi Fethiye bizim aşkımız, sevdamız. Biz bu şehre gerçekten aşığız. Yani ben her sabah belediyeye gelirken evden çıktığımda Allah-u Teala’ya bu şehirde bize yaşamayı bahşettiği için şükürlerimi sunuyorum. Bu şehir çok sevdiğimiz, aşık olduğumuz bir şehir. Onun dışında Fethiye’ye karşı olan sorumluluğumuza gelirsek; burası benim normal şartlarda doğduğum, büyüdüğüm, bir arada yaşadığım ve Allah da nasip ederse toprağında yatacağım şehir. Böyle de bir fırsat elimiz geçmişken bu Fethiye’yi yaşamaktan keyif alınan bir mekana dönüştürmek üzere var gücümüzle çaba sarf ediyoruz. İşte sizin de ifade ettiğiniz gibi “Sevgi sorumluluk getirir.” diyoruz. Kuru kuruya sevgi olmaz. Şimdi normal şartlarda erkek kadın ilişkilerinde bile sevgini ispat etmek için bir şeyler yapmak zorundasın. En azından bir buket çiçek alıp karşındakine götürmek zorundasın. Ya da başka bir hediye vermek zorundasın. Ona sevgiyle şefkatle bakmak zorundasın. O anlamda da bakarsak, bir şehre duyulan sevdanın bedeli işte böyle hizmetle oluyor diye düşünüyorum.

Ü. O. : “Seçimle gelen insanların mazeret lüksü yoktur.” diyerek özetlediğiniz idarecilik felsefenizden bahseder misiniz?

B. S. : Tabi bizler; -halkın oyu ile gelen insanlar- ama muhtar olsun ama belediye başkanı ama milletvekili ama siyasi parti genel başkanı vb neticede seçim dönemlerinde halkımıza yapacak olduklarımızı sunuyoruz. Ama parti programı olarak, ama kişisel belediye faaliyetleri olarak… Diyoruz ki; biz bunları bunları bize oy verirseniz, bizi seçerseniz yapacağız. Daha sonra ola ki seçildik; işte param yok ya da Ankara’dan para gelmedi, projem onaylanmadı diye mazeret öne sürerek –bu arada belediye başkanlarının bir üç mektup olayı vardır, üç mektup açmaya başlıyorlar hemen arkadaşlar; para yok, borç bıraktı bana, proje yok, Ankara izin vermiyor gibi- bunların hiç birinin arkasına, seçimle gelen insanların bana göre sığınma lüksü yoktur. Yapacaklarını kendilerine güvenerek, ekibine güvenerek ve şehrin sana vereceği maddi manevi desteğe güvenerek ortaya koyacaksın. Yoksa Ankara para gönderecek sen de Belediye Başkanlığı yapacaksın, onu herkes yapar. Bu esprinin altında yatan budur.

Ü. O. : “Herkesin Fethiye için yapacağı bir şey var.” diyorsunuz. Sizce yöneticileri bütünüyle düşünürsek, herkes Fethiye için elinden geleni yapıyor mu?

B. S. : Tabi şimdi “Ben” demek şeytana mahsus. Biz arkadaşlarımızla birlikte, kurumsal kimlik olarak Fethiye Belediyesi, bu anlamda üstüne düşen sorumluluğu yerine getirdiği kanaatindeyim. Bu benim görüşüm. Halkımız da o kanaatte olsa gerek ki netice de Fethiye belediye tarihinde böyle bir şey yok ki üç dönemdir bize oy veriyorlar. Şimdi diğer kurumlarla ilgili yorum yaparsam yanlış olacak, yanlış değerlendirilecek. Tabi ki her kurum, inanıyorum ki iyi niyetli olarak sorumluluk alanındaki üzerine düşen vazifeyi yerine getirmekle mükelleftir. Ama bu mükellefiyeti ne derece yerine getirip getirmediği kamuoyunun takdiridir.

Ü. O. : Sizi diğer belediye başkanlarından ayıran bir diğer özelliğiniz de başarılı projeler hazırlıyor olmanız. Son olarak GEKA’ da iki projeniz onaylandı ve hibe destek sağlandı. Bu konu ile ilgili düşüncelerinizi alabilir miyiz?

B. S. : Şimdi önce GEKA’yı irdeleyelim isterseniz. Aslında GEKA benim karşı olduğum bir oluşum; Güney Ege Kalkınma Ajansı. BAKA var, Batı Akdeniz Kalkınma Ajansı. Bunlar uzun vadede sanki yerel yönetimlerin güçlendirilmesi gibi olsa da sanki Türkiye’yi eyalet sistemine götürecek adımlardan biri olarak görüyorum, bu birincisi. İkincisi bu GEKA dediğimiz oluşumun bütçesi benim cebimden çıkıyor yani belediyelerin cebinden çıkıyor. Ben para veriyorum GEKA’ya -bütçemin belirli bir yüzdesini- ve daha sonra ona proje veriyorum, benim verdiğim proje Kanarya Sevenler Derneği’nin(!) projesiyle beraber, eşit şekilde değerlendiriliyor. Karşılığında benim projem uygun görülürse GEKA tarafından -sanki ödüllendirilmiş gibi- sizin projeniz kabul edildi deniliyor ve benim param tekrar bana geri dönüyor. Yani burada bir aldatmaca var aslında. Ama bunlara rağmen GEKA’ya verdiğimiz paranın karşılığı kadar denk geliyor zaten o projeler; biz verdiğimizi alacağız aslında. Yoksa ekstra bir şey yok. Durum budur.

Ü. O. : Muğla’da ilk defa “Atık Pil Geri Dönüşüm Projesi” başlattınız. Geri dönüşümün çevrenin korunması konusundaki faydaları ile ilgili neler söylemek istersiniz?

B. S. : Şimdi tabi onunla ilgili arkadaşlarımdan belgeler ve dokümanlar da alabilirsiniz. Biz kaç bin tane ağacın kesilmesini engellemişiz, kaç bin ton suyun kirlenmesini önlemişiz işte bilmem kaç bin ton plastik atığın doğaya karışmasını engellemişiz, bunların bütün dökümanları Çevre Mühendisliği Birimimiz de var. Fakat bizim çevresel değerler anlamında yapmış olduğumuz en önemli proje, birinci dönemimizdeki 2002 yılında başlayıp 2003 yılında bitirdiğimiz ve 8 ay gibi bir sürede gerçekleştirdiğimiz kanalizasyon ve arıtma tesisimizdir. 40 km basınçlı hat 125 bin kişilik artıma tesisini 8 ayda bitirdik biz; üzerine yol kaplamaları da dahil. Yani bu bölgede belki çevresel anlamda söylenecek en başarılı yatırım budur. Ama daha sonra sizin de ifade ettiğiniz gibi geri dönüşümle ilgili Fethiye Belediyesi gerçekten örnek bir faaliyet içerisine girdi. Sadece mavi kapak projesinde -hafızam beni yanıltmıyorsa- 125-130 engelli insanımıza tekerlekli sandalye kazandırdık ve buradan Niğde’ye kadar, Isparta’ya kadar, Manisa’ya kadar tekerlekli sandalye gönderdik. O anlamda başarılı bir belediyeyiz. Sözlerimin başında da ifade ettiğim gibi doğayı ne kadar korumuşuz, onları rakamsal olarak, o belgeleri de alabilirsiniz arkadaşlar.

Ü. O. : Yeni Belediye Binası, Şehitler Abidesi, Marina, Yeni Otogar, Belediye İş Merkezi… saymakla bitmeyen bu hizmetlerinizden olsa gerek, sizin için; “Büyük bir köyü şehir yapan başkan.” denilmektedir. Bununla ilgili neler söylemek istersiniz?

B. S. : Bu yanlış bir ifade değil, doğru bir ifade. Fethiye büyük bir köydü. Şimdi her şeyi bitmiş mükemmel bir şehir diyemiyorum ama yaşamaktan keyif alınan bir mekana doğru yelken açmış ve hedefine doğru ilerleyen bir şehir. Çünkü biz şu an 82.000 nüfusa sahip bir ilçeyiz. Ben geldiğimde 50 bin kişiydi, artıyor tabi. Cazibe merkezi haline geldi Fethiye, nüfusu da çoğalıyor. Biz belediyecilik anlayışımızda, Fethiye’de yaşayan her ferdi belediyenin şemsiyesi altında önemli insanlar olarak görüyoruz. Onlara değer veriyoruz ve onların “Herkesin Fethiye için yapacağı bir şey vardır.” duygu ve düşüncesi ile hareket ederek ilçesine bir şeyler kazandırmasını sağlamaya çalışıyoruz. Yani biraz daha küçültürsem bu cümleyi, burada bizim için herkes özel insan. Fethiye’de yaşayan herkes özel insan ve bu özel insanların Fethiye’ye katkıları var. Ben birçok Fethiyelinin sabah kalktığı zaman, ben bu gün bu ilçeme ne katkı sağlayabilirim diye düşündüğünü tahmin ediyorum. Bu değişim sadece Fethiye Belediyesi’nin yapmış olduğu -bazılarını az önce saydığım- faaliyetlerle sınırlı değil. Aslında mantalite, kafa anlamında bir değişim yakalamaya çalışıyoruz biz. Burada da hedefimiz: 82.000 kişilik “Büyük Fethiye Ailesi”.

Ü. O. : Bunu, sizin önderliğinizi yaptığınız bir zihniyet değişimi olarak değerlendirebiliriz o halde?

B. S. : Esas yapmak istediğim o zihniyet değişikliği, kafa değişikliği. Yani “Bu şehir benim, ben bu şehre ne yapabilirim?” Bu zihniyeti kafaya yerleştirdik mi, mesele yok. Zaten bu belli bir ölçüde bence sonuçlanıyor.

Ü. O. : 3. Etap Sahil Bandı çalışmasını belediyenin kendi imkanları ile yapıyorsunuz. Birçok belediye iktidar partisinden olmasına rağmen borç batağı içerisinde yüzerken siz kendi imkanlarınızla maliyetli projeler yapmayı nasıl başarıyorsunuz?

B. S. : Şimdi tabi olay şöyle: Çemişgezek, Eleşkirt, Keşan ya da Çavdır bu belediyelere ne geliyorsa kişi başı, bize de o geliyor. Yani bize ekstra bir para geldiği yok. Şimdi İller Bankası her ay Türkiye’deki gelir ve gider dengesine göre bir rakam ayarlıyor, bu rakamı o şehirde, beldede, kasabada ya da ilde yaşayan nüfusla çarpıyor o kadar meblağda para gönderiyor ama İller Bankası’na borcu varsa da onu kesiyor; %40’nı kesiyor. Şimdi bu hükümet onunla ilgili bir karar almıştı. Daha önce tamamını kesiyorlardı, maaşları ödeyemiyordu belediyeler. En fazla %40’nı kesiyorlar. Maaşları ödeyebilsin diye. Bu anlamda bizim hiç borcumuz yok. Hiç bir resmi kuruma borcumuz yok. İller Bankası’ndan aldığımız pay bizim bütçemizin tahminen %25-30’nu karşılıyor. Gerisi hep öz kaynakla karşılanıyor. Bunu şöyle söyleyebiliriz. Bir defa öz kaynakları çok dikkatli kullanıyoruz. Çok iddialı bir laf olacak: Bizim belediyemizde kırımsız bir tane ihale alan yoktur. 13 yıldır buradayım, 13 yıldır kırımsız ihale alan yok. Kırım ortalamamız da %30. İşte işin sırrı burada. Böyle yaparsan para da birikiyor, iş de yapılıyor, kimseye minnet de etmiyorsun. Hatta banker değilim; belediyelerin borcu olur benim belediyecilik anlayışımda. Ama çok şükür belediyemizin parası da var şu anda.

Ü. O. : Ülkücü hassasiyeti göstererek, Fethiye’de ilk kurşunu atan manganın tabur komutanı olan Ovacıklı Mehmet Çavuş’un kabrini düzenlediniz. Milli bilinci canlandıran bu faaliyetler hakkındaki düşüncelerinizi öğrenebilir miyiz?

B. S. : Şimdi tabi bu çok hassas bir soru, önemli bir soru. Son zamanlarda milli hassasiyetler birazcık geri plana itilmeye başlandı. Milliyetçilik duygusundan daha çok millet, bir devlet sınırları içerisinde yaşayan bir toplum gibi değerlendirilmeye başlandı ülkemiz. Biz de Şehit Fethi Bey’in şahadete eriştiği günü sanki Fethiye’nin Kurtuluş Günü gibi değerlendirerek, gelecek nesillere bir kimlik oluşturması için O’nun ölüm yıl dönümünü 28 Şubat’ta kutlamalarla Fethiyeliler ile paylaşıyoruz. Milli Mücadele’de, Kuva-yi Milliye’de, buraya gelen Yunan doktorun “Karaya inme!” ikazına rağmen indiği zaman, Mehmet Çavuş mangasından bir askerin onu vurmasına vesile olan Mehmet Çavuşu da öne çıkarıyoruz. Neticede bu ülke fazla değil 80-90 sene önce parça parça edilmiş, Ankara ve civarına sıkıştırılmaya çalışılmış bir ülkeydi. Herkesin Atatürk’ün önderliğinde baş kaldırması ile bir mücadele ile bu ülke kurtuldu ve şu an biz buralarda hür insanlar olarak yaşıyoruz. Yoksa burada İtalyanlar vardı, İtalyan işgaline uğramış bir yerimizdi. Bu anlamda tarihinden beri Fethiye, Allah var Likyalılar döneminde de böyle bir tepki veren topluluk varmış burada. Havasından suyundan herhalde, düşman istilasına uğradıklarında kadınlarını öldürüp kendileri de teke tek, ölene kadar mücadele etmişler Likyalılar. Yani böyle bir geçmişi de var bu toprakların. O anlamda baktığımız zaman, zaten bir gelenek var bu topraklarda. Yaşadığımız yerin havası, suyu, iklimi vs karaktere etki yapıyor. O anlamda bir de Fethiye Yörük kökenli olduğu için, dağ toplumu olduğu için, dağ toplumu derken şunu kastediyorum: Dağ toplumu cesur olup, bir de bu anlamda atak olur. İşini yapar, dağa kaçar; dağ insanların sığınağı olur, dağ toplumunda. O anlamda Fethiyelinin bir başkaldırı hareketinin başarısıdır, Mehmet Çavuş hareketi. O yüzden öne çıkardık. Yıllar sonra, mezarını insanlarımızın ziyaretine uygun bir hale getirmeye çabaladık. Altında yatan espri budur.

Ü. O. : Başkanım, gelişen yerleşim yerlerinin en büyük problemlerinden biri de çarpık kentleşme. Siz üniversite eğitiminizin ardından toplu konut ile ilgili bir eğitim aldınız. Toplu konutları, planlı şehirleşmede önemli görüyor musunuz? Eğitimini aldığınız bu konu ile ilgili projeleriniz var mı?

B. S. : Kendim zaten 1987 yılında geldiğim Fethiye’de 1999 yılına kadar on iki sene kooperatifçilik işi yaptım. Yani ekmeğimi toplu konut işinden kazandım. O işleri yaptım. Ama müteahhitliğini ama müdürlüğünü, başkanlığını falan yaptım kooperatiflerin. Tahminen 650 tane konut bitirdim Fethiye’de. Hatta belediye başkanı olmamızın altında yatan esprinin belki en fazla sebebi, en büyüğü de işte o dönem kooperatiflerin zamanında bitirilmesidir. O zamanlar kooperatifçilikte çok batakların döndüğü zamanlardı. Ama bizim için “O bitirir; yemez, içmez yine de bitirir.” muhabbetinden insanlar bize güveniyordu. O güvenin sonucunda belki de 1999 yılında sandıktan Başkan olarak çıktık. Toplu konut işinin olmazsa olmazı ucuz arsadır. Ucuz arsayı bulduktan sonra toplu konut yapmaktan daha kolay bir şey yok. Ama şimdi Allah var, hakkını vermek lazım, bu hükümetin en başarılı işlerinden bir tanesi de TOKİ politikalarıdır. TOKİ politikalarıyla belki onlar da şu anda seçim başarılarının altındaki en büyük payı bu TOKİ’deki başarılarına bağlıyorlardır. Öyle değerlendiriyorum, bu benim şahsi değerlendirmem. Biz, Fethiye Belediyesi’ne ait olan otuz dönümlük bir yerde fakir fukaramız için toplu konutlar yaptırdık. Kuraları da çektirdik ama bunlar çok cüzi rakamda kaldı, çok az rakamda kaldı. Yani 600 müracaattan biz 70 kişiyi ev sahibi yapabildik. Geriye kaldı 530 kişi. Yani bu insanları ev sahibi yapmak da boynumuzun borcu ama tekrar ediyorum, sözümün başında da ifade ettim; toplu konut yapmanın olmazsa olmaz şartı ucuz arsa tedarikidir. İşte şu 2B arazilerinin ola ki Belediyelere devri çok cüzi bedellerle söz konusu olursa, orada da bu mesleğimizi halkımıza -muhtaç halkımıza- sunmak için bir şeyler yapacağız. Çünkü Fethiye’de TOKİ’nin faaliyeti yok

Ü. O. : İktidar partisi üyeleri, siyasi parti ve siyaseti küresel projelere taşeronluk olarak görüyorlar ve menfaat için kullanıyorlar. Siz ise “Siyasi parti hizmet için bir araçtır.” diyorsunuz. Ülkücü bilincin bizlere kazandırdığı bu hizmet anlayışı için neler söylemek istersiniz?

B. S. : Şimdi tabi ki siyasi partilerde amaç bu şerefli millete hizmetkarlık yapmaksa bunda tabi ki araçtır. Ama her siyasi partinin kendi bir ideolojisi ve biraz önce de ifade ettiğim gibi seçim beyannameleri vb var. Onları gerçekleştirmek için çaba sarf ediyorlar. Tamamen kişisel inisiyatifin dışında bir belgeyle kendilerini bağlıyorlar. Böyle olunca da iktidar partisinin tabi ki biraz önce de ifade etmeye çalıştım -Türkiye genelindeki halkımızın hassasiyetleri ile ilgili kendime göre görüşlerimi düşüncelerimi dile getirirken- milli hassasiyetlerin ön plandan artık arka planlara itildiği, milli refleks gösteren kurumların ve kimliklerin bir başka ifade ile cezalandırıldığı bir dönemden geçiyoruz. Biz de bunun aksine burada bize oy versin, vermesin hiç önemli değil bütün insanların belediye başkanı olduğumuzu ve herkese hizmetle mükellef olduğumuzu; aslında gücü elinde tutanların kucaklayıcı olduğu takdirde bu güçlerini daha da perçinleyeceklerini ve kendisi gibi düşünmeyen insanları da kendi yanlarına çekebilecekleri düşüncesi ile hareket etmeye çalışıyoruz. Keşke iktidar da Türkiye’yi “kara” ve “ak” diye değerlendireceğine, herkesi kucaklayabilecek bir olgunluğu gösterebilseydi, şu an Türkiye’de yaşanan bu toplumsal sıkıntılar yaşamazdı diye düşünüyorum.

Ü. O. : Dinimizin ilk emri “oku”dur. Bu emir ışığında en hayırlı faaliyetlerden biri de ilim öğrenmektir. Siz de genç nesillerin iyi bir eğitim alabilmesi için bütün imkanları seferber ediyorsunuz. Son olarak Fen Lisesi inşaatına başladınız. Bu konu ile ilgili neler söylemek istersiniz?

B. S. : Şimdi ne yaptık biz biliyor musunuz? Açıkça söyleyeyim. Yani şimdi bu güzel sohbeti siyasetle de çok fazla kirletmek istemiyorum aslında. Bizim birkaç tane büyük projemiz vardı ama bu projelerimiz Ankara iznine tabi projelerdi. Bu projeler izin noktasında tıkandı kaldı. Hala açılmış değil. İki üç tane ciddi proje -Marina Projesi, İskele Projesi gibi- bunlar yüksek paralı işlerdi ve Fethiye’nin marka değerini yükseltecek projelerdi. Fakat bunlar olmayınca karşı konulamayacak bir iş yapalım dedik. Yani ortaya attığımız zaman kurumsal mutabakatın sağlanacağı, tamam buna bir şey denmez diyecek, bir proje ortaya koyalım dedik. Ne yapalım: Okul yapalım dedik. Şimdi Fethiye’den dışarıya beyin göçü gidiyor. Neticede Fen Liseleri gerçekten kaliteli beyinlerin toplandığı yerler. Bir Fen Lisesi yapalım dedik. İlk olarak bu konuyu İl Milli Eğitim Müdürü’ne açtık. O gitti Vali Bey ile görüştü. Daha sonra uygun görüldü ve protokolü imzaladık. 2012-2013 eğitim-öğretim sezonunda yani 2012’nin Eylül ayında öğrenci alınıp öğretime başlanacak; bu projeyi bitireceğiz Allah izin verirse. Bu süreç de kısaca böyle işledi. Tabi ki biz bu gün varız ama yarın yeni nesil geliyor arkamızdan. Bunlarla ilgili, bunların iyi şartlarda eğitim görmesi, en azından fiziksel anlamda -ben tabi eğitim kalitesi anlamında her hangi bir şey söyleme pozisyonunda değilim- ben çocuklarımızın okuduğu okulların fiziki şartlarının iyileştirilmesi anlamında elimden gelen her şeyi yapmaya çalışıyorum. Nedir? İşte basketbol sahası, voleybol sahası, derslik ilavesi, çamurdan kurtarmak için parke döşenmesi, bilgisayar sistemlerinin onarılması, başarılı sporcularımızın şehirlerarası seyahatlerinde onlara destek verilmesi, bilgili çocuklarımızın altınla ödüllendirilmesi gibi -Başarıyı ödüllendir ki o başarı diğerleri tarafından da takip edilsin ve aynı başarıyı ben de gösterirsem ben de bunları alacağım düşüncesi ile sahiplenilsin- bir düşünceyle hareket etmeye çalışıyoruz.

Ü. O. : Siyasette bir hoşgörü, ortak akıl oluşturmak için AKP - CHP - MHP milletvekili ve parti yöneticileri ile görüştünüz. Ancak bu görüşmelerle ilgili bir yığın spekülasyon ortaya atıldı. Bunlarla ilgili neler söylemek istersiniz?

B. S. : Ben bunları duymadım. Allah var ben duymadım. Ben bu şehrin “şehr-i emin”i olarak, şu anki belediye başkanı olarak, 12 Haziran Seçimleri’nde milletvekili seçilmiş, kendi partimizden olsun olmasın bütün milletvekili arkadaşlarımla hem onların başarısını kutlamak hem de Fethiye’yi konuşmak arzusuyla bir araya geliyoruz. İnsanların konuşarak da farklı düşüncelere sahip olabileceğini, kavga etmeden farklı düşüncelerin aynı masada oturabileceğini göstermek için sizin de ifade ettiğiniz gibi toplumsal barış, kucaklaşma anlamında bir MHP’li belediyenin örnek davranışı olarak değerlendiriyorum bunu. Bu tür spekülasyonlara katılmıyorum. Bu bir kucaklaşmadır. Bizim evimiz açıktır. Taha Akyol’un kitabında okumuşsundur: “Açık el insanları kucaklar, kalem tutar, kitap karıştırır ama sıkı el ise yumruktur, kavga başlatır.” Gerektiğinde yumruğumuzu sıktığımız çok günler olmuştur. Gerekirse yine sıkarız ama bu anlamda elimiz açıktır.

Ü. O. : Atalarımız her durum karşısında derin anlamlı, güzel sözler söylemişler. Bunlardan biri de “Meyve veren ağaç taşlanır.” sözüdür. Bu ifade sizin için de kullanılması yerinde olan bir ifadedir. Hakkınızdaki isimsiz, imzasız suç duyurularını bu minvalde değerlendirirsek, neler söylemek istersiniz?

B. S. : 2009 yılına kadar bunların hiç biriyle karşılaşmadık. 2009 yılına kadar yedi sene, yine tek başına iktidar olan bir siyasi partinin yönettiği Türkiye’de, belediye başkanlığı yapmaya çalışıyorum. Allah var 2009 yılına kadar bu anlamda da siyasi bir baskı gördüğümü söylersem, nankörlük etmiş olurum. Ancak 2009 Yerel Seçimleri’nden sonra neyin değiştiğini, saygıdeğer Fethiyeliler çok iyi biliyor. O değişimlerden sonra Fethiye’de, tamamı ile bir şikayet furyası, karalama kampanyası ve iktidar gücünü kullanarak bir sindirme politikası uygulanmaya başlandı. Bizzat geçen dönemki bazı AKP’li milletvekili arkadaşlar tarafından ya da bizim karşımıza rakip olarak çıkan AKP’li belediye başkan adayı ya da meclis üyeleri tarafından ciddi bir şekilde şikayet kampanyasına başladı. Ancak 12 Haziran Seçimleri’nden sonra bu biraz durdu. Yani Sn. Ali Boğa’nın milletvekili olmasının etkisinin olduğuna inanıyorum bunda. O, biraz daha, Fethiyeli olması sıfatıyla herhalde burada bir toplumsal barış anlamında bir şeyler yapması gerektiğini hissetti ki bunlar şu an durdu. Biz de hala eski şikayetlerin mahkemeleri ile uğraşmaya devam ediyoruz.

Ü. O. : Geçtiğimiz günlerde Kültür ve Turizm Bakanı sizi ziyaret etti. 4 yıl önce sunduğunuz projelerin çalışmasına başlayacaklarının(!) sözünü verdi. Siz 1999 yılında köy halinde aldığınız Fethiye’yi 13 yılda şehir yaparken, 10 yıldır iktidar olup yandaşlarını kayırma üzerine düzen kuranların, 4 senede bir projeyi onaylayamamaları(!) ile ilgili ne söylemek istersiniz?

B. S. : Sayın Bakanın ifadesi ile söyleyeyim: “Size çok mahçubuz. Bu sene borcumuzu ödeyeceğiz. Bu sene bütçe ayırdık, bu sene başlıyoruz.” Sayın Bakan böyle söyledi. Bu söz zaten her şeyin cevabını veriyor. Sorduğunuz sorunun cevabını da veriyor.

Ü. O. : Bir sokaktaki köprü ve korkuluk çalışmalarından sonra sizi ziyaret eden mahalle sakinleri sizin için: “Allah herkese böyle bir başkan nasip etsin.” demişlerdi. Böylesine bir sevginin kaynağı sizce yalnızca hizmet midir?

B. S. : Yok. İsterseniz şehrin her yerini altından yapın, çeşmelerden bal akıtın; oy vermezler. O iş ayrı; o iş gönül işi. Gönüllere girerseniz mesele yok; gönüllere girmeye bakacaksınız. Herkesin gönlünde bir karınca bacağı kadar yeriniz oldu mu, hiç korkmayın. Siyaset bence gönüllere girme işidir. Yoksa tabi ki hizmet içindir, tabi ki bir şeyler yapma işidir ama halkın seni sevmesi sadece hizmetle olmuyor. O tavır, davranış, halkın içinde olmak, onlarla kucaklaşmak bence şu anda Türk siyasetinin de eksiği. Hepimizin eksiği…

Ü. O. : Ülkü Ocakları Muğla İl Başkanımız Sayın Eren Akdeniz sizin için “Behçet Saatçi ismi artık sadece Muğla’da değil Türkiye’de bir markadır. Türkiye’nin en başarılı on Belediye Başkanı kimdir? diye bir anket çalışması yapılsa, bu on kişiden biri kesinlikle Behçet Saatçi olacaktır.” demişti. Katılır mısınız?

B. S. : Eren Başkan, benim çok sevdiğim bir kardeşim. İsmini bile anarken duygulandığım bir kardeşim. Allah var; yüzü temiz, gönlü temiz, kalbi temiz bir kardeşim. O’nun teveccühüdür. Tabi ki Behçet Saatçi’nin başarısı değil bu başarı. Bizim bu bayrağa leke sürme lüksümüz yok. Biz şu an buraya halkın oyu ile gelmiş, Milliyetçi Hareket Partisi’nden bir belediye başkanıyız ve ben buraya gökten zembille inmedim. Ben de sizler gibi “Ocak kültürü” alarak, belli bedeller ödeyerek bu noktaya gelmiş bir insanım. Benim hata yapma lüksüm yok. Normal, sıradan bir vatandaş olarak Behçet Saatçi hata yapabilir, yanlış yapabilir ama Belediye Başkanı Behçet Saatçi’nin, MHP’li Belediye Başkanı Behçet Saatçi’nin hata yapma lüksü yok. Eren kardeşime teveccühünden dolayı teşekkür ediyorum. O’nun görüşüdür, inşallah öyle oluruz. Nefsimizden Allah’a sığınırız.

Ü. O. : Başkanım son günlerin en çok tartışılan konularından biri de Muğla’nın “Büyükşehir” olması hadisesi. Bu konuyla ilgili ne düşünüyorsunuz?

B. S. : Bunun iki boyutu var. Şimdi ben bir Fethiyeli olarak bakacağım, bir de genel olarak bakacağım. Fethiyeli olarak bakacak olursak aslında ben Muğla’nın Büyükşehir olmasını ya da Büyükşehir olsa da Fethiye’nin Büyükşehir kapsamı içine alınmasını istemiyorum. Biz Fethiyeliler olarak evvelden beri hep Fethiye’nin ayrı bir il olmasını istiyoruz. Fethiye Muğla’ya 140 km, Antalya’ya 200 km, Denizli’ye 210 km uzaklıkta ve gerçekten cazibe merkezi bir yer. Dalaman, Ortaca, Köyceğiz Fethiye’ye sahasına giriyor; Kaş, Kalkan Fethiye’ye giriyor; Çavdır, Gölhisar Fethiye’ye giriyor. Yani bu üçgen içerisinde Fethiye ve civarı cazibe merkezi ve her türlü parametreleri ile il olmaya müsait bir yer. Bu gözle bakınca şayet Büyükşehir belediyesi Muğla İli tabii sınırları içerisinde uygulanacak ise artık bizim il olma sevdamız bitiyor, kapanıyor. Artı stratejik anlamında da Büyükşehir Belediyesi statüsü uygulandığı zaman ana caddeler, ana arterler tamamıyla Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nın inisiyatifine geçiyor. Yani burada Belediye Başkanlığı bir yerde bir alt belediye başkanlığına dönüşüyor. Tamamıyla Büyükşehir ne derse o oluyor. Planları o veriyor, bütçeleri o onaylıyor, yatırımları o yönlendiriyor. Böyle bakınca Fethiye’nin Büyükşehir Belediyesi kapsamı içerisine alınmasına ben karşıyım. Ama benim karşı olmam yetmiyor. Neticede bir iktidar var. Siyasi bir iktidar var ve siyasi iktidarın başındaki Sn. Başbakan Ocak 2011 yılındaki Fethiye ziyaretinde Muğla’nın Büyükşehir olacağını ve Fethiye ilçesinin de il olmayacağını deklare etti. Ama siyasette her gün çok hızlı bir değişim olduğu için o konuda yine de kapıyı açık bırakmakta bir fayda var. Ama Büyükşehir olursa da yapacak bir şey yok, diyecek bir şey yok. Ben ilk bir iki dönem Muğla Büyükşehir Belediyesi’nin bu kadar geniş bir coğrafyada zorlanacağı kanaatindeyim. İlk etapta, Muğla ilçe merkezli 50 ya da 60 km çaplı bir Büyükşehir uygulamasından sonra bütün Muğla’yı kapsayacak bir Büyükşehir uygulamasına geçilmesinin daha doğru olacağı kanaatindeyim illa da Büyükşehir olacaksa. Türkiye’de Büyükşehir ile ilgili iki tip uygulama var. Bir tanesi İstanbul ölçeğinde olduğu gibi Ankara ölçeğinde olduğu gibi; o ilin bütün mülki idari sınırları içerisinde bir Büyükşehir uygulamasıdır. Bir diğeri de Antalya’da, İzmir’de olduğu gibi merkez ilçenin 50 ya da 60 km çapında içine giren ilçe, belde belediyeleri kapsayacak şekilde olan uygulama. Ben Muğla için bunun ikincisinin olmasını öneriyorum. Yani bütün sınırlar içerisinde yapılırsa Muğla bu coğrafyayı kaldıramaz büyüklükte. Bu beş yıl bir denensin; 50 km ya da 60 km çapta artık ne uygun görülüyorsa – işte onun içerisine belki ne girer? Yatağan girer, Milas girer işte belki Köyceğiz girer, Ula girer, Kavaklıdere girer.- bu hatlar içerisinde bir denensin yapılsın başarılı olunduğu takdirde bütün sınırları kapsasın düşüncesindeyim.

Ü. O. : Başkanım şimdi de herkesin en çok merak ettiği soruya geldik. Büyükşehir Belediye Başkanlığına aday olmayı düşünüyor musunuz?

B. S. : Şimdi buna şöyle cevap vereyim ben. Tabi bu sadece benim iradem ile olan bir şey değil. İradeniz var mı derseniz; ben kaybedeceğim bir şeye girmek istemem kolayca. Yani onun hesabını yapmaya çalışırım. Duam odur ki Allah-ü Teala bu görevi bırakırken, bizi seçim kaybederek göndermesin derim. Kendimizce yaptığımız bir duadır. Tabi ki Harp Okulu’ndan mezun olan bir teğmenin hedefi Genelkurmay Başkanlığı’dır; siyasete giren insanın da hedefi Başbakan olmaktır. Bu böyledir. Yani hedefsiz insan olmaz. Böyle bakınca tabi ki Fethiye Belediye Başkanlığı’ndan sonra Muğla Büyükşehir Belediye Başkanlığı bir artıdır, taçlandırmadır. Bir siyasetçi olarak öyle bakıyorum hadiseye. Ama bununla ilgili önce kararnamenin çıkıp Muğla’nın Büyükşehir statüsünün belli olması gerekir. Yani doğmamış çocuğa da bir ad koymak yanlış olur. Tabi bir de bazı realiteler var, bunları da dikkate almak zorundayız. Yani 2011 Genel Seçimleri’nin sonuçlarını da burada alınan oyları da dikkate almak zorundayız. Ben böyle geçiştireyim bu soruyu.

Ü. O. : Başkanım siz 12 Eylül döneminde büyük acılar çekmiş, hapishanelerde çile doldurmuş birisiniz. Malumunuz ülke gündeminde 12 Eylül’ün yargılanması konusu var. Yapılan tartışmalardan biri de iktidarın bu konuyu siyasi istismar aracı haline getirmesi. Bu konudaki düşüncelerinizi paylaşır mısınız? Ayrıca son günlerde Fethiye Belediyesi Meclisi’nin buradaki Kenan Evren Caddesi ile ilgili almış olduğu karar kamuoyunda çok tartışıldı. Bu konuyla ilgili olarak da toplumu aydınlatır mısınız?

B. S. : Ben 12 Eylül’de birçok dava arkadaşımın idam edildiği, birçoğunun geleceğinin yok edildiği, işkencelerden sonra sakat kalan arkadaşlarımızın olduğu bir ortamda 12-13 aylık bir çilenin ya da 40-45 günlük bir sıkıntılı dönemin çok da fazla gündeme taşınmasından keyif almam. Çünkü çok daha fazla acı çeken, çok daha fazla çile çeken, evlatlarını toprağa veren bir camianın içinden geliyorum ben. O yüzden biz de başımıza geleni çekmiş, geçmişizdir. Öyle bakıyorum hadiseye. Ancak 12 Eylül hareketini yapanların yanında kar kalmaması tabi ki arkadaşlarımın idam fermanını imzalayanların, eli kanlı insanların, ceza çekmelerini istememden daha doğal bir şey yok. Ama biz -Kenan Evren isminin değiştirilmesiyle ilgili sorunuzla birleştirerek bunları açıklamaya çalışacağım.- işin şurasındayız: İhtilali kafasından geçiren insanların bile -ki fikrin suçu olmaz, genelde hukukta bir prensip vardır; eyleme dönüşmeyen fikir, fikirdir yani o suç olmaz- cezalandırılması taraftarıyım, ihtilal döneminde acı çekmiş birisi olarak. Türkiye 60, 70, 80 ihtilallerinde ileri gitmemiştir. Ancak 80 İhtilali’nde, Silahlı Kuvvetlerin, Sıkı Yönetim ilan ettiği bölgelerde görev yapmamasından kaynaklanan bir zaafiyetin sonucu 12 Eylül ortamı oluşturulmuş ve askerler ellerindeki inisiyatifi kullanmamakla, 12 Eylül düdüğü çaldıktan sonra, bütün ülkeye hakim olabilme güçlerinin olabildiğini hepimize göstermişlerdir. Şunu demek istiyorum: 12 Eylül İhtilali olmadan da Türk Silahlı Kuvvetleri isteseydi Türkiye’de anarşiyi bitirirdi. O kadar arkadaşımızın asılmasına, bizlerin ve birçok arkadaşımızın işkencehanelerde çile çekmesine gerek olmazdı. Burada Silahlı Kuvvetlerin suçu; sıkı Yönetim ilan edildiği halde, güvenlikle ilgili her türlü yetki onlara verildiği halde bu yetkileri kullanmayıp, ülkeyi ihtilal ortamına götürüp, ülkeye el koyma hareketiyle bu işi yapmalarıdır. Bundan dolayı bizim tepkimiz vardır ve bu işi yapan herkesin cezalandırılmasını istemek de en doğal hakkımdır. Ama adam gelmiş 90 yaşına. O beş tane kuvvet komutanından 3 tanesi ölmüş, iki tanesi kalmış. Kenan Evren zaten olmuş pir-i fani, sakalı makalı bırakmış adam, hacca filan gitmiş. Şimdi biz bunun tırnaklarını mı sökelim ya da kafası kesilmiş Topal Osman’ın mezardan çıkartılarak ayaklarından meclisin önünde asılması gibi asalım mı? Bizim şahsen ve meclis üyesi arkadaşlarımızla birlikte tepki verdiğimiz olay; elinde güç olduğu zaman o güçlüye karşı hiçbir mücadele etmeyen, “tamam efendim” diyen, methiyeler düzen o köşe yazarlarının ve %92 Darbe Anayasası’na evet oyu verenlerin şimdi Kenan Evren düşmanı olmalarıdır ve ben bunu anlamakta güçlük çekiyorum. Bizim tepkimiz bu riyakarlığadır. Türk insanı – bizim Mehmet Hoca’nın ifadesiyle- bu kadar riyakar olamaz ya. Sen bundan yirmi sene önce %92 ile evet oyu vereceksin Kenan Evren’in anayasasına, yirmi sene sonra da Kenan Evren’i asalım diyeceksin. Türk insanı bu kadar riyakar olamaz, bu kadar şahsiyetsiz olamaz. Bizim tepkimiz bu. Yoksa Kenan Evren benim umurumda mı! Arkadaşlarımın kanı var O’nun ellerinde. Kenan Evren Caddesi ile ilgili tepkimiz budur. Şimdi benden önceki Belediye Meclisi -aynı halkın oyu ile seçilmiş insanlar- karar almışlar, orayı Kenan Evren Caddesi yapmışlar. Bu onların iradesine de karşı olmak olur, milletin iradesi çünkü. Oy vermişler, insanları getirmişler o da tecelli etmiş. Meclis bu kararı almış şimdi ben gelip bunu kaldıracağım? Öbür taraftan Uğur Mumcu, Bahriye Üçok ismini taşıyan caddeler ve parklar da var burada. Ben başkan olduğumda bunlar kalksın denildi, sen ülkücüsün bu isimler yakışıyor mu denildi. Ben de dedim ki benden önceki isimler yapmışlar bunları, ben de daha güzelini daha iyisini yaparım adına da rahmetli Başbuğ’un adını koyarım dedim ve koyduk da. Yani daha iyi olmadı mı şimdi? Bunun tersi bir hoşgörü kültürü değildir ki. Bizim hadiselere bakışımız bu şekildedir.

Ü. O. : Yerel gündem kadar ulusal gündem ile ilgili de değerlendirmeler yapmaktasınız. Gündemde öne çıkanların ışığında, sizden genel bir ülke değerlendirmesi alabilir miyiz?

B. S. : At izi it izine karıştı. Yapacak çok da fazla bir şey kalmadı. En son şu MİT operasyonu hükümetin yani Türkiye’yi idare edenlerin de kafalarını karıştırdı. Zaten hükümet yetkililerinin birbiri ile çelişen ifadelerini ve yüz ifadelerini televizyonda gördükten sonra bu operasyonun onların üzerinde de ne kadar şok yarattığını görüyoruz. Ben tamamı ile işte dış politikadaki iflaslar, sıfır sorun derken bütün komşularla kavgalı ortama gelinmesi, ekonomik anlamda iyi giden göstergeler hükümeti ayakta tutuyordu ki 2012 için bunların da iyi öngörülerle değerlendirilememesi, ekonomik gidişatta da sıkıntılar oluşması, bunların hepsini bir kenara bırakıyorum, “Adalet mülkün temelidir.” noktasından girmek istiyorum hadiseye. Adalet ve Kalkınma Partisi’ne göre ayrı hukuk diğer partilere göre veya diğer insanlara göre ayrı hukuk olmaz. Hukuk hepimize lazım olacaksa, hukuk evrensel değerlerle sonuçlanacaksa; şu an özel yasalarla, özel insanların, müsteşarların kurtarılacak olmasını esefle karşılıyorum ve bunun ülkenin geleceğini de ipotek altına alacağı düşüncesindeyim. Çünkü toplumsal yaralar, adalet yaraları, toplumda unutulmuyor. Bakın 1960 İhtilali’nden sonra asılan Menderes, Polatkan ve Zorlu hala halkın gönlünde kahramandır. Onu yok edemiyorsun. Yasalarla insanları cezalandırarak ya da insanları kurtararak, kamuoyu vicdanında oluşmuş kanaati yok etme şansın yok. Şu an Ergenekon ya da başka isimlerle içeride bulunan birçok insan kamuoyu vicdanında suçlu değildir. Ama şu anda kurtarılmaya çalışılan birçok insan da kamuoyu nazarında suçludur. İşte bu dengeyi hükümetin kurması gerekmektedir. Adalet gerçekten, yasama yürütme yargı dediğimiz erk, demokrasilerin vazgeçilmezi olan yargı bağımsız olmaz da hükümete, iktidara bağlı olursa bu gün olduğu gibi görevini ifa etmeye devam ederse, bu ülke onarılmaz yaralarla ne olacağı belli olmayan bir meçhule doğru gider, gidiyor. Önce adalet, güven duygusunun temin edilme mecburiyeti vardır bu ülkede. Şu an bu ülkede güven, dumura uğramış bir vaziyette. Şu an hiç kimse yarın sabah sorgusuz sualsiz evinden alınmayacağı güvenini taşımıyor bu ülkede. Kapı çalınıyor “hadi” denilerek götürülüyor. Sıkı Yönetim döneminde bile biz 6. ayda duruşmaya çıktık. Bin gündür içeride olan insanlar var ve bunların içerisinde gerçekten çok değerli insanlar var. Bilim insanları, gazeteciler, yazarlar, askerler, milletvekili seçilmiş insanlar var. Bu kini, bu hıncı anlayamıyorum. Ama tekrar sözlerimin başına dönecek olursam; gerçekten kafalarında ihtilali geçiren insanlar varsa, ömür boyu kalsınlar o ayrı ama bu belgelensin arkadaş. Sen benim kafamı nasıl okuyorsun, yalan makinesine mi bağladın beni? Bu sıkıntıyı ülkemizin böylece atlatması gerekiyor.

Ü. O. : Bu tespitlerinizin ışığında; çözümün milliyetçi bir iktidardan, milliyetçi bir Türkiye’den geçtiğini söyleyebilir miyiz?

B. S. : Herhalde, herhalde… Bunun başka bir yolu var mı arkadaş? Bu topraklar üzerinde yaşayan tüm insanlar kendilerini farklı bir kimlikte görebilirler ama bu devletin adı Türkiye Cumhuriyeti Devleti’dir. Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran insanlara da “Türk” denir. Bu benim sözüm değil Atatürk’ün sözüdür. Biz farklı yerlerden gelmiş olabiliriz ama bu coğrafyada bu aidiyet duygusunda olmak zorundayız. ABD’de dört yüz tane etnik grup var ama hepsi üst kimlikte “Ben Amerikalıyım.” diyor. Hepsi Amerikan bayrağına saygı duyuyor. Sen benim bayrağımı yakacaksın, benim askerimi, polisimi, memurumu şehit edeceksin, otobüsün içindeki öğrenci kızları molotof kokteyli ile yakacaksın, ülkeyi kan gölü haline getireceksin, hayvanlara kadar katledeceksin; ondan sonra da diyeceksin ki ben demokrasi istiyorum falan filan... Bu işin tek çözümü: Türkiye’nin Türkler tarafından yönetilmesidir!

Ü. O. : Efendim artık söyleşimizin sonuna geliyoruz. Bu arada bildiğimiz kadarıyla siz Fenerbahçe Kongre üyesisiniz. Son dönemlerde spor dünyasında yaşananlar ile ilgili ne düşünüyorsunuz?

B. S. : (Gülerek) Bak damarıma bastınız şimdi. Vallahi buraya kadar iyi gelmiştik, tam da damarıma bastınız. Arkadaşlar ben biraz önce adalet ile ilgili bir şey söyledim. Bunların devamı işte. Kamuoyu vicdanında Sn. Aziz Yıldırım suçlu değildir. Şimdi bu şikelerin dışında her şey var bu işin içinde. Her şey var, şike de belki var ama şikeye teşebbüs var; sahada bir şey yok. Bakın ben Bucaspor - Fenerbahçe maçına gittim. Sayın soruşturma savcısının “Guiza’nın gol atacağını bile biliyorduk.” ifadesine kaynak teşkil eden 4-2’lik bir maç. Yahu ben o maçta kalp krizi geçiriyordum. 2-0 mağlubuz zaten, çıplak gözle seyrettim ben o maçı. Kendim de top oynayan bir adamım. Eğer o maçta şike varsa Türkiye’deki hatta dünyadaki bütün maçlarda şike vardır! Şimdi tarih bilimi bu yüzden lazım bize. Bugün bunu değerlendirmek çok yanlış olur. İnanıyorum ki bu şike operasyonunda neler olup olmadığı -fazla değil artık bilgi çağındayız bir, bir buçuk sene sonra, mahkeme sonuçlandıktan sonra- ortaya çıkacak. Ancak ben şunu da vurgulamak zorundayım, diğer takımları tutan arkadaşlarımız lütfen alınganlık göstermesinler: Fenerbahçe, şike operasyonu adı ile devlet tarafından kendisine yapılan hizaya getirilme operasyonuna diğer resmi kurumlar ve sivil toplum örgütleri göz önüne alındığı zaman direnen ve dimdik ayakta duran tek sivil toplum örgütüdür. Resmi kurumları da sayarsam yanlış olur, rencide olurlar. Hayat bir duruştur ve Fenerbahçe Başkanı gerçekten bu duruşu gösteriyor. Ben sonuç itibariyle Fenerbahçe’nin aklanacağını düşünüyorum. Ayrıca bu konuda Beşiktaş Camiası’na da teşekkür ediyorum. Galatasaray Camiası’nın içerisinde de çok değerli arkadaşlarımız var fakat Galatasaray Yönetimi’nin bu şike gündeminde sınıfta kaldığı kanaatindeyim. Tabi ben Fatih Hoca’nın ve futbolcuların sahadaki emeğine hakikaten saygı duyuyorum. Bu sene şampiyonun da Galatasaray olacağı kanaatindeyim.Ama Galatasaray Başkanı Sn. Ünal Aysal’ın bu krizde “ezeli rekabet, ebedi dostluk” şiarıyla Fenerbahçe ile kol kola hareket etmesini beklerdim; Fenerbahçe’nin düşmesi için elinden geleni yapmasını değil. Çünkü Fenerbahçe’siz Galatasaray’ın, Galatasaray’sız Fenerbahçe’nin tadı olmaz diye düşünüyorum.

Ü. O. : Başkanım, Ülkücü Hareket’in içinden yetişmiş ve bu makamlara gelmiş biri olarak, Ülkücü Gençliğe vermek istediğiniz bir mesaj var mı?

B. S. : Dünyanın en kolay işi nasihat etmek, şunu yapalım bunu yapalım demek, en zor işi de onları yapmaktır. Bu nedenle çok da fazla nasihat etmeyi yeğlemem, yaptıklarımla örnek olmaya çalışırım. Yaşantımla, hayat tarzımla… Bir defa söyleyeceğim şudur ki: İnandıkları gibi yaşamalıdırlar. Ülkücü Gençlik, inandığı gibi yaşamakla mükelleftir. Ülkücü Gençlik “Tanrı Dağı kadar Türk, Hira Dağı kadar Müslüman’ım” diyorsa hem Türk gelenek ve göreneklerini hem de İslam ahlak ve faziletini bedeninde, bünyesinde yaşamakla mükelleftir. Bunu yaptığı zaman gerisi gelir zaten, bence bu kadar basittir. Ülkücü Gençlik, inandığı gibi yaşamakla mükelleftir.

Ü. O. : Efendim son olarak Fethiyeli vatandaşlarımıza ve kamuoyuna vermek istediğiniz bir mesaj var mı? Sizin eklemek istedikleriniz neler?

B. S. : Benim Fethiye Belediye Başkanı sıfatıyla saygıdeğer Fethiyelilere söyleyeceğim şey; bizim hedefimiz Fethiye’de yaşayan herkesle beraber, Fethiye’yi yaşanacak güzel bir yere dönüştürmektir. Bununla ilgili bize şimdiye kadar vermiş oldukları desteklerden dolayı teşekkür ediyoruz, şimdiden sonra verecekleri destekleri de bekliyoruz. Çünkü biz bu yola çıktığımız zaman insanların gözündeki o ışıltıyı, o parıltıyı gördüğümüz zaman kendimizi mutlu hissediyoruz. Bu da bize, daha fazla Fethiye’ye hizmet aşkı ve şevki veriyor. Allah utandırmasın.

Ü. O. : Ufuk açan bu söyleşi için teşekkür ediyor; Ülkü Ocakları Muğla İl Başkanlığı olarak başarılarınızın devamını diliyoruz…

B. S. : Estağfurullah. Keyiflendirdiniz, duygulandırdınız hem de heyecanlandırdınız. Çok keyifli, çok güzel oldu… Gerçekten hem nalına, hem mıhına dokunan sorularınızdan dolayı ve çok samimi bir ortamda gerçekleştirdiğimiz bu röportajdan dolayı, Eren Başkanıma ve siz kardeşlerime çok teşekkür ediyorum. İnşallah haklının haklı olduğu, güçlünün haklı olduğu değil; haklının güçlü olduğu günlerin, ülkemizde hakim kılınması düşüncemizle, hepinize saygılarımı sunuyorum, teşekkür ediyorum.

 

Ülkü Ocakları Muğla İl Başkanlığı olarak, bu samimi ve sıcak söyleşi için Fethiye Belediye Başkanımız Sn. Behçet Saatçi’ye teşekkür eder; başarılı çalışmalarının devamını dileriz. Allah utandırmasın.

Ayrıca bu vesileyle gerçekleştirdiğimiz bir dizi ziyaret esnasında göstermiş oldukları yakın ilgiden ve misafirperverliklerinden dolayı tüm belediye çalışanlarına; MHP Fethiye İlçe Başkanımız Sn. Hamdi Gürbüz’e ve MHP Fethiye İlçe Eski Başkanlarımızdan Sn. Cengiz Çay ile Sn. Tufan Evrenosoğlu’na; Dalaman Meslek Yüksek Okulu Ülkücüleri’ne ve Ortaca Ülkü Ocakları mensuplarımıza teşekkür ederiz.

 

  • Yorumlar 0
  • Facebook Yorumları 0
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2003 | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 0252 412 2141